'İnsan Merak Ediyor' isimli oyunuyla bir saatlik zaman diliminde seyirciye eğlenceli anlar yaşatan Medine Çam soruları yanıtladı.

Sevgili Medine, seni biraz tanıyabilir miyiz?

Merhaba ben Medine Çam, tiyatroya 17 yaşında başladım. Uzun zamandır İzmir’de tiyatro yapıyorum. Dört yıldır İzmir Halk Tiyatrosu, Levent Üzümcü Tiyatrosu, Tiyatro 11 gibi farklı profesyonel ekiplerle çalışıyorum. Şu anda hem İzmir’de hem İstanbul’da, daha doğrusu Türkiye’nin pek çok yerinde oynamayı planladığımız tek kişilik bir oyunumuz var. “İnsan Merak Ediyor” oyunumuzla böyle bir serüvene başladık.

Seni bu oyunu yazmaya iten şey neydi?

Beni bu oyunu yazmaya iten aslında oyun oynama güdüsü oldu. Çünkü yaklaşık dört senedir tiyatronun perde arkasında asistanlık yapıyordum, kondüvitlik yapıyordum. Bu süreç bana çok şey öğretti. Genel sanat yönetmenimiz Cengiz Toraman’ın asistanlığını yaparken onun metinlerini inceliyordum ve o dönem bana çok şey kattı. Ama tabi ki bir yandan oyuncu olarak insanın kanı kaynıyor, kendimi sahnede hayal etmeye başladım ve sahneyi özlediğimi fark ettim. Ancak kendime uygun bir proje bulmakta çok zorlandım. Daha önce birkaç defa oyun yazma deneyimim olmuştu fakat başından sonuna kadar bir oyun yazmamıştım. Bir süre oyun okudum, öykü okudum ama ‘ben bunu oynamak istiyorum’ diyebileceğim bir metne ulaşamadım. Dolayısıyla iş başa düştü ve oturup kendim yazmaya başladım. Cengiz Toraman’ın yazdığı ve Levent Üzümcü’nün hala oynadığı Anlatılan Senin Hikayendir adlı tek kişilik anlatı oyunumuz bana referans oldu. Bu oyunda seyircilerin etkileşimlerini görmek, onlarla birebir temas içinde olmak beni çok etkiledi ve seyirciyle bağı olan, samimi hikayeler anlatmaya karar verdim. Bu sırada Beliz Güçbilmez’in Tersine Mühendislik atölyelerine katıldım, burada metni nasıl incelemem, nasıl oluşturmam gerektiğine dair çok şey öğrendim. Daha sonra hikâye anlatıcılığının altını kazmaya başladım. Hikâye anlatmak bence çok kadim bir sanat, çünkü insanlar var olduğundan beri hikayeler anlatıyor birbirlerine, hayata katlanabilmek için belki… O yüzden çok derinliği olan, geçmişten bugüne taşınan şeyler var içinde. Sonra şunu fark ettim: Aslında tüm hikayeler, hikayelerimiz birbirine değiyor yani benim hikayem bir başkasına değebiliyor, anlatılmaya değer bir şeyler var içinde. Zamanla benim hikayemin de seyircide bir karşılık bulduğunu gördüğümde galiba doğru bir şey yapıyorum dedim ve süreç böyle ilerledi. Kısacası beni bu sürece iten öncelikle oyunculuk iç güdüsü ve kendi hikayemi anlatmaya çalışmaktan geliyor.

Halk tiyatrosu tanımı hem çok içten hem de çok iddialı bir tanım, bu konuda nasıl bir yaklaşıma sahipsiniz, biraz bahsedebilir misin?

İzmir Halk Tiyatrosu aslında İzmir’deki Yenikapı Tiyatrosu’nun KHK ile kapatılmasından sonra oradaki oyuncu arkadaşlarımın da içinde olduğu bir ekip olarak ortaya çıktı. İzmir halkına hitap eden, onların dertlerine ortak olan ve onları tiyatroya çekebilecek bir yapı olma hedefimiz vardı. Şimdi de ben devam ettirmeye çalışıyorum.

“İnsan Merak Ediyor” diyerek yola çıktığın bir oyunun var ve bu oyunda feminist bir anlatıma odaklanarak kadınlığa dair çok temel sorunları ele alıyorsun. Bu hikâyenin seni getirdiği nokta, bundan sonraki süreçler ve biraz da hikâyenin dinamiklerinden bahsedebilir misin bize?

