Merhaba Erol Abi,

Ankara’da gözümü açtığım ilk yer Hergele Meydanı’ydı. Bildiğim yoktu o gün ama bir yanıyla bir meydana “hergele” adının verilmesi hoşuma gitmişti, bir yanıyla da meraklanmıştım. Sonradan belledim. Nedendir, bilmem; eşyamızı taşıyan kamyon, bir süre durmuştu Hergele Meydanı’nda. Sabahın erken bir saatiydi. Babam, birer Ankara simidi almıştı. Yanında da muhtemeldir ki sabah çayı. Sonra yine egzoz homurtusu...

On iki yaşındaydım ve sorularım hep aklımda uçuşup dursun hevesindeydim.

Niye orada durmuştuk? Ankara’ya her gelen buradan girer şehre, ondandır bir soluklanır burada, sonra nereye gideceklerse...

İyi de niye Hergele Meydanı? Aslı “her gelen” meydanıdır. Zamanla iş arayanların, işsizlerin, berduşların, aylakların toplaştığı bir yer olup çıkmış; olmuş sana Hergele Meydanı.

Babam bunları çok sonra anlatacaktı. Ve ben Hergele Meydanı’nı, Ulus’u, Samanpazarı’nı, Hamamönü’nü... vakitlice her sokağa çıkışımda yeniden keşfe duracaktım.

Bunları niye mi yazdım şimdi sana? Yok, durup dururken değil! İmparator’u okuyunca yeniden ama bu kez günlerce dolaşmıştım o eski, tarihi semtleri. “Tarihi” deyince de aklıma senin roman sanatı üzerinden “tarihi-tarihsel” değerlendirmen geldi.

“İmparator”, henüz “Bakkaldan Çokzade Fehmi”dir, kağnılarla sokak sokak dolaşıyor. Yok yoksul insanların çatılarında varsa beş on kiremidi, üstelik kendileri indirmek kaydıyla, yok parasına satın alıyor. Ve onları, “devlet”e, birkaç katına satıyor... Kağnılardan yükselen tekerlek gıcırtılarını o sokakların nerdeyse hepsinde yeniden duymuştum. Sonra o tekerlek izlerini, öküzlerin ağır, vakur yürüyüşlerini, kapı önlerinde süren pazarlıkları...

Aradan geçen onca zamana karşın niye kaldı aklımda bu ayrıntı? Çünkü “roman ayrıntıyı işleme sanatı”ydı. Dolayısıyla senin, bir dönem gerçekliğini romana dönüştürmekteki başarın yatıyordu bu anımsamanın altında.

İmparator’u, Kördüğüm’ü, Acı Para’yı, Günü Gününe’yi, Aydın ve Çağı’nı indirdim rafından... Ötekileri vermişim birilerine, dönmemişler ki çıkmadılar karşıma. Tanışıklığımız 1974’ten bu yana sürer ve bu üç romanın (sonra ötekiler de katıldı) o yıldan bu yana taşınır durur benimle. Epeydir de senin Manisa’dan sonra yol düşürdüğün; kol işçiliği, sigortacılık, banka memurluğu yaptığın İzmir’deyiz.

Sevgili Erol Abi,

İstanbul’da kesişince yollarımız İmparator’u uzatıp hikâyeyi özetlemiştim de “Demek on beş yıldır seninle! Memnun oldum.” deyip şunu yazmıştın: “Okumak yazıya değer katar!” Sonrası? Sonrası, ilk yıllardaki gibi... kitaplarınla ve dergilerde buluşmalar...

Bir yanda ekmek ve emek mücadelesi, bir yanda edebiyat... 15, 16 ve 17. yüzyıllara uzandın, Osmanlı’dan bu yana toplumsal değişim dönemlerini ve günümüzü de anlattın. Yalnızca roman değil deneme, hikâye, inceleme, masal ve oyunlar da yazdın. Ama ben 12 Eylül karabasanının hemen ardından doğan Yazko’daki emeğinin de altını her defasında kalın kalın çizmeyi isterim. Hele o 1983-84’te genel yayın yönetmenliğini üstlendiğin aylık Yazko Edebiyat ve “haftalık sanat ve kültür dergisi” Somut! Gazeteydi aslında. Yazıyı yarıda bırakıp Somut’lara gömüldüm yıllar sonra. El izlerime, göz izlerime dalıp gittim. Otuz sekiz yıl önce altını çizdiklerime göz attım. Bir şey var ki manşetlere bakınca günümüzden dirençli bir gazeteyi okuduğum duygusuna kapıldım.

Basın Kanunu Baskı Kanunu mu?” (24 Haziran 1983)

Dünyanın en güzel şeyi barıştır” (5 Ağustos 1983)

Kıyılarımız: Yağma Hasan’ın Böreği” (19 Ağustos 1983)

Haksız mıyım?

Sevgili Erol Abi,

Sen ki yeryüzündeki tüm sömürü çarklarının kırılmasını, emeğin en yüce değer bilinmesini kararlılıkla haykırdın, dost Ayhan Altay’ın dilinden söyleyeyim: Yerin her zaman kitaplıklarımızın başköşesidir.

........................

Erol Toy (yazar/ 1 Ekim 1936/ 14 Mart 2021)

İmparator, Erol Toy, roman, MAY Yayınları (1973), 20. baskı: 1974

bkz.: Söz Uçar Yazı Kalır-Yüzyılın Son Tanıkları, Feridun Andaç, söyleşiler, Can Yayınları 2002, s.252-259

agy, s.258

Yazko: Yazar ve Çevirmenler Yayın Üretim Kooperatifi