Sanat adına her türden anlamsızlık ve değersizliğin bir değişim değerine sahip oluşu, bugünün yani “anlaşılmaz zamanların” ünlülerinin bu değişim değerini sağlama almak ya da arttırmak için türlü tuhaflıklara sarılmasını da beraberinde getiriyor. Döneme uygun adımlar atmak adına söylenecek söz ya da ortaya konacak işin niteliğinin hiçbir öneminin kalmadığı zamanlardayız. Hâkim politik kabullerin ve o politik havanın toplumsal alanda yarattığı etkiye uygun olarak ifade edilebilecek her türden saçmalık, yine yönetenler ve hipnotize olmuş kitleler açısından çoğu zaman normal karşılanmaktadır. Dolayısıyla sözü geçen türden ünlü simaların önlerinde saçmalaması için hayli geniş bir alan bulunmaktadır. Pekâlâ, akıl dışılık, vasatlık, vasat ötesi bir hiçlik gibi özellikler ekrandaki kişi için ün ve para olarak bir kazanıma dönüşebiliyor. İşte bu kazanma ihtimali üzerinden de az önce ifade ettiğimiz sıradanlık ve basitlik, söz konusu kişiler için kalıcı özellikler halini alıyor.

***

Attığı her adımı olay olan, yaptığı her işle, söylediği her sözle hayatımıza girmeyi başaran magazin malzemesi kişiliklerin tek ilgi alanları, talihsizlikten ibaret üretimleri olmuyor maalesef. Onlar ki siyasetten spora kadar her konuya dair sıra dışı çıkışları ile bir şekilde gündemde kalmayı başarıyorlar. Bunu yaparken de toplumsal alandaki en geri tutum ve duygulara sarılmayı bir an olsun ihmal etmiyorlar. Bugün için hitap ettikleri kitlenin toplumsal hafızasının zayıflığı, öteleyip, kutuplaşmanın bir ucuna attıkları diğer tarafta kalan kitlenin ise unutmama özelliğini hesap etmediklerinden olsa gerek akıllarına gelen her şeyi bir yerlere yaranma hevesiyle söze ve pratiğe dökebiliyorlar. Tıpkı zamanında Ahmet Kaya’yı linç etmeye çalışıp çözüm süreci denen süreçte Kürtçe türkülere sarılan ünlüler gibi. 

Evet; saçmalamanın sınırı yok. Kadın voleybol milli takımının Avrupa Şampiyonası finalinde Sırbistan’a kaybetmesinin ardından hemen ortaya çıkıp hiç bilmediği bir alana dair iddialı açıklamalar yapan Demet Akalın örneği gibi. Maç sonrası takımın antrenörünün neden yabancı olduğunu sorgulayan popçu, aslında Türk antrenörle şampiyon olunabileceğini iddia ediyordu. Elbette bu sözleri sarf eden kişinin spormuş, hocaymış umurunda olmadığını tahmin etmek çok zor değil. O, henüz maçın memleket üzerindeki etkisi geçmeden ortaya çıkıp, ilkel bir refleksle en kolay prim yapabileceği alan olarak gördüğü milliyetçiliğe sarılıp, sorunu “yabancı bir hoca” olarak tarif edip, çözümü de “Türklük” vurgusuyla ifade etmiştir. O gece yazdıkları ile pastadan payına bir şeyler düşmüş müdür bilinmez ama direksiyonu her an ırkçılığa kırabilecek özellikleri sebebiyle bu türden kimselerin kimi zaman yazıp çizdiklerinin sonuçları, tahmin edilenden öte provokatif niteliklere sahip olabiliyor. Sıla’nın rakısı da bunların hedefi olabiliyor, genç kadınların şortu da. Çünkü siyasal iktidarın hedefi olabilecek kişilerle kendi hedeflerine aldıklarını ortaklaştırmak, kariyerlerinin selameti için en garanti ve kısa yoldur onlar için. Tecavüze uğrayıp öldürülen kadınlara dahi “o da mini etek giymemeliydi” diyerek fatura kesen ünlüleri hatırlarsınız. Kendi üstlerinde yer alanlarla, yani siyasal iktidarla ilişkisini tam bir uyum ve biat üzerinden şekillendiren böylesi ünlüler, izleyici ile olan münasebetlerini ise yarattıkları illüzyon alanına tüketiciyi hapsetmek üzerinden belirliyorlar.

***

Bitirirken geçtiğimiz günlerde özlemle andığımız Çirkin Kral’a ve onun sinemasına, mücadelesine, sanatçı ve devrimci kişiliğine bir selam verelim. Sinemamızın dönüm noktalarından birisi olan Yılmaz Güney elbette daha yıllar boyu böyle anılmaya devam edecek. Yukarıda bahsettiğimiz içi boş sanatçılık kavramının sahipleri olan ünlüler ise rüzgâr tersine dönüp de yaratılan o illüzyonun etkisi geçtiğinde hayatlarımızdan çıkıp gidecekler. Gerçek sanatla kalın…