Bu oyunu yazarken bir şablon üzerinden çalışmaya başladım, önce çok matematiksel bir şeması vardı. Anlatacağım karakterlerin tüm özelliklerini ortaya çıkardım önce. Ama bir şey eksik kaldı, sanırım anlatmak istediğim şeyi anlatmaya değer bulmadım önce. Daha sonraki süreç ise çok gergin geçti, önce yazamayacağımı düşündüm. Bunu da aşmam gerektiğini fark edip sahnede kendimi nasıl hayal ettiğimi düşündüm, kostümümü düşündüm. Kostümümü düşünürken bu kostümle oynarsam sahnede bir yerim görünebilir düşüncesi geldi ve bu düşünce anlatmak istediğim hikâyenin önüne geçmeye başladı. Bir kadın oyuncu sahneye çıktığında ne tür zorluklarla karşılaşır diye düşündüm. Neden üzerimizi örtme ihtiyacı duyarız, neden kıyafetlerimizi sürekli çekiştirmek zorundayız ya da askımızı düzeltmek zorundayızdır mesela? Bu bize sürekli bir efor sarf ettiriyor ve üzerine düşünmemiz gereken bir şey. Her kim olursa olsun ev hanımı, ceo, başbakan ya da öğrenci fark etmez bu hepimizin bir şekilde muaf tutulamadığı bir durum. Oyunun başında anlattığım Adem ve Havva hikayesi buradan geldi. Çünkü ilk örtünme meselesi de oradan başlamıştı. Hikâyeye göre Adem ve Havva yasak elmayı yedikten sonra utanırlar ve cinsel bölgelerini kapatmak için oralara incir yaprağı takarlar. Hikayeme tam da böyle bir yerden başlayıp ilk kadın olarak Havva’nın ve ilk erkek olarak Adem’in yaşadıklarının şimdiki olanlardan çok da farkının olmadığını düşündüm. Bu düşünce de bana hikâyenin devamlılığı için referans oldu. Devamında da bunları dert ederken yüzyıllar öncesinde sahneye bile çıkamayan Müslüman kadınların olduğu düşüncesi geldi. Sonrasında toplumsal cinsiyet meselesinin sadece kadınlara ait bir mesele değil, erkeklere de ait bir mesele olması fikri üzerinde durmaya başladım. Buradan da Hatice ve Mustafa’nın hikayesi geldi. Bir köyde köçeklik yapan Mustafa’nın ve köylerine gelen kantoculara özenip hep kantocu olmayı hayal eden Hatice’nin hikayesinde de farklı bir ortaklık kurmak istedim. Mustafa köçeklik yaptığı için köydeki halk tarafından ötekileştiriliyor ve buradan Hatice kendi hayalini de düşünerek bir ortaklık kuruyor ve oradan bir aşk doğuyor. Oyun aslında hayattan bir saat çalıyor ve o bir saatte size dünyanın en önemli hikayesini anlatacağım, Hamlet, Othello oynayacağım gibi bir vaadi olmadan, sahnede var olmaya çalışan bir oyuncunun hikayesini anlatıyor. Yani o bir saat boyunca bir hikâyenin doğuşuna, büyüyüşüne ve yavaş yavaş başka bir yere gidişine tanıklık edebiliyorsunuz.

Bu süreci samimiyetle paylaştığın için teşekkür ediyorum. Bence bunlar çok keyifli ve çok gerçek içerikler. Çünkü sahnede seni izlediğimizde sahneyi ışığıyla dolduran bir oyuncu görüyoruz. Bu oyuncu içten meseleleri anlatıyor, kadınlığa dair, var olmaya dair birtakım sorunlar ve günlük hayatta da karşılaştığımız birtakım normlar üzerinden eleştirel bir bakış açısı sunuyor. Kendi adıma ben sahnede bir kadın meddah doğduğunu düşünüyorum, sen bu konuda ne düşünürsün?

