ASYA YAŞARİKİZ / İZ GAZETE - Anayasa Mahkemesi (AYM) geçtiğimiz hafta ‘Bu suça Ortak Olmayacağız’ bildirisine imza atan Barış Akademisyenlerinin ‘silahlı terör örgütü propagandası yapmak’ suçundan cezalandırılmaları nedeniyle ifade özgürlüklerinin ihlal edildiği kararını verdi.

AYM’nin bu kararına 1071 akademisyen de karşı bildiri yayınladı. Yayınlanan bildiride, ‘Ceza almalarını hak ihlali gören Anayasa Mahkemesi skandal bir karara imza atmıştır’ denildi.

1071 akademisyenin imzasıyla çıkan bildiride yer alan isimlerden bazıları duruma karşı çıkarak bildiriyi imzalamadıklarını açıkladılar.

Dokuz Eylül Üniversitesi Kamu Yönetimi'ndeki görevinden ihraç edilen Prof. Dr. Ayşen Uysal ile AYM’nin kararını ve 1071 imzacıyı konuştuk.

Anayasa Mahkemesi'nin Barış Akademisyenleri'nin ifade özgürlüğü haklarının ihlal edildiği yönündeki kararını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Üç buçuk yıl önce olması gereken, bugün ancak AYM’nin bu kararı ile olabiliyor. Onca şey yaşandıktan sonra. AYM’nin kararı hukuk açısından olması gereken, AİHM’nin içtihatları çerçevesinde bir karar. “İfade özgürlüğünün sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız ya da ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğu” söylüyor AYM özetle. Ayrıca akademinin sahip çıkmadığı akademik özgürlüğe dair önemli sözler söylüyor: “Üniversitelerin amacı bilimsel araştırma yapmak, bilimsel araştırmalarla toplumsal gelişmeye katkı sağlamak ve nitelikli insan gücü yetiştirmektir. Bu amaçları gerçekleştirmek yalnızca bilim üretmekle ve düşünmeyi ve bilim üretmeyi özendirmekle mümkün değildir. Bunlara ilave olarak düşünce açıklanmasının desteklenmesi de şarttır. Dolayısıyla akademisyenlerin açıkladıkları görüşler kendi araştırma, mesleki uzmanlık ve yeterlilik alanlarına ilişkin olmasa, tartışmalı olsa veya rağbet görmese dahi ifade özgürlüğünün sıkı koruması altında kalmaktadır”. Akademik özgürlük, özgür üniversite adına üniversitelerden tek sözün duyulmadığı bir dönemde, AYM kararında bunların hatırlatılması kıymetli.

Evet, AYM bu kararda aynı zamanda pozisyonunu savunma durumunda. Bir yandan net bir biçimde düşünce özgürlüğünün ve akademik özgürlüğün altını çizerken, diğer yandan da bildirinin içeriğine katılmadığını vurgulama gereği duyuyor. Üyeler de bu ifadelere gerek olmadığını biliyorlardır elbet. Zaten yazdıkları gerekçede var bu: “Rahatsız edici düşüncelerin özgürlüğü”. Yine de kendi pozisyonunu savunma gereği duyuyor. Çünkü “geçişi sağlama görevi” ona verilmiş. Üç buçuk yıldır “terörist” diye damgalanmaya çalışılan bizlerin, düşüncelerini ifade eden akademisyenler, hatta ondan da önce, vatandaşlık hakkını kullanan bireyler olduğumuzu topluma ilan etme görevi. Yaratılmak istenen algıyı değiştirme görevi.

Türkiye gibi baskıcı sistemlerde baskıdan korunmak için doğru bildiğinizi bazen sağından solundan dolanarak, bazen örtük, bazen de gizli yapmanız gerekir. Örneğin bu süreçte, benim kişisel gözlemlerime göre, bazı hâkimler AYM kararıyla aynı doğrultuda düşünüyorlardı -ki aslında hukuk bilen herkesin düşünmesi gereken çerçeve bu- ancak beraat kararı verme cesaretini gösteremediler, onun yerine süreci uzatarak karar vermekten imtina ettiler. AYM’nin durumuysa, bana göre, tepkileri yumuşatma, geçişi sağlama işleviyle açıklanabilir.

AYM'nin 'Barış için Akademisyen İnisiyatifi' metnine imza atan on akademisyenin "terör örgütü propagandası yapmak" suçundan cezalandırılması gerekçesiyle yaptıkları bireysel başvuruda "hak ihlali" kararı vermesine ilişkin, 1071 akademisyenin karşı bildiri yayınlaması hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ben bu karşı bildirilerle çok eğleniyorum aslında. En baştan beri. Ciddiye alınacak bir yanları yok. Çünkü biliyorum ki, bu insanların çok büyük bir bölümü örneğin HDP iktidar olsa “Bu Suça Ortak Olmayacağız” Bildirisine de imza atar. İktidar seviciler, gücün önünde eğiliyorlar. Ve sürekli kendilerini tasnif etme çabasındalar.

Biraz boş vaktim vardı ve 1071 isme tek tek baktım. Bir iki isim dışında adlarını bilim dünyasında hiç duymadığım kimseler. Zaten bilimle ilgili bir dertleri olduğunu sanmıyorum da. Maalesef bu “akademisyen” profillerinden her üniversitede çok. Üniversitelerde yönetim yenilendikçe kendilerine bir yer kapmaya çalışan, hangi araştırmayı yapalım diye değil de hangi pozisyonu kapalım diye kafa yoran modeller. Durum bu olunca da bu kişiler, iktidarlara yakın olmak için şekilden şekile girer, kırk takla atarlar. Ve en kötüsü de üniversiteyi üniversite olmaktan çıkarırlar. Üniversitelerde bu tür kişiler hep vardı, ancak ihraçlar sonrasında kendilerine daha çok alan yarattılar.

Dokuz Eylül “Üniversitesi”nde aynı ya da benzer bir metin önlerine gelse, örneğin ihraçtan önce çalıştığım fakültede, kimlerin böyle bir metnin altına imza atacağını tek tek sayabilirim. Sürpriz değil yani. Bazıları korkudan, bazıları şirin görünmek için, bazıları da biz geri döneriz, onlar yerlerini kaybeder diye tedirgin olduklarından, elbette bir kısmı da siyasal nedenlerle imzalar.

Bu süreçte üniversiteler inşa edilmek istenen rejimin ve baskının taşıyıcısı rolünü üstlendi. Sarayda yapılan muhtar toplantıları neye hizmet ediyorduysa, rektörler de ona hizmet etti. Bildiriyi imzalayanlar da ben “muhtar adayıyım” diyor aslında.

1071 öğretim üyesi düşünün ki, hukuk devletinin ilgasını talep ediyor. Devleti hukuk kuralları ile bağlı olmamaya davet ediyor. Dünya çapında örneğine zor rastlarsınız.

Editör: Haber Merkezi