SEVAL DENİZ KARAHALİLOĞLU / İZ GAZETE- Değerli tiyatro oyuncusu ve Cumhuriyet kadını Jale Birsel, 17 Şubat 1927 tarihinde tiyatro seven bir ailenin kızı olarak dünyaya geldi. Gençlik yıllarından vefatına kadar hep sahnede oldu. 90 yaşında bir oyuncunun sahneye çıkarak mükemmel bir oyunculuk sahneleyebileceğini ‘Tombala’ oyunundaki unutulmaz oyunculuğuyla ispatladı. İlk sahnelenişinden 47 yıl sonra tekrar sahneye aynı rolle çıkan Birsel tiyatro oyunculuğunun yaştan ve zamandan bağımsız olduğunu ve sanatçıların asla emekli olmayacağını bir kez daha gösterdi. Ölümünden hemen önce tek kişilik bir oyun üzerinde çalışıyordu. Eğer ömrü vefa etseydi bu yıl tek kişilik oyunu sahneye koyacak ve oynayacaktı. Kararlı, azimli, dirençli, son anına kadar çalışkan, laik Cumhuriyet kadınıydı. Carl Ebert’in öğrencisi, Yıldız Kenter’in sınıf arkadaşıydı.

Tiyatro sevginiz ilk nasıl oluştu?

Benim tiyatro sevgim Halk Evleri’nde başladı. Babam da tiyatroyu çok severdi. Eşini, kundaktaki küçük bebeği de yanlarına alıp, yaz aylarında Kuşdili Çayırı’nda kurulan açık hava tiyatrolarına gider Kel Hasanları, Agopları izlermiş. Babamın bir hayali vardı. Bunu şaka yollu söylerdi; “Emekli olunca, kızları topluyorum (ablamı ve beni kast ediyor) bir çadır tiyatro kuruyorum, turnelere çıkıyoruz. Sen de gelir misin hanım?” diye bizle şakalaşır, anneme takılırken bize göz kırpardı. Babam ilk Türk kadın tiyatro oyuncumuz Afife Jale’nin ismini çok beğeniyor, onun anısına bana Jale adını koyuyor.

İlk tiyatro oyunlarını nerelerde izlediniz ve tiyatroyu meslek olarak seçmeye nasıl karar verdiniz?

İlk gençlik yıllarında, Ankara’da çok oyun izlerdik. Tiyatroların kulislerine gider oyunları izlemek için davetiyeler alırdık. Bir gün bir oyuna girdim. Sahnede oyunun provası var. Provayı Carl Ebert yönetiyor. Ben de balkondan izliyorum. Oyundan o kadar çok etkilendim ki, oyuna daldım gittim. Sahnedeki o ışıktan gözlerimi alamadım. O gün tiyatroya aşık oldum, ben tiyatro yapmak istiyorum dedim ve konservatuara gitmeye karar verdim. Babam da geceleri Halk Evleri’nde oynanan piyeslere götürüyordu. Sonra Halk Evi’nde tiyatro kurslarına devam ettim. Öğrencilik yıllarında da birçok oyunda oynadım.

‘SEYİRCİ YETİŞTİRİRDİ’

Konservatuarda sizi en çok etkileyen kim oldu?

Carl Ebert ile doğrudan çalışma fırsatı buldum. Sınıfımızda Yıldız Kenter, Tekin Akmansoy, Nihat Akçam, Asuman Korad, Akmen Hürol, Kemal Manav, Haluk Marlalı, Engin Ar, Gürbüz Bora ve ben vardım. Carl Ebert daha yüksek sınıftan öğrencilerle birlikte sahneye oyun koyarken, izlemek için sıraya dizilir oyunu sahneye nasıl koyduğunu izlerdik. Ebert hepimize küçük figüran rolleri verir ve bizi sahneye koyduğu oyunlarda sahneye çıkarırdı. “Siz seyircinin seviyesine inmeyeceksiniz, seyirciyi sizin seviyenize yükselteceksiniz” derdi. Carl Ebert o dönemde tiyatro seyircisi yetiştirmeye önem verdi ve bunu başardı. 1944 yılında Ebert ile çalışmaya başladık. Ben 1949’da, Ankara Büyük Tiyatro’nun açıldığı yıl mezun oldum. 2 Nisan 1948’de Ankara Büyük Tiyatro’da Ahmed Adnan Saygun’un 3 perdelik Kerem Operası’nın birinci perdesinin birinci sahnesinin dünya prömiyeri yapıldı. Büyük Tiyatro’nun açılışında, sahneye konan operada, koroda yer alarak sahneye çıktım.

Oyunculuk anlamında Carl Ebert size neler öğretti?

