Başlangıç yazısında İzmir’e, “Kendine kapanan değil, inisiyatif alan bir kent olarak kendisine ve ülkeye bir öykü anlatmalı” biçiminde bir öneri yapmıştım. Bu öneri bir metropol kent olarak İzmir’in sorunsuz, krizsiz bir kent oluşundan öte, bu sorunları ve krizleri çözebilecek toplumsal güce sahip oluşuna vurgu yapmak isterim. İzmir’in köklü ve derin sorunları var. Bundan öte çözüm bekleyen krizleri var. Sorun ile kriz ayrımını doğru yapmak gerekli. Sorun süreklilik arz eden olaylar dizisi gibidir. Kriz ise daha artık çözüm aşamasına gelmek zorunda kalmış olguları içerir.

Ulaşım sorunları, kentleşmeye, kent içi temizliğe, kırsal alanların korunması ve alt yapıya dair eksikler sorunlar dizisinin başında gelir. Kentin krizine baktığımızda ise gelir adaletsizliği, kentin merkez – çevre gerilimi, kentin ekonomik kaynaklarının sınırlılığı, yaşamsal kalitenin arttırılması ilk akla gelenler.

Tüm bu dizginin tarihsel kökenleri var. Türkiye’nin sancılı kentleşme süreci, konut sorununda merkezi hükümetlerin plansız yaklaşımı, kentsel ve kırsal üretimin adeta yok edilmiş olması ve aslında adını koymak gerekirse, sağ – merkez sağ – gerici siyasetin ülkeye biçtiği kaderler toplamı…

**

Peki nasıl aşacağız?

İzmir kimliğini bir dışlama, içe kapanma biçiminden çıkartıp, kapsayıcı ve öncü bir kimlikle yeniden kuracağız. Tüketime mahkûm edilmiş toplumsal yapıları her alanda üretime teşvik edeceğiz. Bunu ortaklaşmış tüm yapıların iş birliği ve ortak ufuk çizgiyle yapacağız. Demokratik kitle örgütleri, sivil toplum yapıları, dernekleri, sanatçıları, siyaseti, yerel yönetim gücü ortak ve başarılabilir işler koyarak ilerleyecek. Kentin tüm paydaşları daha çok konuşacak, gündemler belirleyip bir araya gelecek, kotarılabilecek olanlardan başlayıp gündemler belirleyecek. Kentin sürdürülebilir gelişmesini sağlayacak, bu gelişmeyi kentin tümüyle paylaşacak bir ortak belgeye ihtiyaç var. ‘Kalkınma ajansları’ eliyle süren çalışmaların bu işi yapamadığı aşikâr.

Bir göç kent olan İzmir, en başarılı olduğu alan olan “sosyal içermeyi” daha da güçlendirip, bundan oluşan dinamiklerle kente kazandırabilir. Bunun en önemli yolu kente dayatılan gettolaşmayı kırmak, kentin farklı hemşehri gruplarını alışkın olmadıkları alanlarla buluşturmak, tekil kültürel buluşmalar yerine, çoklu kültürel buluşmalar yapmak düşünülebilir.

Tüketimden üretime geçiş ise en başat konumuz olmalı. İzmir’in köklü bir deneyimi olan kooperatifçiliği kentsel yaşamda yeniden konuşmalıyız. Kırsal alandan kentsel alana bağlar kuracak üretim – tüketim kooperatifleri ortaklıklarını güncelleştirmeliyiz. Ucuz ve temiz gıda hakkını bu yolla tartışabiliriz. Belki de TANSAŞ’ı yeniden düşünmeliyiz.

Kadın kooperatiflerini kurmalıyız. Bu yapılardan eğitim – üretim – satış bağlarını kurarak kentin “kendinden alışveriş” yapacağı bir iklimi sağlayabiliriz. Eğitim kooperatifleri konuşmalıyız. Anaokullarından başlayarak aile – eğitimci – destekleyici kurumlar iş birlikleri ile okullaşmalar sağlayabiliriz. Ucuz ve kaliteli günlük yemek tüm çalışma yaşamının asli sorunu, bu sorundan çarpıcı bir istihdam çıkartabiliriz. Tek başına yaşayan ileri yaş grubu hemşeriler için evde bakım ve evde temizlik için kooperatifler kurabiliriz.

Özetle kentin ihtiyaçlarını kentin karşıladığı ve bu yolla istihdam – üretim sağladığı yapıları konuşabiliriz. Büyük ve uygulanamaz makro planlar yerine, küçük ve hedefe odaklı mikro planlardan söz etmeliyiz.

Küçük adımlarla başlamalıyız.