İnsanlık tarihinin temel çelişkilerinin arasından, umudun ve isyanın dizeleriyle “sıyrılıp gelen” asırlık şarkıları, güzel günlerin güneşli sabahlarını muştulayan marşları, göğsümüzün kafesinde yer eden ağır acıların ağıtları yüzümüzü aydınlığa çevirdiğimiz ya da kör karanlıklarda umutsuzluğa kapıldığımız her an duyulur. Çünkü şarkıda da dediği gibi “onlar dünyanın son umudu, soyları tükenmeyen birer şahindirler.” Onlar, yolculuklarla başlayan büyük aşkların öncesinde ve sonrasında insanlığın yoluna ışıktırlar. Dizelerin gücü bin yıllık çürümüşlüğün arasında yarınlara duyduğumuz “özlem özlem” inançla yoğrulur. Gün olur kara kış vakitlerinde, kimsesiz bir dağ başında, dumanı tüten bir isyan ateşidir; müziğin ve sanatın gücü. Yeter ki direncin ve baş eğmeyenlerin cesaretiyle bileylensin. Gün olur Nazım’a ağıttır, umudu besler, ölümü zor kılar Haziran sıcağında. Gün olur “bize ölüm yok” diye ilan eder dosta düşmana. Şili’ye de selam olur, Okmeydanı’na da. “Gazi’nin yoksul kondularından” çıkıp, ses verdiği kömürün is kokan sokaklarında düşer yollara. “Yârin yanağından gayrı paylaşmak için her şeyi” can verir, cefa çeker. “Yeryüzü sıcak kalsın diye” göçük altında kalır alnının teri kurumamış işçiyle. Kara elmas diyarında izi vardır, Belfast sokaklarında sesi... Antakya’nın Arapça türküsüdür, Meryem’i anlatır. Diyarbakır surlarından kanatlanır dengbejlerin sesiyle, Ege’de heybetli efelerin arasından çıkıp yüce dağlara yaslanır. Gün olur Muharrem Ertaş’ın yüreğinden geçip avşar ellerine uzanır, büyük göçlerde yollara koyulur. Padişahtan ferman olsa kar etmez, döner yüzünü başı karlı dağlara. Yüreği kor bir ateş olanların koynunda büyüyen öfkedir bazen, yarının güzel günlerini müjdeler. Munzur’da bir damla sudur, birikir sel olur. Tutunur bir bağlamanın tellerine cem olur, el verir şafak kızılı günlere. Meyveye dönen filizin, çatlamış tomurcuğun, adı Umut, adı Eylem çocukların kocaman türküsüdür yakılan. Soluk soluğa girişilen sevdaların, kaçağa düşmüş akşam vakitlerinin, açlığa ve yoksulluğa, yokluğa ve ayrılığa isyanın dizeleridir Yorum’un haykırdığı.

Onlar ki her şarkısında sevda kuşanıp yarının yaşanılası günlerine doğru yürüdüler. Yalnızlığın çöktüğü kentlerin sokaklarında sesleri işitildi dünden bugüne. Yürek çağrısıdır dokundukları her nota, şafaklar tutuşsun diye “gel” dedikleri hürriyet günleridir. Uzunca bir soluktur bu ülkenin tarihinde Grup Yorum. Sesi bir gün olsun kesilememiştir. Şimdi öylece açlığa ve ölüme, demir parmaklıkların ardına terkedilemeyecek kadar mühimdir. Bugüne dek onlarla güç buldu bu ülkenin yoksullarının, devrimcilerinin, susmayanlarının sesleri. Her birinin ellerinden sımsıkı tutup, omuz verip sıra arkadaşı oldu kimine, kimine kavgada yarenlik etti Yorum. Bundan sonra da onlar olmadan olmaz, onlarca yıllık hikâye burada son bulmaz, bulamaz. Şarkışla’da kesilen yolumuza da ses verdi onlar, Kızıldere’de yitip giden nefesimize de. Kazanacağız diye haykırmaktan bir an olsun vazgeçmediler, o tarihsel haklılıktan bir an olsun şüphe etmeden söylediler şarkılarını. “Senden uzak yaşamayı neyleyim” diyerek düşlerimizin üzerini örttüler hasretin soğuk iklimlerinde. Her birimize dokundular, çoğumuza en yalnız anlarımızda umutlu hikâyeler anlattılar. Kavgada yiğit çocukların kulaklarına daha fazla cesareti fısıldadılar. 1985 ten bu yana bir kez olsun yalpalamadan, taviz vermeden, vazgeçmeden bugünlere kadar geldiler. Büyüyerek geldiler. Emek emek örüp yolları, ilmek ilmek dokudular umudu. En derin sessizlik dönemlerinin karanlık günlerine güneş gibi doğdular, sokak sokak, cadde cadde yankılandı sesleri. Şimdi kısılmak istenen o gür sesleri…

Şimdi her birimizden çıkacak ses bu ülkenin en güzel şarkıları söylenmeye devam etsin diye, Yorum’un aydınlık dizeleri, kınında keskin düşlerin ezgileri sesimize ses olmaya devam etsin diye önemlidir. Şimdi Grup Yorum üyelerinin yüzlerindeki “özgürlük rengindeki gülüşler” solmasın diye hep birlikte, türkülerimizi yüksek sesli söylemenin vaktidir. Grup Yorum’un açlığı, yüreğimizde yara, tenimizde sızı, canımızda acı olmasın diye.