Son günlerde yeni bir kadın oyunu üzerinde çalıyorum. Karakterlerim ise, bir şekilde yolumun kesiştiği, hayatın içinden kadınlar.

Bütün karakterlerim ölmeden yaşamak için direnen kadınlar.

Yazarken içim umutla doluyor. Her biri için mutlu bir hikâye kuruyorum.

Mesela ölümle tehdit edilen bir karakterim kurtuluyor zorla tutulduğu hapishaneden. Gelip karşıma oturuyor, karşılıklı kahve içiyoruz. Yaşama sarılır gibi birbirimize sıkı sıkı sarılıyoruz.

Bir an içimi bir huzursuzluk kaplıyor.

Ya ben bu kadınların ölmeden önceki son günlerine tanıklık etmişsem!

Ya ben onları yazarken onlar çoktan öldürülmüşlerse!

Ya benim kurguladığım dünya ile gerçek dünya arasında hiçbir gerçeklik yoksa!

Ardı arkası gelmeyen sorular soruyorum kendime.  Çünkü inanmak istiyorum yazdıklarıma.

Cesaretimi topluyorum ve yazmaya devam ediyorum.

Ölmemeliler!

Aylardır kafamda yaşayan kadınlarla el ele verip yeni bir dünya kuruyoruz.

İnsanca yaşamanın mümkün olduğu bir dünya! Ölüm korkusunun olmadığı bir dünya! Kadın olduğumuz için ağır bedeller ödemek zorunda kalmadığımız bir dünya!

Yüzlerce binlerce kadın arasından birkaçını seçmek zorunda kaldığım için üzülüyorum. Aklım hep diğer kadınlarda kalıyor.

Benim hikâyemde her şey yoluna giriyor. Kurgusal gerçekliğimin içinde kendimden emin ilerliyorum.

Gündeme yeni bir kadın cinayeti haberi düşüyor. Her gün olduğu gibi bugünde bir kadın katlediliyor.

Bütün kurgum tuz buz oluyor.

İnanmak istediğim kurmaca hikâyelerimle kalakalıyorum.

Böylesi korkunç gerçekliğin içinde, kurmaca yazmaya çalışmanın boş ve anlamsızlığını sorguluyorum.

Benim yazdığım oyunda bütün kadınlar yaşıyor.

Hepsi kendi hayatları için yola çıkıyorlar, ama gerçek hayatta kadınlar ölü.

Yaşarken ölüyorlar. Öldürülüyorlar…

Yaşamak denen şey kurgusal bir gerçekliğe dönüşüyor.

Dramatik olanın ilkeleri bir bir yok oluyor.

Yazdığım ne varsa inandırıcılığı zorluyor.

Ne ilginç ne de inandırıcı oluyor…

Günün sonunda her zaman bir ölü oluyor, onun da adı : "Kadın" oluyor…