Oyunculuk adına bize çok önemli şeyler öğretti. Mesela sahnede gerçekten ağlamak o kadar önemli değil derdi. Oyunda siyah rimelleriniz filan akar. Önemli olan o ağlama duygusunu yaratmaktır. O duyguyu seyirciye geçirmektir. Şimdi dizi filmlerde görüyoruz. Oyuncular ağlayamazsa birkaç damla ilaç damlatıp zorla ağlatıyorlar. Çok disiplinli bir hocaydı, çok çalışmamızı isterdi, oynarken sahici olmamızı isterdi ama en önemlisi bize iyi insan olmayı öğretmişti. O gittikten sonra maalesef onun öğretileri de unutuldu gitti.

Okulda nasıl bir eğitim aldınız?

Asuman Korad, Mahir Canova, Nurettin Sevin hocalarımızdı. Bana okulda şiir okuttururlardı. Nurettin Sevin bana masal okur gibi sahneye çıkacaksın dedi ve ‘Veli Baba’ şiirini okutmuştu. Bizi yetiştiren oydu. Mahir Canova ise oyunculuk anlamında çok güzel, çok yapıcı eleştiriler getirirdi. İyi bir oyuncunun iyi bir gözlemci olması gerektiğine inanırdı. Bir tiyatrocunun çok iyi bir gözlemci olması lazım ilerde herhangi bir mesleği canlandırması gerektiğinde, o mesleği yapan kişiyi temel alması gerekir derdi.

Oyunculuk dışında başka dersler var mıydı?

Tevfik Araras adında bir müdürümüz vardı. Estetikçiydi. Bize felsefe, psikoloji, estetik derslerini boş zamanlarda odasında verirdi. Bu dersler o dönemde eğitim müfredatında yoktu. Hatta bizlere adabı muaşeret dersleri de verdi. Burhan Büryan garp edebiyatı hocasıydı. Nurettin Sevin çok kültürlü ve dili çok iyi bilen bir hocamızdı. İstanbul Türkçesi öğretirdi. Kayseri şivesiyle Hamlet oynanmaz derdi. Yıldız Kenter, ben, Faize Özbalhan müzik, mimik, akrobasi, eskrim dersleri aldık. Akrobasi dersinde ben çok güzel parende atardım. Vücudum çok esnekti.

Konservatuar yıllarınız nasıl geçti? Okulda ne tür faaliyetler olurdu?

Konservatuar yılları rüya gibi geçti. Sabah çok erken uyanırdık. Saat 06.30’da zil çalardı. Herkes çalışabilmek için boş oda kapmaya koşardı. Konservatuarda her odadan farklı sesler gelirdi. Odaların önünden geçerken keman, obua, flüt, piyano seslerini duyardınız. Okulun her köşesi dersini çalışmak için prova yapan öğrencilerle dolu olurdu. Okulun o canlı, zengin havasını unutamıyorum. Son sınıfta Mahir Canova’nın sahneye koyduğu ‘Bir Evlenme’ oyununda arabulucu Fekla Nanovna rolünü oynadım. Okulda faaliyet gösterelim diye sahneye konan bir oyundu. Her Cumartesi günü okulda konserler verilirdi. Neden biz de tiyatro yapmıyoruz dedik. Özel geceler hazırladık. Azra Gün piyano’da parçalar çalardı.

Çok sayıda oyunda oynadınız. En çok hangi oyunlar özeldi?

Çok sayıda oyunda oynadım ama bazı roller benim için daha özeldi. Mesela, ‘Bir Umut’ (Monserrat) da anne rolünü oynuyordum. Mrs. Mitched rolüydü. ‘Öteye Doğru’ oyunu çok güzeldi. Altındağ Tiyatrosu’nda oynadığımız ‘Yabanlar’ oyunu çok güzeldi. Sacide oyunuyla ödül aldım. Sacide’yi 180’in üzerinde oynadım.

O yıllarda Ankara’da Sacide oyunu ile çok popülerdiniz. Unutamadığınız bir anı var mı?

Halk beni Sacide olarak benimsemişti. Sokağa çıktığımda, oyunu izleyen bazı izleyiciler bana Sacide diye sesleniyorlardı. Oyunda rol gereği eşimi oynayan kişi beni sürekli aldatıyor. Sacide buna çok üzülüyor. Bir gün oyunda, yine rol gereği kapı çalınıyor. Kapıda beni aldatan kocam var. Ben tam kapıyı açacağım. Salondan bir ses ‘Açma’ diye seslendi. Yani, seyirciler kendilerini oyuna o kadar çok kaptırıyorlardı.

‘ELEŞTİRİYE AÇIKTIK’

1950’li yıllarda tiyatro çevresinde aydınlar, entelektüeller nasıl bir araya gelirlerdi?

