Geçen hafta “Bekçi Şiddeti” başlıklı haber gündeme bomba gibi düştü. Olay İzmir Karşıyaka sahilinde yürüyen 20 yaşında bir gence üç bekçinin kimlik sormasıyla başladı. Gencin bekçilere kimlik göstermeyi reddetmesiyle tırmandı. Bunun üzerine, bekçilerin gence karga tulumba ters kelepçe takmasıyla olay büyüdü ve çevredeki vatandaşların tepkisine neden oldu. Olayın videosunu çekenler “polis çağıralım mı?” diye sorunca bekçilerin “gerek yok, polisiz kardeşim, hayırdır, neden arıyorsun polisi?” tepkisiyle karşılaştılar. Emniyete götürülen genç suç kaydının bulunmaması üzerine serbest bırakıldı. Küçük ama anlam bakımından büyük bir olay “Bekçi neden gerekli?” sorusunu sorduruyor. Akla gelen başka bir soru da “Emniyet güçleri yetersiz mi ki bekçiye gerek duydunuz?” şeklinde ortaya atıldı. Olay kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. “Şimdiden İran’daki ahlak polisi gibi davranmaya başladılar”. “Bekçilere verilmek istenen yetkilerinin sınırını kim belirleyecek?” “İktidar partisinin kolluk görevini görecek olan bu bekçileri kim denetleyecek?” başlıklı sorular havalarda uçuştu. İktidar ve muhalefet arasındaki sert tartışmalar meclise taşındı oradan televizyondaki tartışma programlarına yansıdı. Sokaktaki vatandaş tepkisini sosyal medya paylaşımları üzerinden dillendiriyor ve olayın videosu halen internette en çok izlenenler arasında yer alıyor. Bekçiler üzerine açılan tartışmalar henüz hız kesmeden bu sefer de bekçilerin “yetkilerinin genişletilmesine” ilişkin kararlar gündeme geldi. Silah taşıma yetkisi verilen bekçilerin polis ve jandarmaya bağlı olarak çalışacak olması “polis görevini yapmada yetersiz mi kalıyor?” sorusunu da beraberinde getiriyor.

Bekçiler üzerine çıkan bu tartışmalar, Orhan Kemal’in ölümsüz eseri Bekçi Murtaza’yı hatırlatıyor. Bu eser yıllar önce Semaver Kumpanya tarafından tiyatro sahnesine büyük bir başarıyla aktarılmıştı. Oyun toplumdaki sınıf ayrımını, sıradan insanları umutları, çaresizlikleri, hayal kırıklıkları ve yoksul hayatları üzerinden anlatıyordu. Bekçi Murtaza tam da geçiş dönemi yaşayan bir ülkenin kendini bulma macerasında, yitirdikleri ile kazanımları arasındaki savruluşların bir hikayesidir. Orhan Kemal Bekçi Murtaza’yı anlatırken cahil ama dürüst bir adamdan yola çıkmıştır. Olaylar kendi inandığı doğrular üzerinden etrafındakileri yönetmeye çalışan küçük bir adamın çevresinde gelişir. Komedi, dram iç içe geçerken dürüstlük, görev aşkı ve yoksulluk arasında savrulan Murtaza’nın açmazlarını izleriz. Orhan Kemal hikayeyi naif ama keskin bir dille anlatır. Ama hayat bu kadar naif değil. Çünkü bir sonraki adım sokaklarda kurulacak korku imparatorluğuna ve kaosa giden yolun taşlarını döşüyor. Cehaletin eline verilen geniş yetkilerin toplum için çok büyük bir tehlike oluşturacağı açık. İlkokul mezunu bekçi adayları üç aylık bir kurstan sonra silah taşıma yetkisi dahil olmak üzere geniş yetkilerle donatılarak sokaklara salınması ülkeyi nereye götürür? Geçen hafta yaşanan en basit örnekte, sıradan vatandaş “bana nasıl kimlik sorarsın? Sen kimsin? Asıl sen bana kimliğini göster? Bu yetkiyi nereden alıyorsun?” bile diyemezken gerçekten bir hukuk devletinden bahsetmek mümkün mü? Aklına gelen herkesin istediği şekilde insanları tutuklayacağı, mesela kişisel husumeti bulunan kişileri sorgusuz sualsiz götüreceği, şiddet uygulayabileceği, hatta öldüreceği bir ülke hayal edin. Herkesin kendi kendini savunmak zorunda kalacağı, herkesin kendi adaletini kendi sağlayacağı bir ülkede sokaklar neye döner? İlkokul mezunu bu bekçileri kim denetleyecek? Yasaları kendi kafalarına göre uygulamaya kalkan bu bekçilerden bizi kim koruyacak?