Bu memleketin gündemine yazı yetiştirmek falan mümkün değil. Bunu daha önce de çeşitli vesilelerle ifade etmiştik. Her gün ortaya çıkan yeni tartışma konuları zihnimizi fazlasıyla yorarken, arada kıyısından köşesinden tutabildiklerimize dair iki satır söz söyleme gayretidir burada yaptığımız. Son bir haftada memleket sathındaki tartışmalar biraz yoğun geçince bu yazıyla iki ayrı konuya iki çift söz edeyim istedim.

"BİRİMİZ GİTMELİ"

30 Kasım 1900 yılında bir otel odasına düşülmüş bir not bulunuyor. Zaman içerisinde bu iki kelimenin tarihe düşülmüş bir nota dönüştüğünü de söylemek pekâlâ mümkün. Bilenler vardır; 1900 yılı Kasım'ında Oscar Wilde ardında "birimiz gitmeli" şeklinde bir not bırakarak intihar ediyor. O günden arta kalan bu not, yüz yılı aşkın serüveninin ardından bugün önümüze düştü. Şahitlik ettiğimiz karanlığın karşısında sahip olduğumuz inanç ve umudun cesaretiyle, gitmelerin ve kalmaların zorunluluğunu hesap etmemize yardımcı oluyor. O, bin yıl öncesine hasret duyan karanlık ile düşlerimizi sarmalayan aydınlığın yanyanalığının imkânsızlığı fazlasıyla görünür durumda. Bu imkânsızlığın üzerinden de şahsen "birimizin gitmesi" gerektiği fikrinde hiçbir sorun görmüyorum. 

Geçtiğimiz günlerde İzmir'de Alevilerin evlerinin kapı ve duvarlarına yazıyla kusulan "Defol Alevi" şeklindeki kin ve kapılara konan bilindik işaretlerle beslenen düşmanlık yukarıda bahsettiğimiz bir arada olma durumuna dair imkansızlığın somut örneği olarak karşımızda duruyor. Eline, beline, diline hâkim olmayı ilke sayıp, geleceğe umut ve inançla bakanların, çocuk evliliklerini savunup, tecavüz ve tacizi, hırsızlığı ve yağmayı rutin pratiklerinin parçası haline getirenlerle ve yalanı ağızlarından eksik etmeyenlerle yan yana durmasını elbette beklememeli hiç kimse. Elbette aynı güneş değmemeli tenimize, aynı yağmurda ıslanmamalıyız, hüznümüz, acılarımız ve sevinçlerimiz aynı olmamalı onlarla. Bizim her can ağrımız, içimizdeki her sancı, gözümüzdeki her damla yaş onlarda nasıl zafer kazanmış hissi yarattıysa bugüne dek, hikâyenin geri kalan kısmı da onlarla aramızda bitmek bilmeyen, uzlaşmaz bir karşıtlık ile devam edecek, çok belli. Tabi hikâyenin devamında da “güneşli güzel günlerin” izini sürenler sanmayın ki ne mahalleden ne de memleketten "defolup" gidecek.   

"ŞARABIN GAZABINDAN KORK ÇÜNKÜ FENA KIRMIZIDIR"

Attila İlhan'ın o müthiş şiirinden bir parçayı da yazının bu kısmına serpiştirelim istedim. Hazır bir zatı muhterem, Kaftancıoğlu ve İmamoğlu şarap içti diye yaygara koparmaya çalışırken, şiirin bir dizesiyle konuya dair iki çift söz edilebilir. Şarap diyorduk. İnsanı aşka çağırır, yeri gelir içenin elinden tutup tarihin içerisinde şöyle bir gezdirir. Büyük göçlerin, savaşların, isyanların kıyısından geçip, kulaklarımıza tarihin masallarını fısıldar. Yani neredeyse insan kadar eskidir şarabın tarihi. İnsanın o büyük yolculuğunun şahitliğini yapmıştır. Her şafak vaktinin ve her gün batımının gökyüzü kızıllığıdır şarabın kırmızısı. Milyon yıldır içilir de bir Allah'ın kulundan bugünün üslubu ile bir itiraz duymamıştır kimseler. Ta ki konu, Ankara eski belediye başkanının gündemine girene kadar. Belki haberi yoktur, Hititlerde de rastlarız şarabın mayhoşluğuna, Anadolu’nun herhangi bir dönemdeki, herhangi başka bir sakininin hikâyesinde de. Binlerce yıllık Dipsiz Göl ve Hasankeyf’in yok edilişini zamanında kırılan fıskiye kadar dert etmeyen bir adama binlerce yıllık Anadolu medeniyetlerinden bahsetmek ne kadar anlamlı orası da ayrı tabi.

Şarap içmeyi suç ilan eden bu akıl almaz kara propagandaya “şarap değil, su içiyorduk” diye karşılık verenler de iki çift sözü hak ediyor. Unutmadan bunu da ifade edelim. İnsanları o masada içilenin su olduğuna ikna etmeye çalışmak, gerici bir saldırıya yine gerici bir refleksle karşılık vermekten başka bir anlam ifade etmez. Tavrınız, şarap içmeyi çok sıradan bir iş olmaktan çıkartıp, sizleri de toplumun en geri kesimlerinin en çağdışı özellikleri ile uzlaşmaktan başka bir yere götürmez. İçtiğiniz altı üstü iki kadeh şarap olsun, umre ziyaretinde viagradan ölmediniz sonuçta. 

Bu türden adamlara da Anadolu’nun aydınlığı ile karşılık verin. Sözünüz ışık olsun, Kul Nesimi gibi. 

“Sofular haram demişler

Bu aşkın şarabına 

Ben doldurur ben içerim

Günah benim kime ne”