Lafı hiç dolandırmadan en sonda söyleyeceklerimi başta söyleyeyim. Müteahhitler için cennete, inşaat firmaları için bayram yerine dönüştürülmüş bir ülkede, halkın karşı karşıya kaldığı her afette ölümle sınanması neredeyse değişmez bir kuraldır. Her durumda aynı sonucu verir. Şu sıra yaşadıklarımız da bu değişmez kuralın yalnızca bugünkü sonuçlarıdır.

Ülkece karşı karşıya kaldığımız bu tablonun sorumlusu elbette dünden bugüne bu ülkeyi yönetenlerden başkası değil. Bu sorun öyle 15-20 yıllık bir sorun da değil, son 15-20 yılımız bu alanda bir kangren halini almış olsa da... Sorunun aslı, bu ülkenin hiçbir zaman bir şehirleşme, imar ve sağlıklı konut politikasının olmayışıdır. Bu yüzden eline bir miktar sermaye geçiren herkesin, bu alanda hiçbir eğitime ve uzmanlığa sahip olmadan, bol kazançlı bir iş olan müteahhitliğe sarılıp, rastgele planlarla ülkeye ve insanlara yaptığı ihanetin bedelini ödüyoruz sık sık. Onlar ki hem siyasal iktidarla hem de yerel yönetimlerle aralarını çok iyi tutmakta hünerlidirler. İhaleler alırlar, borçları affedilir, teşviklere layık görülürler ve işledikleri her suçtan bir şekilde yırtarlar. Onlar halkla arasında derin uçurumlar olan yönetim kademelerinin, işler iyi gittiği sürece dostudurlar. Ama kesin olan bir şey var ki doğaya ve insana her zaman düşmandırlar.Günü gelir kendi düzenlerini değişmez kılmak için siyasete de girerler. Milletin vekili olurlar, belediye başkanı olurlar, daha rahat kazanırlar. Rant kutsaldır onlar için. Kar için her kılığa girerler. Bir bakarsınız hayırsever olup çıkarlar karşınıza, halktan çaldıklarının küçücük bir parçasını bağış diye, yardım diye halka lütuf gibi sunarlar. Bir bakarsınız gözlerimizin içine baka baka “milletin a… koyacağız” derler.

Onların düzeni insanları da kirletir. O yüzdendir depremzedeler için toplanan yardım malzemelerini dükkânında satan adamın rahatlığı. O yüzdendir deprem olduğu anda kapanışına üç saat kalan borsaya girmeyi akıl edip çimento firmalarından hisse alan adamların arsızlığı. O yüzdendir Elazığ’da deprem olunca “Elazığ Kürt’mü” diye sorabilen, İzmir’de olan depremi “rabbinin zinayı cezalandırması” olarak gören, “Müslümanlara başsağlığı dilerim, Aleviler cehenneme” diyebilen insanların alçaklığı.

Artık çok açıktır ki, yeni bir düzene ihtiyacı var insanlığın. İşte yaşadığımız zamanlar bunu her fırsatta daha da gözle görünür bir hale getiriyor. Yukarıda saydığımız alçakça sarf edilen sözlerin sahipleri ve onlara cesaret verenlerle, bu halkın dürüst ve onurlu insanlarının dünyaları birbirinden ayrı olmalı. Kendi lüksü ve şatafatı için ihtiyaç duyduğu daha fazla para uğruna doğaya ve insan yaşamına kasteden müteahhidin düzeni, yoksul halkın düzeniyle nasıl aynı olsun?Aynı olamaz. Çünkü çürük raporuna rağmen evini kiraya verebilen ev sahibi, o evi pazarlayan emlakçı, attıkları imzalarla yaşanan felaketlere çanak tutan genel ve yerel yöneticiler, imar barışı denen tuhaf bir uygulamayla kentleri kaçak yapı cennetine çevirenler kirlidir. Bugün o enkazların yanı başında yakınlarını bekleyenler, enkaz altında canı yananlar, yaşamını yitiren insanlar ise o kan emicilerin düzeninin kurbanıdır. Dün o beton yığınlarının arasından canlı çıkan Elif bebeğin geleceği bu türden anlayışların rant ve çıkar odaklı düzenine emanet edilemez. Çünkü bu düzen burada tarif edilemeyecek kadar çürümüştür. O enkaz yığınları da bu yağma düzeninin eseridir. Şimdi üzerimize düşen bu kokuşmuş düzenin değişmesi için yan yana durmaktan geçiyor. Tarif etmeye çalıştığım değişim için “çok zor” ya da “imkânsız” demeyin. İnanın Elif bebeğin günlerce beklediği enkazın altından çıkabilmiş olmasından daha zor değil. Sahip olmamız gereken tek şey biraz cesaret ve o güzelim çocuğunki gibi bir direnç.