Merhaba Turgay Abi, Ne zaman aklıma düşsen, düşünsem seni, olimpik ölçülerde bir atletizm pistinin kıyısında bulurum kendimi. Sekiz kulvar yan yana... sekizinde de sen ama bir yarış değil bu ya da kendinle yarış! İlkinde hangisi yer alır? Bisiklet mi, kendini doğanın ayrılmaz parçası olarak duyumsaman mı, matematik mi, resim mi, şiir mi, deneme mi, öğrenme açlığın/ tutkun mu, o inanılmaz titizlikteki belgeliğin mi?.. Hangisinde zorlansan, hangi kulvarda güç bir yolculuğa dönüşse çalışman, geçiverirdin bisiklet kulvarına! “Düşünce alanını genişleten bir araç; çağdaş, sevimli bir esin perisi”ydi senin için bisiklet.

Bisiklet dedim de... Sahi, senin bisiklet üstünde görünmediğin yer mi vardı ki!

Hadi, seni yıllar ötesine, Çeşme’nin o sıcak yaz günlerine götüreyim.

Eski Kilise’deki sergileri kaçırmazdın. Bisikletinle varırdın oraya, Kilise’nin kapısından uzanır görevli gence sorardın: “Gireyim mi Murteza?” Sergideki resimler iyiyse, “Gel, Abi!” derdi Murteza; değilse “Boş ver Abi, keyfine bak!” Güvenirdin on beş-on altı yaşındaki gencin beğenisine. Kimi zaman da karma sergiler olurdu aynı yerde. İçlerinde biri iyiyse onu görmeni isterdi. Serginin yalnızca o bölümünü gezer, beğendiğini belli eder, çıkardın. Onun beğendiğini beğenmen, seçimini onaylaman, lise öğrencisi Murteza’yı gönendirirdi. Anımsadın değil mi? Benimki de soru! Sende o bellek varken!

O yıllardan bir anı daha. Belleğinin saklısındadır gerçi ama hadi yine de yazayım, hoşluk olsun!

Aradan üç-dört yıl geçti-geçmedi; yine bisikletine atladın, bu kez bir karikatür sergisini görmeye gittin. Murteza’nın karikatürlerini de alıcı gözle inceledin. Meraktaydı Murteza çünkü değerliydin onun için.

Bu muhteşem çizgilere niye böyle anlamsız, yavan, dahası erotik espriler yazıyorsun yahu!” dediğinde, Murteza, sanki cebinde taşıdığı yanıtını koyuvermişti masaya:

- Abi, on dokuz yaşındayım daha!

Hak vermiştin ki Murteza’ya, o ciddi ama epey ağır eleştirini bisikletinin selesine koyup çıkmıştın sergilikten.

Murteza Albayrak!’ diye fısıldarken gülümsediğini de biliyorum. Evet, yine Çeşme’den, sanatçı arkadaşın Cavit Kürnek’le de (Aranızda yalnızca on dört gün var!) tanıştırdığın çizer/ ressam Murteza Albayrak. Alsancak’taki bürosunda dün, seni konuştuk uzun uzun... Sonra iskeleye uzandık! “İskelenin Altındaki Deniz”e, “Taşın İçinde Gizlenen” masalını söyleme hevesiyle. Deniz, o hengâmede, derinden gelen bir sesle, “Beni Irmak Boylarına Götür...”senize deyiverdi. Hüzünlüydü.

Hepimizi “Zamanın Sularında” dolaşmaya çağıran, “Tarihsiz Günlükler” de dediğin, deneme yapıtlarına verdiğin adların birer kısa öykü derinliği taşıdığını söylemiş miydim sana Turgay Abi!

İskelenin Altındaki Deniz”in, okurunu çıkardığı biletsiz/ gişesiz yolculuklar öylesine tükenmez ki başkalarını bilmem ama ben çocukluğumun, suları bazen azgın, genellikle sakin ırmağına, o ırmağın sığ bir yerine asılan ince, ürkek tahta köprüye varır gelirim. Kimi gün varır da orada kalırım! O ince, ürkek tahta köprünün yerine yapılan soğuk beton köprüyü söker atarım. Bazen de denizin sokulduğu iskelelerden birinde, sessizce, yeniden okurum “İskelenin Altındaki Deniz”i.

Beni Irmak Boylarına Götür Anne” deyişinin arkasında yatan hüznü de kederi de kitabını ne zaman anımsasam derinden duyumsarım. “Karar vermek zor. Sen söyle!” desem sohbet alır başını gider.

Denemede yakaladığın tadın, inceliğin gizini, “Taşın İçinde Gizlenen”in girişinde söylüyorsun sanki: “Her yazdığım bir yolculuk gibi geliyor bana: Sana, insana, zamana. Kendime yolculuklar böyle başlıyor.

***

Yirmi beş yıl önce yine böyle ılık, çisil çisil yağışlı bir şubat ikindisiydi. Nahit Ulvi’den çıkıp sana gelmiştim. Selamını söyleyince, söz Nahit Ulvi’de kalmış, bir ara, “Nahit abi, Mehmet Sepin’le ortaklaşa yayımladığı ilk kitabı ‘Sebep’ten bu yana...” diye başladığım tümcemi bitirememiştim. Çünkü sen, “Hayır, Nahit’in ilk kitabı o değil! Doğru söylemiyor! Öncesinde üç kitabı daha var. Bugün beğenmediği için onları yok sayıyor. Böyle bir şeye hakkı yok!” demelerinin arasında o üç kitabı, sanki daha o sabah koymuş gibi, yerlerinden alıp gelmiştin.

Sözünü yerli yerinde demelerin gibi, evinde de her şey inanılmaz bir düzen içindeydi.

***

Bak, şimdi geldi aklıma: Geçen yıl 14 Şubat Dünya Öykü Günü’nde, Demir Özlü onur konuğumuzdu. Demir abiyle de konuştuk seni. Onun anlattıklarını sonraki mektupta yazarım.

Memleket mi? Bıraktığından kötü Abi!

Nezim’le bir araya gelseniz de bir kızsanız şunlara!

........................

Turgay Gönenç (şair, yazar, matematikçi, ressam.../ 10 Mart 1939-9 Şubat 2019)

Cavit Kürnek (öykücü, fotoğraf sanatçısı/ 1933-23 Şubat 2019)

Üç Gönül”, “Leyla” (1937); “Irgat” (1942)

Nezim: Öykücü, yazar Nezihe Meriç (1925-2009)