Anadolu, bağrında farklılıkları bir arada yaşatır. Herkes, kendi rengi ile, diğer renkleri kardeş bilerek yaşar!

Bir harmonidir, Anadolu. Bu renkliliği sağlayan, Laikliktir.

Ülkemizdeki laikliğin tarihsel süreci uzun bir geçmişe dayanıyor. 1924 Anayasası’nın 2.maddesinde; ‘’Türkiye Cumhuriyeti’nin dini islamdır’’ demektedir. Daha sonra 1928 yılında Anayasa’da yapılan bir değişiklikle, Türkiye Cumhuriyeti’nin dini islamdır, maddesi kaldırılmıştır. Nihayetinde; 1937 Anayasası’na ‘’Türkiye Cumhuriyeti laiktir’’ hükmü girmiştir.

Laiklik; genel anlamda dinin, devlet işleri ile karışmaması durumudur.

7 Mart 1989 tarihinde Anayasa Mahkemesi laiklikle ilgili yorum getirerek, ‘’Laiklik; egemenliğe, demokrasi ile özgürlüğe ve bilgi bileşimine dayanan toplumsal bir atılım, siyasal, sosyal ve kültürel yaşamın çağdaş düzenleyicisidir. Onurunu üstün tutarak bireye kişilik ve özgür düşünce olanaklarını veren, bu yolla siyaset-vicdan ayrımını gerekli kılarak vicdan ve dinsel inanç özgürlüğünü sağlayan ilkedir. Dinsel düşünce ve değerlendirmelerin geçerli olduğu dine dayalı toplumlarda siyasal örgütlenme ve düzenlemeler dinsel niteliklidir.’’ demiştir.

Bugünkü anayasamızın 2.maddesinde; ‘’ Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir’’ hükmü yer almaktadır. Bu ilkeyi uygulama ile tehlikeli hale getirmiş olan diyanet işleri buna ilişkin Anayasa’nın 136.maddesinde, ‘’Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, lâiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir." Ancak Diyanetin uygulamalarına baktığımızda, bütün siyasi görüş ve düşüncelerin dışında kalıp kalmadığı, milletçe dayanışma ve bütünleşme amacını taşıyıp taşımadığı tartışılır hâle gelmiştir.’’ hükmü ile tanımlanmıştır. Ancak Diyanetin uygulamalarına baktığımızda, bütün siyasi görüş ve düşüncelerin dışında kalıp kalmadığı, milletçe dayanışma ve bütünleşme amacını taşıyıp taşımadığı tartışılır hale gelmiştir. Öyle ki Diyanet İşleri Başkanı İzmir’liler için ‘’İzmir’in farklı bir dindarlığı var’’ demiş ve İzmir’lileri ötekileştirmiştir. Diyanetin, insanların imanını neyle ölçmekte olduğu sorusu gündeme geliyor. Peki yasada da yazdığı gibi dayanışma ve bütünleşme değil mi amaç!

Biz İzmir’liler, hukuku üstün gördüğümüz ve ‘Tanrı’ ile ‘Kul’ arasına kimsenin giremeyeceğini bildiğimiz, ibadetin sadece kendisi için yapıldığını düşündüğümüz, gösteriş yapmadan yardımlarımızı yaptığımız için mi farklıyız? Yoksa giyimlerimizden ötürü mü? Peki dinimiz, baskı yoktur, her birey özgürdür demez mi! (Bakara 256.Ayet şöyledir: ‘’Dinde zorlama (ve baskı) yoktur…’’ )

İbadet bir insan hakkıdır, Laiklik de… Birbirimizi kırmadığımız, ötekileştirmediğimiz, baskı altına almadığımız, zorlamadığımız zaman en büyük iyiliği yapmış olacağız insanlığa. Laiklik, dün olduğu gibi bugün de, yarın da bizi egemenliğe, özgürlüğe, bir arada yaşayabilmeye, bireylerin haklarını bir zırh gibi korumaya ve savunmaya devam edecektir.

Laiklik toplumda demokrasinin, her insan için hiçbir ayrım gözetmeksizin temel hak ve özgürlüklerin güvencesi, toplum olarak bir arada yaşamanın, kalıcı ve sürekli bir barışın yaşanmasının temel harcıdır. Buna sahip çıkmak geleceğimize sahip çıkmaktır.

- - - -