Öncelikle korkarım bu iddiadan, çünkü ben çok iddialı biri değilimdir. Ama şu ana kadar duyduğum en güzel eleştiri, alır başıma koyarım o yüzden. Aslında hikâye anlatmak benim derdim çünkü insan hikayesi anlatmak bence önemli. O kadar farklı değiliz birbirimizden, yani ayrıştığımız noktalar yerine aynılaştığımız noktaları düşünsek belki de bu kadar kutuplaşmayacağız. Birbirimizi sevmeyen ve birbirinden nefret eden bir toplumda ve yaşadığımız gergin ülkede, kadınlığa dair, erkekliğe dair, insan olmaya dair kutlanacak eğlenceli taraflarımız da var. Tümüyle trajik bir yerde değiliz aslında, tümüyle mutsuzluğa itilmiş insanlar değiliz. Sokakta karşılaştığımız, konuştuğumuz insanlar da umutsuzluk içinde. Ben de bazen bu karamsarlığa düşebiliyorum. Sanki bir şeyler artık eskisi gibi olmayacakmış, büyük tren kaçmış gibi hissediyoruz ama aslında büyük dönüşümler de böyle kritik anlarda ve beklemediğimiz yerlerden geliyor. İnsanın doğasında hırs, iktidar, güç savaşı olduğu kadar sevgi, şefkat, anlayış da var o yüzden tümüyle kötü bir tarafta değiliz bence. İletişim yollarımız açık, birbirimizle iletişim kurabiliriz ve o yüzden birbirimize hikayeler anlatmak gerektiğini düşünüyorum. Binbir Gece Masalları’ndaki Şehrazat’ın hikayesi geliyor aklıma bunu söylerken. Şehrazat Şehriyar’a ölmemek için masallar anlatıyor, orada kadın düşmanı bir hükümdar var ve bakire kadınlarla bir gece birlikte olup daha sonra onları öldürüyor. Artık şehirde hiçbir kadın kalmadığında, sadece vezirin kızları Şehrazat ve Dünyazat kalır. Hükümdar Şehrazat’la bir gece geçirdikten sonra Şehrazat yaşama hakkı kazanmak için bin bir gece masal anlatır. Bu hikâye süpervizörlüğümü yapan Cengiz hocamla üzerine çok konuştuğumuz bir hikayedir. Biz de yaşamak için ve dünyayı daha katlanır bir hale getirmek için hikayeler anlatıyoruz bana kalırsa. Ve bu çok keyifli bir iş, o yüzden çok müteşekkirim yaptığım işe. Bunu daha önce yapanlara, geçmişten bugüne getirenlere de müteşekkirim. İyi ki o zaman bu yola çıkıp anlatmışlar da biz de devam ettirmeye çalışıyoruz.

Çok güzel bilgiler paylaştın bizimle gerçekten, etkileyici bir bakış açın var. Feminist bir açıdan bu topluma bakmak belirli zorlukları da beraberinde getiriyor, bütün bu normları anlatırken farklı bir seyirci tepkisiyle karşılaştığın oldu mu? Çünkü oyunun birçok yerinde interaktif, seyirciyle birebir iletişim kuran yerler var. Buralarda seni zorlayan bir seyirci oldu mu ya da böyle anlar yaşandı mı? İnsan merak ediyor!

Oyunun altıncı gösterimini yaptık İstanbul’da. Ama şimdiye kadar hiç kötü bir tepki almadım diyebilirim. Aslında seyirciyle karşılıklı olarak birbirimizin falsolarını biliyoruz ve bunlara gülebiliyoruz, böyle bir yerdeyiz. Farklılıklardan çok aynılıklara odaklanalım dememin nedeni de bunu yapmaya çalışıyorum dediğim kısım da buradan geliyor aslında. Örneğin bir arkadaşım erkeklere dair bir jesti anlattığım bölüm için “bizi ne dövdün be” demişti, ama sonradan kendisi bana o jeste dair bir şeyler anlattı ve yol gösterdi. Daha önce başka bir arkadaşım da özellikle mi feminist bir yerden baktın veya toplumsal cinsiyet odaklı mı ilerledin diye sormuştu, açıkçası başta böyle bir amaç gütmemiştim sadece oyun oynama iç güdüsünden yola çıkmıştım ama insan en iyi bildiği şeyi daha iyi anlatıyor bence. Bir oyuncu olarak ve bir kadın olarak ne yaşıyorum, derdim ne, hayata nasıl bakıyorum, nasıl yaşıyorum düşüncesi üzerinden oyunu şekillendirdim. Burada elbette ders vermemeye, üstten bakmamaya özen gösterdim çünkü bu durum yazarken benim de savaştığım bir durum oldu. Ama tek kişilik bir oyun oynuyorum ve seyirciler benim rol arkadaşım. Dolayısıyla yan yana olmamız gerek. Bir çocuk oyunu gibi düşünelim örneğin; top oynamak için ben topu evden getirmişim ama diğerleri ile oynatmıyorum. Bu oyunun doğasına aykırı. Kavga edebiliriz elbette ama oyuna yine de devam edebiliriz gibi bir yerden bakıyorum.

