İzmir'de 18 yaşındaki Aslıhan Sinem Çiçek cinayetinde yeni gelişme: Dosya yeniden açıldı!
İzmir'de 18 yaşındaki Aslıhan Sinem Çiçek cinayetinde yeni gelişme: Dosya yeniden açıldı!
İçeriği Görüntüle

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı ve Türkiye Sağlıklı Kentler Birliği Başkanı Cemil Tugay, Türkiye Sağlıklı Kentler Birliği 44. Olağan Meclis Toplantısı öncesi İzmir’de düzenlenen Su Yönetimi ve Kuraklıkla Mücadele Stratejileri Paneli’ne ev sahipliği yaptı. Akademisyenler, yerel yöneticiler ve çevre uzmanlarının katıldığı panelin açılış konuşmasını yapan Başkan Tugay, iklim krizi, artan su talebi ve altyapı sorunlarına dikkat çekerek, kentlerin su politikalarında köklü bir dönüşüme ihtiyaç duyduğunu vurguladı.

Gerçeklerle yüzleşmeliyiz

İzmir'de bir otelde gerçekleştirilen panelin açılış konuşmasını yapan Başkan Tugay, iklim krizinin etkileriyle birlikte su kaynaklarının her geçen gün daha fazla tehdit altında olduğuna dikkat çekti. Tugay konuşmasında, “Bugün sizlerle, gün geçtikçe hepimiz için yaşamsal bir kritik haline gelen; su yönetimi, kuraklık ve yerel yönetimlerin/yöneticilerin rolü üzerine konuşmak için burada bulunuyorum. Gerçeklerle yüzleşmek gerek artık varlık çağında değiliz, eski kavramlarla düşünmenin zamanı geçti. Yıllar boyunca politikalarımızı ve planlamalarımızı “mevcut varlıklar” üzerinden yaptık. Suyu, toprağı, enerjiyi, gıdayı… hep var olan, bitmeyecekmiş gibi kabul ettik. Oysa bugün geldiğimiz nokta çok net: Artık suyu bir “varlık” olarak değil, kaybolmuş bir sistemin içinde geri kazanılması gereken bir değer olarak konuşmalıyız. Türkiye’nin pek çok havzasında Gediz’den Büyük Menderes’e, Orta Anadolu’dan Güneydoğu’ya su artık planların temel girdisi olmaktan çıkıyor. 2025 yazında MGM’nin SPI verileri, Avrupa Kuraklık Gözlemevi raporları ve yerel idarelerin kesinti duyuruları aynı tabloyu çiziyor. Kentlerimizin büyük çoğunluğu altyapı yenilemelerine yetişemiyor; yağmur suları şehirlerden hızla uzaklaştırılıyor, gri suyun geri kazanımı ihmal ediliyor, tahsis planları kâğıt üzerinde kalıyor. Barajlarımız dolmuyor, yeraltı sularımız çekiliyor, tarımsal ve kentsel kullanım çatışıyor. Neredeyse tüm su ve kanalizasyon idareleri yoğun çalışmalarına rağmen altyapı, kapasite artırımları, kayıp-kaçak mücadeleleri gibi temel konularda dahi işin yükü altında eziliyorlar. Gerçeklerle yüzleşmeliyiz; Geri kazanıma, toplama-tutma sistemlerine ve adil paylaşıma dayalı bu yeni düzeni yerel yönetimlerin merkezine yerleştirmeliyiz” ifadelerini kullandı.

