Keşke, CoV 19, 2019'da değil de 1939'da ortaya çıksaydı. II. Dünya Savaşı’nda kimse ölmeden virüs, dünyayı eve soksaydı.

Hayatı durdurup sokağı yasaklasaydı.

Halkın sokağa çıkmasını engellemek için SA çakallarına gerek kalmasaydı.

Sokağa çıkma yasağı Hitler'i de kapsasaydı.

Himmler, Göebbels, Göring, Röhm, Eichmann, Mengele canileri ve eşi Eva Braun’la arasına “aaa-sosyal” mesafe koyup, kendini izole etseydi.

Hep birlikte evlerinde kalsalardı.

Ne Ural Dağlarına ne Kuzey Kutbuna ne Akdeniz'e, ne Afrika'ya niyetlenmezdi. “Safkan” Alman ırkının on binlerce gencine, meydanlarda kitap yaktırmaz, milyonlarcasını evlerinden uzakta ateşe atmaz, soğuktan kırılmalarına neden olmaz, katile dönüştürmezdi.

Belki milyonlarca Yahudiyi toplama kamplarında yakmaz, milyonlarca yurtseveri, solcuyu, komünisti, insanlığını koruyan herkesi “etkisiz” hale getirmeye kalkmaz; çelimsiz, engelli, aykırı, işe yaramazları (!) "eradike" etmezdi.

Ahh keşke! O zaman Birleşmiş Milletler gibi dünyayı “yöneten” bir örgüt olsaydı. Dünya Sağlık Örgütü bile kurulmamıştı ki!

Dünya “beşten büyük” olduğunun henüz farkında değildi. Herkes kendi işini kendi görüyordu. Belki de öyle sanıyordu.

O zaman da herkes, kendi O hal’ini kendi ilan etse, evindeki en uzak odalara çekilse, uzaktan esnek çalışsaydı, aah çalışsaydı! Sosyal güvenlik ve sigorta gerekmeseydi, sendika, grev, siyasal örgütlenme olmazdı.

Kimin komünist, kimin Yahudi olduğunu bilmeye gerek kalmazdı. Aykırı olanın internetini, işe yaramayanın mamasını kesmek yeterdi.

Evinde kişi başına ikiden fazla oda düşenler, yedi kişi bir odaya sığmaya çalışan komşuları ile ‘odalarını’ ve ‘dengeli’ beslenme imkanlarını, birbirlerine dokunmadan, temassız paylaşsaydı, ahh paylaşsaydı. Küresel ısınma da durur muydu?

Herkesin evinde güldür güldür içilebilir su aksaydı, içme suyu ticaret metaı olmasaydı ve zeytinyağı ve sabun ve cümle yaşam girdisi erişilebilir olsaydı.

Yemek programlarını, gezi programlarını, müzik kanallarındaki gibi saatinde şömine, güzel memleket görüntüleri ve ziyafet sofralarıyla donatsalardı Apartman bodrum katlarının pencerelerine dağ, orman, deniz, güneş manzarası astırsalardı. İstanbul'dakilere Boğaz manzarası anlamlı olurdu.

Her odada HD televizyon, her odada bedava hızlı internet, her odada bilgisayar bulunsaydı. Gerekmez mi! Neden? Fazlası göz mü çıkarır! Herkes bir gün yaşlanacağını, yaşlılığın hastalık olmadığını, yaşlanmanın çaba gerektirdiğini, öğrenseydi. Ölümün, hastalığın elma sepetinde Kız Kulesi güzeline bile ulaştığını görseydi. Aah görseydi. Keşke görseydi.

Müsterih olalım. Dünya birbirinden parlak liderlerce yönetiliyor. Hiçbir ülkenin ‘Kraliyet Virüsü' mücadelesindeki başarısı tartışılabilemez. Hiçbiri, hiçbir tedbiri eksik bırakmadı! Büyük basiret ve yönetim becerisiyle bilimin aydınlatıcılığında salgına karşı memleketlerini korudular. Hepsi başarı yarışında tam puan aldılar. Almadılar mı? Onca TV yalan mı söylüyor.

Gerçi Ülkelerin bu başarısından kuşkuya düşmüyor değilim! Yoksa ‘sorular çalınmış’ olmasın. Yok yok olmaz öyle şey! Olur mu?

***

CoVid, yoksulları, yaşlıları, hastalıklıları, her gün çalışmak zorunda olanları, sığınmacı kamplarında dip dibe yaşayanları kötü çarpar.

Hasta olmak suç değil, hasta olan öteki değil, insandır. Hastalanmadan öğrensek, ah bir öğrensek.

Yüzbinlerce işyeri, işletme, tesis, fabrika, havayolları, AVM’ler, oteller, devasa şirketler kapı kapatıyor. Virüs bu yapıları ne zaman sardı da hasta etti? Bilen açıklasın.