Biraz önce gülmekten ve mizahi bir yerden anlatmaktan bahsettin. Gülmek bizi ortaklaştıran bir eylem elbette tiyatro da aynı şekilde öyle. Acaba burada normlaştırılmış meselelere bakarken bir yandan da onlardan uzaklaşıp sorgulamamızı amaçladın mı? Bu didaktizm barındıran bir şey değil kesinlikle, hatta bana kalırsa çok daha gerçekçi ve içselleştirilmiş olduğunu gösteriyor. Böyle bir sorgulatma amacı güttün mü yoksa sadece anlatı üzerinden bir hikâyeye mi ortak etmek istedin bizi?

Aslında tek amacım bilet parası verip oraya gelen insanların bir saat boyunca keyifli bir zaman geçirmelerini sağlamaktı. Oyunculukla, metinle, enstrümanla, ışıkla, oyunda ne kullanıyorsam hepsi insanların güzel vakit geçirmelerini sağlamak içindi. Ama biraz benim yapımdan kaynaklı olarak oyunun adı da “İnsan Merak Ediyor”, benim bir şeyleri merak etmemle yola çıktı. Neden örtünüyoruz ve neden üstümüzü başımızı çekiştiriyoruz sorgulamasından geliyor. Böyle bir amacım olmasa da oyunun yapısı gereği muhtemelen seyirciye de bir şeyleri sorgulatıyordur diye düşünüyorum. Hazırda var olan, kalıp kabul edilen şeylerin aslında çok da normal olmadığını gösteren bir oyun. Belirli normlar, belirli kalıplar var ama onların dışına çıktığımızda bunlar gerçekten sorgulanması gereken şeyler.

 

Peki hem bir oyuncu hem bir yazar hem de bir yönetmen olarak bu üretim sürecin nasıl oldu? Seni zorlayan ya da daha kolaylaştıran yerler nerelerdi? Bir dış gözün bakış açısına ihtiyaç duydun mu?

Kendim oynamak istediğim için yazdım ama bir yandan da tek kişilik anlatı oyunu olduğu için yönetmenliği de deneyimlemek istedim. Aynı zamanda reji asistanlarımız Tuğba, Ece, Nilay ve İlayda çok destek oldular. Onlardan da çok verimli dönüşler aldım. Aslında en çok zorlandığım yer yazar olarak yazdığım metnin oyuncu olarak beni zorladığı yerler oldu. Yazarken çok edebi ve kulağa güzel gelen şeyler oynarken olmadı mesela. İki hafta boyunca her gece ağladığımı biliyorum, uykusuz geceler, sırt ağrıları… Ama buna değdiğini düşünüyorum, her oyun beni ayrıca besliyor. Bazı oyunlar belki daha düşük, bazı oyunlar belki daha enerjik ama hepsinin ayrı bir güzelliği var. Hepsi benim için bir deneyim. Tek kişilik bir oyun olunca kondisyonun ve konsantrasyonun iyi olması gerekiyor. Umarım ki yüzüncü oyunda her şey çok daha farklı olur.

Gerçekten uzun ve zorlu bir süreç olmuş, ama cesaret isteyen bir işe de adım atmışsın bana kalırsa. Son olarak bize tiyatro hakkında, oyun hakkında ya da feminizm ve toplumsal cinsiyet rolleri hakkında bir şey söylemek ister misin?

Feminizm ve toplumsal cinsiyet rolleri dünyanın işleyişinden farklı bir yerde konumlandırılmaması gereken şeyler bence. Çünkü belli bir kapitalist düzen içinde yaşıyoruz ve işçi sömürüsü de, kadın sömürüsü de, LGBTİ sömürüsü de, hayvan sömürüsü de birbirine bağlı şeyler. Birbirinden ayırt edince bağlamından kopuyor gibi geliyor bana. Bunların hepsini düşünmek ama yazarken de bir o kadar basitleştirmek gerekiyor gibi geliyor çünkü bazen çok karmaşık yerlerde aradığımız problemler ilk aklımıza gelen yerlerde karşımıza çıkıyor. Bence her şeyden önce birbirimize etiketler koymadan önce anlamak gerektiğini düşünüyorum. Şu an ben konuşurken bile üzerimde bazı etiketler var, farkında olmadığım etiketler var. Ben en azından sahneyi, oyun karakterlerini, bu etiketlerden sıyrılmış, sadece var olmaya çalışan, yeterince acı çeken ve artık çekmesine gerek olmayan insanlar olarak görmemizi sağlayan, bizi günlük koşuşturmadan koruyan, dalavereden koruyan bir zemin olarak görüyorum. Bu bence çok değerli bir şey. O yüzden tiyatro iyidir, tiyatroya gelin. (Güler)

(Mimesis-Rumeysa Ercan)

Editör: Özlem Çimen Durmaz