Su politikaları yalnızca boru döşemek ya da baraj yapmak değildir

Tugay, “İnsan kaynaklı küresel ısınmanın 2050 yılına kadar 35°C ve üzeri sıcaklıklara maruz kalan kentlerin sayısını üç katına çıkaracağı tahmin edilmektedir. 2000–2030 döneminde sel riskine açık kentsel alanların 2,7 kat, kuraklık riski altındaki alanların yaklaşık iki kat artacağı; her iki riski aynı anda yaşayan alanların ise 2,5 katın üzerinde genişleyeceği hesaplanmaktadır. Bu veriler, iklim kriziyle kentleşme sürecinin nasıl iç içe geçtiğini ve küresel gündemde neden en kritik tartışma başlıklarından biri haline geldiğini açıkça göstermektedir. Bizler için, kentleri sağlıklı yönetmek, kentlerin geleceğini dirençli hale getirmek de gün geçtikçe zorlu fakat zorunlu bir mesele haline geldi. Nüfusu 1 milyondan büyük 600’e yakın kentin yüzde 35’inden fazlası, 30 megakentin 9’u su kıtlığı çeken bölgelerde yer almaktadır. Dünya Kuraklık Atlası’nın aktardığı küresel kentsel kuraklık riski değerlendirmesine göre, analiz edilen 264 kentsel alan arasında İstanbul hem kuraklık maliyetinde hem de kuraklığa karşı kırılganlıkta orta derecede riskler barındıran bir şehir olarak görünmektedir. Bu da karşımıza özellikle büyükşehirlerin sürdürülebilir bir biçimde yönetilebilmesi için su, enerji, gıda gibi kaynaklarını bir varlık olarak görerek plan yapma alışkanlıklarını değiştirmeleri gerektiğini gösteriyor. Çünkü su artık planlamanın değişkeni değil, eksilen bir değer” bu gerçeği kabullenmeliyiz. Var olan kaynak üzerine plan kurma dönemi bitti. Artık kentlerimizin geleceğini yeni sistemleri yerel düzeyde uygulama yeteneği belirleyecek. Su politikaları yalnızca boru döşemek ya da baraj yapmak değildir. Bu, kentlerin dayanıklılığını yeniden tasarlama meselesidir” diye konuştu.

Türkiye, 2019 itibarıyla “su stresi” yaşayan bir ülke

Başkan Tugay, “Türkiye’de dahil olmak üzere Güneydoğu Avrupa’nın büyük bir kısmı farklı şiddet seviyelerinde kuraklık koşullarıyla karşı karşıya kalmaktadır. Türkiye, 2019 itibarıyla “su stresi” altındaki bir ülke olarak kabul edilmektedir. 2030’a gelindiğinde Türkiye’nin kişi başına yalnızca 1.000 m³ suya sahip olacağı öngörülmekte; kuraklık, nüfus artışı ve sanayileşme nedeniyle ülkenin “su fakiri” sınıfına girmesi beklenmektedir. Türkiye’nin su kaynakları, bu haritada gördüğümüz 25 ana havzada üretiliyor. Bu havzalar, yağışların toplandığı ve tatlı su varlıklarının beslendiği temel coğrafi birimler. Ancak her havza aynı miktarda su almıyor. Doğu Karadeniz gibi bölgeler su açısından zenginken, Konya Kapalı Havzası ve Burdur Havzası ciddi su yetersizliği yaşıyor. Bugün düşen yıllık yağış miktarıyla yaklaşık 450 milyar m³ su üretiliyor ama bunun yalnızca 112 milyar m³’ü kullanılabilir durumda. Ve kişi başına düşen su miktarı 1.339 m³ ile Türkiye artık ‘su stresi’ yaşayan ülkeler arasında. Türkiye’nin Tarım ve Orman Bakanı, o noktada Türkiye nüfusunun yarısının ve ülkedeki sulanan tarımın %80’inin su kıtlığı riskiyle karşı karşıya kalabileceğini belirtmiştir” şeklinde konuştu.

Dünya nüfusunun yüzde 54’ü güvenli yönetilen sanitasyon hizmetlerine erişebiliyor

Başkan Tugay konuşmasına şu şekilde devam etti:

“Ülkemizde kişi başına düşen kullanılabilir yıllık su miktarı 2000 yılında 1.652 m3, 2009 yılında 1.544 m3, 2020 yılında ise 1.346 m3 olmuştur. Türkiye, kişi başına kullanılabilir su potansiyeline bakıldığında, su baskısı yaşayan ülkeler arasında yer almaktadır. Bu nedenle suyun tasarruflu ve optimum bir şekilde kullanılması önem arz etmekte ve depolamalı tesisler yapılması suretiyle su kaynakları potansiyelinin değerlendirilmesi gerekir. 2030 hedefine yönelik SDG 6 kapsamında, küresel ölçekte su, sanitasyon ve ekosistem yönetimi için 11 gösterge kullanılıyor. Küresel durum tablosunda da bu göstergeler ışığında izlenen bazı alt başlıkları görüyoruz. Genel tabloyu görmek adına birkaç örnek vermek gerekirse; 2024’de nüfusun yüzde 74’ü güvenli yönetilen içme suyu hizmetlerine erişebiliyor, fakat bu oran 2022’den beri yalnızca yüzde 1’lik bir ilerleme gösterebilmiş. Dünya nüfusunun yüzde 54’ü güvenli yönetilen sanitasyon hizmetlerine erişebiliyor.

