Merhaba Şadan Abi,¹

Vapur yolculuğuna bayılırım. Bir nedeni de odur, çok severim Karşıyaka’ya uzanmayı. Bir şey var ki o yolculuğu vapur dururken otobüsle yapmayı seçenlere de akıl erdiremem. Ne ki o vapurlar da küsülü şimdi. Çoğun deniz otobüsü diye konserve misali bir şeyler gider gelir oldu İzmir’de de iki yaka arasında. Oysa martılarla üleşmek için kıyıdan kucakladığımız gevreklerle bindiğimiz vapurlar başkaydı. Hele 9 Eylül Vapurunda olmak, şiiri ve seni düşürürdü aklıma. Ne iyi etmiştin de Ahmet Piriştina, senin önerinle 9 Eylül Vapurunun en ışıklı yerine Erdoğan Çokduru’nun dizelerini yakıştırmıştı ve sen ne güzel seslendirirdin bu güzelim aşk öyküsünü:

Güzelyalı’dan bir okaliptüs/ Bir palmiyeye vurulmuş Karşıyaka’dan/ Gelgelelim arada koskoca deniz/ Ah palmiye, ah okaliptüs...”

Sevgili Şadan Abi,

“Şiiri alın benden geriye bir şey kalmaz!” da demiştin değil mi bir söyleşi sırasında. Bunları anımsayıp da Bademler’e uzanmadan olur mu?

Efes Müzesi’nin kurucusu, efsane müdürü Musa Baran’ı uğurluyorduk. Gömüt taşlarından birinde “erken öldün baba” sözünü gösterip “İşte Cemal’in son şiirinin (Üstü Kalsın) kaynağı...” deyişin de durur kulağımda. Şair, halkın farkında olmadan dediğini büyük bir farkındalıkla işleyip sunandır demeye getirmiştin sessizce.

Bir de Salihli’de, Şiir İkindisi’nin gecesinde “mezar taşına yazılacak şiirini” sormuştun da Cemal Süreya, “En sevdiğin şiirin hangisi sorusunun Şadancası mı bu da?” demişti.

Biliyorum çok severdin Cemal Süreya’yı, Erdoğan Çokduru’yu, Berin Taşan’ı, Çınar Çığ’ı... Sonra Melih Cevdet’i, Ali Yüce’yi de öyle. Hani o “İzmir’e gittiniz mi hiç?/ Salihli’den geçerken/ Bağlar yolunuzu kesti mi?/ Asma gibi kızlarla/ Kız gibi asmalar/ Halay çekerken kol kola/ Analarından izin alıp/ Katıldınız mı aralarına?” dizelerini Salihli yolunda ne güzel okurdun. Ama “Türk şiirinin N Vitamini Nâzım Hikmet’in ‘Samansarısı’ şiiri, dünya şiirinin senfonisidir. ‘Tuna Üstüne Söylenmiştir’ de onun uvertürüdür.” deyişini de şuracığa iliştirivereyim.

Aslında şiiri çok severdin sen. Gördüğün, duyduğun, okuduğun her dize sinek kâğıdı belleğine sorgusuz yapışırdı sanki. Bir şiirini olsun ezberinden okumayacağın bir şair yoktu İzmir’de... Bir de kiminle tanıştırılsan ilkin adını bilmek ister hemen ardından o adı da içeren birkaç dizeyi armağan ederdin tanışmanın sıcaklığına.

Sevgili Şadan Abi,

Seninle geçmişe, hele ki dünden izler barındıran bir mekânda yolculuk da tanıma sığmazdı. Merak nedir; öğrenmeyi, anlatmayı, paylaşmayı sevmek nedir sorularına hep Şadan Gökovalı diye yanıt veresim gelir.

Bazı insanlar nasıl meraksız olabilir, onu da merak ederim ben... Rehber gruptan, hoca öğrenciden, konuşmacı dinleyenlerden çok şey öğrenir... Biz sizinle ne yapıyoruz? İyonya’yı paylaşıyoruz... Bana sorarsanız bütün sanat ve bilim dallarının kurucusu İyonyalı(dır).” dediğin de kayıtlıdır akıl defterimde.

İnciraltı’daydık, göl kıyısında. “Bir Sabah Uğradım Göl Kenarına...” ezgisi dolandı dilimize. Başımızda gölden akan ince yel, Orhan Veli’nin martıları... İstanbul’a, Galata’ya varıp geliyoruz. Aklımda bunlar uçuşuyor kahvelerimizi yudumlarken. Kırk yıl hatırlı kahveler kırk yıllık dost Cevher’den.

Süleyman Bulut aradı. Geçen hafta Enver Ercan’a yazmıştım, biliyorsun. Balıkçı’dan emanet “merhaba”nın ardından sözü o mektuba getirdi.

Şifreyi koymuşsun, neymiş hikâye, anlat bakalım...” Ve ekledi: “İnsan her zaman ip çekmez ya oyunda. Gün olur çöp çeker, sözcük çeker, harf çeker... Çoğalır oyunlar.

Çoğaldı sohbet. Hem Enver’i, Cemal Süreya’yı, Can Baba’yı, Doğan Hızlan’ı konuştuk hem de senden açtık sözü. İnciraltı’yı, kıyıdan kıyıya tek sıra yol alan karabatakları, onlarla hısımmış gibi aralarına karışan martıları, kıyının bir yakasını pembeye çeviren flamingoları, daldan yere, yerden göğe, inadına göğe bakan kargaları da söyledim. Boğaziçi Üniversitesinin itilen kakılan, tutuklanan öğrencilerinden, salgından, pahalılıktan, yalandan dolandan haberi olmayan hava ılık, göl durgun, cümle kuşlar sakindi.

Sevgili Şadan Abi,

Dünyanın çok önemli antik yapılarından birinde, Afrodisias Stadyumundaki konuşmanı şöyle bitirmiştin:

Prieneliler niye mutlularmış bilir misiniz? Bu soruya şu yanıtı verirlermiş: ‘Evlerimizi ustalara kurdururuz, ülkemizi iyi yöneticilere teslim ederiz de ondan.’

Demek ki mutsuzluğumuz yalnızca evlerimizin kötü oluşundan değil!

Mektubum salimen ulaşsın sana diye bir “Ya Kebikeç!” iliştireyim şuraya, tıpkı bana otuz yıl önce ilk karşılaşmamızda kitabını imzalarken yazdığın gibi...

........................

¹Şadan Gökovalı (ülkesel rehber, akademisyen, gazeteci, yazar/ 15 Mart 1939-31 Ocak 2021)