“Bir çocuk neden korkar, yaşayamamaktan

Bir kadın çocuğunun başını kaşıyamamaktan…”

2013 yılıydı. Yasaklardan, haklarının yok sayılışından, yaşamın her alanına sirayet etmiş iktidar baskısından, rantlardan, kıyımlardan, seslerinin susturulmaya çalışılmasından razı olmayan bir avuç insan ile başlayıp dalga dalga yayılan bir direnişin yılıydı. “Cesaret bulaşıcıdır” sözünün alanlarda vuku bulmasıydı bu; tüm sokakları sarması, köşe başlarını tutması, korku duvarını aşması ve hatta yıkması, yalnızların kalabalıklaşmasıydı. 2013 yılıydı, herkes anımsar bu tarihi; kimi öfke ve nefret, kimi ise özlem ve minnet ile.

“Her yasak kendi isyancısını yaratır” ve bununla beraber her isyanın muhatabı da kendi imha gücünü. Aramızdan ilk düşenimizdi Mehmet, 19 yaşındaydı o da Ali İsmail gibi. 2 Haziran 2013 gecesi, Ümraniye 1 Mayıs Mahallesi’nde yürüyen grubun üzerine doğru hızla giden bir aracın çarptığı Mehmet’in ölümü kayıtlara ‘trafik kazası’ olarak geçti.Alelade bir kaza. Talihsiz bir rastlantı.Aracın sürücüsü ‘elbette’ ifadesinin alınmasının ardından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Mehmet Ayvalıtaş adına süren adalet arayışı o günlerden bugüne mirastır bize. Annesi yolun henüz başında, 13 Aralık 2013’te kalbine yenildi. Kalbine yenildi, diyorum ama bunun dolaylı yoldan devlet eliyle işlenmiş bir cinayet olduğunu biliyoruz; tıpkı karakoldaki işkencelere ve cinsel tacize dayanamayıp yaşamına son veren Onur Yaser Can’dan ve Onur’un acısının ağırlığını daha fazla taşıyamayıp intihar eden annesi Hatice Can’dan bildiğimiz gibi.Ve nihayet Mehmet’in karar duruşması 21 Ekim’de görüldü. İstanbul Anadolu 8. Ağır Ceza Mahkemesindeki davaya sunulan bilirkişi raporunda, "Ayvalıtaş'ın kendi ölümünde asli ve tam kusurlu olduğu" tespiti yer aldı, iki sanığın olayda kusurlu olmadığı sonucuna varıldı. Davanın iki sanığı Mehmet Görkem Demirbaş ve Cengiz Aktaş "yüklenen suçtan taksirlerinin bulunmaması sebebiyle" beraat etti. Bir Türkiye yargısı klasiği daha: Katilleri ödüllendirme! Mehmet’in babası Ali Ayvalıtaş’ın karar sonrası sözleri tarihimize bağışlanmaz bir utanç daha düştü:“Çok acı bir süreç yaşadık. Oğlum katledildi. Olayla ilgili görüntüler bize aylarca verilmedi. Bize büyük eziyetler yaşatıldı. Bizi susturmaya çalıştılar. Kalp hastası olmama rağmen bana saldırdılar. Karar günü çok sayıda polis vardı. Kararın yazıldığı tutanakları bildiri dağıtır gibi elimize tutuşturdular. Kendime gelemedim o günden beri.”İncecik bir dal gibi kırılarak yaşamdan alınan, Gezi Parkı direnişinin sekiz fidanı için ise Avukat Can Atalay şöyle dedi: “Dosya bilinçli taksirin en basit örneğidir, en az 5 yıl verilmesi gerekirken beraat kararı verildi. Karar insanların yüzlerine dahi okunmadan oradan uzaklaşmalarını ima eden hareketlerle tutanak olarak verildi. Bu dosya Mehmet’in, bu dosya Fadime ananın dosyasıdır. Berkin’imizin dosyası sürüyor. Olmadık işler oluyor. Ethem’in dosyasında asgari düzeyde ceza verdiler. Aileye çektirdikleri eziyet ortada. Ali İsmail’in katiliyle ilgili verilen cezanın kamuoyunu tatmin etmediği de açıkça ortada. Ahmet’in dosyasında 6 yıl geçmesine rağmen henüz bir iddianame yok.”

Yıllar yılı boynumuzda kolye gibi taşıdığımız şey, bir ülkenin ayıbıdır. Hukuk, egemenlerin elinde bir silaha dönüşmüş ise bize de adaletsizliğe karşı direnmekten başka bir yol kalmamış demektir. Hakkımız için ve hakkımız olanı alana dek mücadelemiz sürecek. Çünkü; “Adaletsiz bir ülke mezbahadan başka bir şey değildir.”

Gidenlere özlem ve okuyucuya sevgi ile.