Büyü, büyülenmek, hayran kalmak nedir?

Ben çocukken bir hafta sonu babamla beraber sirke gitmiştik. O zamanlar Ankara’da ASKİ spor salonu yapılmamıştı ve bu tarz gösterimler Altınpark’ta yapılıyordu. O günü unutamıyorum çünkü en mutlu olduğum günlerden biridir. Hani ölmeden önce hayatınız film şeridi gibi gözlerinizin önünden geçer diye bir tabir vardır ya, büyük ihtimalle o film şeridinde finali o günü anımsayarak yapacak ve güle güle gideceğim. Altınpark’a ilk gidişim diye hatırlıyorum o günü, yeşil çatılı büyük bir yapının önünden geçtik, ağaçlı ve yeşillendirilmiş yollardan devam ederek bir meydana çıktık. Tahminimce sirkin başlamasına bayağı bir süre vardı. Küçüklükten beri içimde ukdedir akülü araba ve sallanan at. Bir kere komşumuzun çocuğunun sallanan atına binmiştim, o hasreti bir iki yudum gidermiştim. Bir iki yıl öncesinde (tahminen 6-7 yaşlarında olduğum dönem) Nermin Teyzem bana akülü araba alacaktı ve kendisi PTT’de çalışan bir memurdu, fiyatını sorduğumuzda bir buçuk maaşına denk geldiği için annem, teyzeme -teyzem akülü arabayı alıp getirmişti- iade etmesini söylemişti. Böylelikle akülü araba maceram başlamadan bitmişti. Altınpark’ın o meydanına geldiğimizde ilk defa kiralanan akülü arabalardan gördük babamla. Babama baktım, “binecen mi?” dedi, “Olur!” dedim ve adamın yanına gittik. Kiralayan adam beni istediğim renkte bir arabanın içine bindirdi ve o beton meydanda dolaşmaya başladım. O meydan bana o kadar büyük gelmişti ki çok uzaklaşmadan babamın gözü önünde olmak istedim, hep yakınlarında çember çizerek dolaştım. Dokuz yaşında aile ekonomisi bilincinde bir çocuk yetiştirmiş olan ebeveynlerimin sayesinde, “aman babamın fazladan parası gitmesin, azıcık daha biner, az para ödetirim babama” mantığıyla on dakika kadar araba sürüp adama geri iade ettik. Babam, “Sıkıldın mı?” diye sorduğunda “paran gitmesin diye az bindim babacım!” demek yerine “Evet!” dedim ve sirkin olduğu tarafa gittik. Şimdi hatırladıkça acı acı gülüyorum. Meğer akülü arabaların kiraları sabitmiş ve yarım saatlik oluyormuş. Bilseydim drift yapmaz mıydım o betonda!
 

Sirkin yapılacağı çadırın içine girdiğimizde patlamış mısır almıştı babam. Ön koltuktan izliyordum sirki ve her birinde daha da büyüleniyordum; birisi kılıç yutuyor, diğeri ağzında alev söndürüyor, jonglörler trapezlerden taklalar atarak birbirlerine atlıyorlar, ip üzerinde cambazlar tek tekerli bisiklete biniyor, sihirbazlar adam kaybediyor… Ama beni en büyüleyen olay; bir palyaçonun çok sıcakmış gibi gösterdiği bir demliği tam benim önümde, tam bana bakarak devirirken, içinden kafamdan aşağı konfetileri döktüğü andı! O kadar çocuğun arasından beni seçmişti palyaço, kendimi çok değerli hissetmiştim. Babam da değerli hissetmiş olacak ki benim kadar o da eğleniyordu. Sirk bittikten sonra çiftliğe götürüp kokoreç yedirmişti bi’de! Orada bana, “Cünet Arkın da zamanında Medrano Sirki’nde çalışmış” diye ilginç bir bilgi verdiğini de hatırlıyorum. Sonrasında, bir ay sonrasında yine Ankara’ya gelecek olan o zamanın efsane ünlü basketbol takımı Harlem Globetrotters’in afişlerini görmüştük. “Ona da gidelim mi?” demişti babam. Benim “paramızı harcamayalım” mottoma karşı, “çocukluğumuzu beraber yaşayalım mı?” sorusuyla dikilmişti adeta uzun boyuyla…
Muhteşem büyülü anlar yaşanıyor her düşündüğümde hafızamda. Nasıl bu kadar taze hatırlayabiliyorum o günleri inanın bilmiyorum. En başta sormuştum size; “büyü nedir, büyülenmek, hayran kalmak nedir?” diye. Tam cevabını bilemiyorum ama hafızamda o günlerin tazeliğinin sebebi belki de babama hayran kaldığımdandır; hafta içi her gün yoğun çalışırken işten geldiğinde benimle güreşecek enerjiyi nasıl bulduğunda saklı belki de! Babamdan büyülendiğimdendir; bir çocuk yetiştirmenin ne demek olduğunu ben bu yaşta kavrayamamışken, birçok zorlukla mücadele etmesinin yanı sıra güler yüzünü esirgemediğinden belki de! Ve esas büyü, hâlâ sırtımı dayamak için destek aradığımda, hep yanımda olduğunu hissiyatını onunla konuşmadan bile anlatabildiğinden belki de!

 

*Başlıktaki sorunun cevabı: A. Babam döver!