Türkiye’nin “su fakiri” sınıfına girmesi bekleniyor

2030’a kadar hedeflere ulaşabilmek için içme suyu hizmetlerinde ilerleme oranının altı kat, sanitasyon hizmetlerinde beş kat ve temel hijyen hizmetlerinde üç kat artırılması gerektiği vurgulanıyor. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’na göre Türkiye, 2019 itibarıyla “su stresi” altındaki bir ülke olarak kabul edilmektedir. 2030’a gelindiğinde Türkiye’nin kişi başına yalnızca 1.000 m³ suya sahip olacağı öngörülmekte; kuraklık, nüfus artışı ve sanayileşme nedeniyle ülkenin “su fakiri” sınıfına girmesi beklenmektedir. Türkiye’nin Tarım ve Orman Bakanı, o noktada Türkiye nüfusunun yarısının ve ülkedeki sulanan tarımın yüzde 80’inin su kıtlığı riskiyle karşı karşıya kalabileceğini belirtmiştir. Yerel yönetimlerin rolü; belediyeler ve su-kanalizasyon idareleri neler yapabilir? İçme suyu üretimi-dağıtımı, atık su arıtımı ve yağmur suyu yönetimi belediyelerin asli görevleri var.

Kayıp-kaçak için ölçüm-bölgeleme, basınç yönetimi, aktif kaçak tespiti, sayaçlandırma ve yenileme oranı gibi uygulamalar yönetmelik ve kılavuzlarla zorunlu kılınmış durumdadır. Arıtılmış suyun yeniden kullanımı, Yağmur suyu yönetimi, Havza-şehir senkronizasyonu ve kentin altyapı yatırımları konusunda finansman bulmak gibi konuları gündeme alarak sürdürülebilir kaynak yönetimini sağlamalılardır. Ulusal ve Uluslararası Su yönetimi ve kuraklıkla mücadele konusunda hükümetler düzeyinde ve yerelde projeler geliştirilmekte ve politikalar yürütülmektedir. Dünya Bankası iklim dayanıklılığı programları kapsamında 27 Haziran 2024 tarihinde başlamış olan Dünya Bankası Yönetim Kurulu, Türkiye'nin iklim değişikliği nedeniyle sıklığı ve şiddeti artan sel ve kuraklığa karşı insanları koruma ve dayanıklılığı güçlendirme çabalarını desteklemek amacıyla 600 milyon dolarlık finansmanı onayladı. Ayrıca Su Kanunu konusundaki taslak çalışmalara başlanmıştır. Ülkemiz adına olumlu gelişmeler olsa da bugün hala yeraltı ve yerüstü sularımızı korumaya yeterli değil.

Hazırlıklı olmalıyız

Temiz ve güvenli suya erişim, bireylerin sağlığından ekonomik üretkenliğine, toplumsal eşitlikten ekosistemlerin sürdürülebilirliğine kadar yaşamın her alanını şekillendirir. Bu durum, Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları içinde yer alan “Temiz Su ve Sanitasyon” ve “Sudaki Yaşam” hedefleriyle de doğrudan bağlantılıdır. Su kıtlığı ve kuraklık yalnızca bir çevresel kriz değil, aynı zamanda kent sakinlerinin iyi olma hâlini doğrudan etkileyen toplumsal bir sorundur. Su krizine karşı dayanıklı ve kapsayıcı çözümler üretmek, sadece bugünkü neslin değil, aynı zamanda gelecekteki nesillerin yaşam kalitesini ve iyi olma hâlini güvence altına almak için kritik öneme sahiptir”

Türkiye Sağlıklı Kentler Birliği çatısı altında düzenlenen panelde, akademisyenler, yerel yöneticiler ve çevre uzmanları bir araya gelerek su yönetimi politikaları, sürdürülebilirlik uygulamaları ve kuraklıkla mücadelede atılması gereken adımları değerlendirdi.

Su Yönetimi ve Kuraklıkla Mücadele Stratejileri Paneli’nde Moderasyon Doç. Dr. Semahat Özdemir olurken panelistler; Prof. Dr. Yusuf Kurucu, Prof. Dr. Alper Baba, Dr. Öğr. Üyesi Ufuk Özkan, BASUSAD Genel Sekreteri ve Türkiye Tarım Gıda ve Çevre Birliği Nuri Göktepe oldu. Panelde kentlerin su güvenliği konusunda uzun vadeli stratejiler geliştirmesi gerektiği vurgulandı.

Kaynak: ANKA