Merhaba Önder Abi,¹

Yıl 1992, mevsim sonbahar. İzmir’e adım atalı şunun şurasında olsun olsun iki ay. Çalıştığım gazete için kültür sanat haberleri de yapmaya heves ediyorum. Sergiler, söyleşiler, tiyatro oyunları derken kendimi, fotoğraf makinem omzumda, bir akşam İzmir Devlet Senfoni Orkestrası’nın konserinde buluyorum. Mevsimin ilk konseri. Orkestrayı, Işığı Taşıyan Adam, Kırk Yılın Sesi diye nitelediğiniz Hikmet Şimşek yönetecek. Keşke programı da anımsayabilseydim.

Vakitlice gelmek ne güzel! Koltukları gözden geçiriyorum. Önde, ortada siyah gözlükleriyle oturan (o da zamanında gelmiş) dikkatimi çekiyor. Soruyorum gazeteci arkadaşlarıma. “Önder Hoca...” diyorlar. Soran bakışlarımla sözün kalanını da söyletiyorum: “Konservatuvarda hocadır. Müzik eleştirmenidir. Hiçbir konseri kaçırmaz, esaslı bir dinleyicidir...”

İçlerinden birinin aklına geldi: “Gel seni tanıştıralım Hocayla...”

Elinizi ustalıkla uzattınız. Her zaman olduğu gibi yanınızda sevgili eşiniz Yıldız Hanım. Dar vakte sığan kısacık sohbetin ardından konser başladı. O günden sonra her konser öncesi salona geldiğim(iz)de gözlerim(iz) sizi ve Yıldız ablayı aradı hep. Siz ikinci buluşmamızda “Önder Öğretmen”diniz, eşiniz “Yıldız Abla”mızdı artık.

Salonda yoksanız, bilirdi dostlarınız nedenini... Ya gazeteci Semra Saygı’dan alırdım haberinizi ya da Piraye ablaya (onu da konserlerde tanımıştım) sorardım. Gelememişseniz, nedendir bilmem, eksik bir konser olurdu benim için o akşamki.

Çıkışta iyi akşamlarımıza konser üzerine düşüncenizi sormayı da eklerdim kimi gün. “Çok güzel, çok başarılı buldum. Harikaydı...” dediğiniz de olurdu; hepimizi sessizce esenleyişiniz de. Anlardım ki o akşam pek de mutlu ayrılmıyorsunuz salondan.

Sevgili Önder Öğretmenim,

Gün geldi TÜRGÖK’le kesişti yollarımız.

2000’li yıllardayız artık. Mavisel Yener’le buluşacağız. “Öğleden sonra TÜRGÖK’te olacağım. Oraya gelin. Yarım saat önce gelirim, görüşürüz. Hem TÜRGÖK için de yapacaklarınız olur sizin...” dedi.

TÜRGÖK’ün toplantı salonunu inceliyorum. Özenli bir pano dikkat çekiyor. “Kurucularımız” başlığı altında adlar sıralanmış. ‘Önder abi illa ki vardır burada...’ diyorum kendi kendime. Olmaz mısınız hiç? Gültekin Yazgan’la (sevgili eşi Tülay ablayla) da el elesiniz elbette.

Bağlarımız sıklaşıyor. Artık TÜRGÖK de buluşturuyor bizi, konserlerin yanı sıra...

Kimi gün Gültekin Yazgan’ı anlatıyorsunuz bize yüreğinizden yükselen sözcüklerle, özlem dolu seslenişlerle; kimi gün (bir selam gönderip “Görmenin gözle ilgisi yoktur!” diyen Melih Cevdet’e) öykülerle hayata direnen, yazarak hepimizi çoğaltan her yaştan görme özürlü dostlarımıza...

Sizi, sanat etkinliklerinden öte, hep on yaşında başladığınız, tutkuyla bağlandığınız kemanınızla düşündüm Önder Abi; bir de sınıfta, derste.

Bir sınav günü, çantanızda çoğaltılmış sınav soruları dersliğe giriyorsunuz. “Günaydın”ın ardında tahtaya dönüp bir süre bakıyorsunuz. Sonra o günkü sorularınızın tahtaya sıralanmış yanıtlarını sildiriyorsunuz. TÜRGÖK’teki bir buluşmamızda bunu anımsatınca “Tahta taze mürekkep kokuyordu Bekirciğim. Gençler bunu fark ettiğimi nasıl anlayamadı, bilmem.” demiştiniz.

Bunları da öğrenciniz Özlem Tortop Akkaya anlatmıştı.

Hoca nasılsa görmüyor, bir şey fark etmez, diye bahçe katında küçük bir salonu ayırmışlardı sizin dersleriniz için. Daha ilk gün, “Çocuklar, sınıfımız bakımsız, sıralarımız eski, perdelerimiz de yok ama önemli değil.” deyince derin bir sessizliğe gömülmüş öğrencileriniz.

Aynı derslikte bir öğrenciniz, yoklama sonrası pencereden atlayıp dersten kaçmayı alışkanlık haline getirmiş. Bir gün tam pencereye adım attığında, “Bugün Bach’ı konuşacağız. Kalıp dinlersen iyi olur.” deyince siz, bir daha kaçmamış dersten.

***

Üniversiteye, “Biricik beklentim, görme engelli genç müzisyenlerimizin beni aşmalarıdır.” diyerek nokta koyduğunuz yerden başlayacak gençlerin var olma yolculuğu, rahat olun siz.

........................

¹Önder Kütahyalı (müzisyen, müzik eleştirmeni, akademisyen, yazar/ 16 Mayıs 1936-23 Kasım 2020)