Merhaba Mukadder Abi,

Ne zamandır şöyle bir fırsat yaratsam da geniş geniş otursak diye geçirmekteydim aklımdan. Her yanını belgeliğe çevirdiğin salonda mı otururduk (evet evet, vaktin büyük bölümünü orada geçirirdik; önceki gelişimde öyle yapmıştık...) yoksa kütüphanenin bir parçası olmanın yorgunluğuyla az biraz hüzünlü odanda mı? Belki de salonla bir balkonunda... Bir şey değişmezdi ki sonuçta... Sohbetin bir yerinde ya bir film afişinden ya bir kayıttan ya da bir oyuncudan (ne çok oyuncunun posteri, fotoğrafı vardı sende!), belki bir dergiden açılınca söz, onca kalabalıkta, elinle koymuş gibi bulup çıkarırdın onu. Sonra git gel, bu böyle olmayacak, iyisi mi salona geçelim, der kurtulurduk.

Çığlık çığlığa martılarla denize gülümseyen balkonun da ne güzeldi be Mukadder Abi!

“Şurada bir rakı içelim!” hayranlığımı açık edince ben, “Ne zaman istersen Yurdakul Bey!” demiştin de kızmıştım sana: sahi o “bey” de ne oluyordu... Öyleydin işte. Biz ne denli “yakın” seslensek de hukukunun eskilere dayandığı az sayıda dostun dışında herkes “bey”di, “beyefendi”ydi, “hanımefendi”ydi senin için.

İyice yakındım taşlamalarına da öyküyle yolculuğun iki türlü şaşırtmıştı beni. Bir, haberim yoktu öykü de yazdığından; iki, öyküde de işlekti, başarılıydı kalemin.

Aaa, öykü dosyan, “Güneş Benim En Eski Arkadaşımdır”, bende kaldı, biliyor musun? Hani, aklına düşerse arama diye söylüyorum. Büyük bölümünü okumuş, isteğin üzerine düzeltmeler de yapmıştım üstünde; hem de kurşunkalemle... onu da sen istemiştin. Dolmakalem neyse ama pek aran yoktu tükenmezkalemle. Hatırlar mısın, benim bir kitabım için aldığın beş sayfayı aşkın not da kurşunkalemleydi. Mühendislikten gelen bir alışkanlık ya da çalışma disiplini olmalı bu. Unutmadan; çok yararlanmıştım o notlarından. Kimine de karşı çıkmıştım. Nedenini söyleyince bana hak vermiştin.

Şu öykü dosyan var ya, onu karıştırdım az önce. Adına “Greed” dediğin öykünde ne güzel anlatmışsın kendini! Bak, giriş bölümü şöyle:

Annem, o güzel gözleriyle mavi mavi bakıyor:

- Bana “greed” sözcüğünü açıkla, diyor.

“Nereden aklına geldi bu “greed” sözcüğü?” diyorum. Bu, İngilizce bir sözcük...

Annem, başka bir şey söylemiyor; “greed” sözcüğünü açıkla der gibi sürekli bakıyor bana.

- “Greed” yani hırs, açgözlülük demektir, diyorum. “Hırs”, sonu gelmeyen istek olarak da yorumlanır. Açgözlülüğü ise açıklamama gerek yok.

Ne hırsım ne de açgözlülüğüm oldu hayatta...

Zaten ailemizde hiçbirimizin hırsı ve açgözlülüğü olmadı. Kardeşler, birbirimize yardımcı olduk hep. Birbirimizin sağlığını, iyiliğini istedik yani... Okulları, üniversiteleri bitirmede birbirimize yardımcı olduk. İyi insan, erdemli insan olmaya çalıştık...

Hep güzel şeyler yapmak istedim hayatta. Alçakgönüllüyüz. Alın teriyle kazanıp onurlu ve erdemli bir yaşam sürmekteyiz anneciğim.

Kitaba, yazıya, şiire, sinemaya, tiyatroya, felsefeye tutkumuz var...

Anımsadın değil mi?

Neye tutkun varsa hepsinde de yakaladığın belli bir derinlik vardı Mukadder Abi. Ama taşlamayla sinema sanki birkaç adım öndeydi.

Sahi senin “divan”/ “Mukadder Divanı” (Onun da taşlamasını yazdın ya!), basılmadı değil mi?

Dumansız Buluşmalar”a gideceğimizde, çoğun metronun Göztepe istasyonunda -ama asansörün önünde (merdivenden uzak durman gerekiyordu ya)- buluşmalarımızı anımsadım da her seferinde benden önce gelişin nedeniyle mahcup hissederdim kendimi, derken saatime bakar, az da olsa vaktinden önce orada oluşumla teselli bulurdum. Hoşlanmazdım sana gecikmekten. Dakik hatta erkenciydin. “Ben de şimdi geldim!” teselli cümlendi her seferinde...

Bir de o yakınlardaki fırından, dostlar için neredeyse her sefer aldığın kuru pastalar... Sen benim yemeyişime şaşardın, ben senin iştahla götürüşüne...

Bir şey daha var, o da şimdi düştü aklıma: onca yıldır dostluk ettik de senin şu ünlü taşlaman, “Amerika I Love You” yok mu, onu “Ustura” dergisinde okumuştum yıllar önce. Ve niye, bilmem, bunu söylemedim sana!

Kütüphanemden “Ustura”ları buldum, 38. sayısında çıkmış senin taşlama. 20 Temmuz 1969’da. Dile kolay, elli yılı bulan arkadaşlık! Gülme, bir şey daha var, bundan da söz etmedim sana: İzmir’e geldiğim yıl, ilk karşılaşmamızda yani tanıştırınca dostlar, ilkin çok şaşırmış, heyecanlanmış, sonra da mutlu olmuştum. Sonrası dostluk, dahası komşuluk.

Yazacak ne çok şey birikmiş be Mukadder Abi! Oysa ayrılalı, şunun şurasında ne oldu ki?

Bitirirken iki habercik de sıkıştırayım şuracığa: Sana bir mektup da Oğuz (Tümbaş) abi yazdı. Başlığı da hoş: “‘Deliboran Küçük Dev’ Mukadder Özakman da”. Bir de Selçuk Oğuz, ne diyor senin için, biliyor musun: “Benim deliboran küçük dev ağabeyim!” Fark ettin, değil mi? Oğuz abinin başlığı Selçuk’tan!

Portre karikatürün mü? Turan İyigün çizdi. Beğendin mi?

Öykülerin bana emanet, meraklanma sen!