Ankara’da 1950’li yıllarda, bazı tiyatro oyunları sahnelendikten sonra Özdemir Nutku, Sevgi Sanlı gibi çok önemli tiyatro yazarları ve eleştirmenleri Salı toplantıları düzenlerlerdi. O dönem tiyatro sanatçıları eleştiriye daha açıktı ve bu toplantılardaki görüşleri, eleştirileri can kulağıyla dinlerdik. Yine Özdemir Nutku’nun başkanlığında böyle bir toplantı ‘Kanaviçe’ oyunu sahnelendikten sonra gerçekleştirildi. Turgut Özakman’ın sahneye koyduğu ‘Kanaviçe’ oyununun kadrosunda olağanüstü isimler yer alıyordu. Mesela teyzeyi Semiha Berksoy oynuyordu.

‘KASKETİ KENDİME YAKIŞTIRDIM’

Siz, birbirinden şık kasketlerle özdeşleştiniz. Bu kasketleri nasıl takmaya başladınız?

Bir süre önce kuvvetli sinüzit geçirdim. Doktora gittim. Doktor başını koruyacaksın, üşütmeyeceksin çok dikkat edeceksin dedi. Ben de başımı nasıl örtebilirim diye düşündüm. Tesettüre girecek halim yok. Ben de kasketi kendime yakıştırdım ve kasket kullanmaya başladım.

Salah Birsel’le nasıl tanıştınız?

1960’larda Ankara’da toplantıların sonunda arkadaşlarımızla yemeğe çıkardık. Pınar Kür ile öğle yemeğine çıkacağız. Sokakta Salah Birsel’e rastladık. Pınar Kür ile merhabalaştılar. Beni devlet tiyatrosu sanatçısı Jale Hanım diye tanıştırdı. Hiç ilgilenmedim. Merhaba dedim. Sonra gittim onlar konuşurken mağazaların vitrinlerine filan baktım ama daha öncesi var. Özdemir Nutku’nun tiyatro oyunları eleştirilerini ve analizlerini konu alan sanat toplantılarından birine katılmıştım. ‘Kanaviçe’ oyunuyla ilgili bir toplantıydı. Ben sahnede konuşan Sevgi Sanlı ve Özdemir Nutku’yu çok dikkatle dinliyorum. Birinin bana baktığını hissettim. Döndüm baktım bir adam sürekli bana bakıyor. Sonra bir zaman geçti. Tekrar gözlerim o yöne doğru kaydı. Yine bakıyor. Çok rahatsız oldum. Bir kolonun arkasına geçtim. O gün toplantıyı öyle takip ettim.

Arkadaşlığınız Salem sigarasıyla başlamış galiba.

O dönem, çok hafif diye gayet havalı bir şekilde Salem sigarası içiyorum ama Salem bulmak çok zor. Dışarıdan gelen bir tanıdığımız vardı. Ben size Amerikan pazarından tedarik edebilirim dedi. Baylan Oteli’nde kalıyorum. Oranın rufuna gelin size Salem sigarası takdim edeyim dedi. Bir gittim maalesef Salem sigarası yokmuş ama Salah Birsel oradaydı. Sohbet etmeye başladık. Neler yapıyorsunuz diye sorunca Londra’ya çok kısa süreliğine gidiyorum, altı ay kalıp geleceğim dedim. Daha sonra konu değişti. Salah Birsel konuşurken ben de altı ay sonra evleneceğim dedi. Benim lafımın üzerine böyle deyince acayip bir durum oldu.

Tiyatro ve dostluklar açısından çok zengin bir hayatınız olduğunu biliyorum.

İstanbul deyince, 1970’li yıllarda Rıfat Ilgaz ile aynı sokakta oturuyorduk. 1973’de İstanbul’da Anadolu yakasında Bostancı’da Büyük Tiyatro’da Lysstra oynanıyordu. Lysstra’yı izlediğimizi hatırlıyorum. Tiyatrolara gidiyoruz. Muzaffer Gökmen ahbabımızdı. Bana Romeo ve Juliet kitabını verdi. “Juliet’i çalış, herkes onu çalışıyor” dedi. Sonra Yıldız Kenter ve eşiyle sık görüşüyorduk. Yıldızla konservatuardan arkadaşlığımız vardı. Akşam yemeğine bize gelirlerdi. Masada oyunlardan, tiyatrodan, arkadaş çevresinden, gündelik olaylardan bahsederdik. Cemal Süreyya eşimin çok yakın arkadaşıydı, sohbet etmek için bize gelirdi. Oturup konuşurlardı. İstanbul’da Bostancı da Hatay restoran vardı. Orada arkadaşlarla buluşurduk, Salah Birsel orada Salı Şiir Toplantıları yapardı. Genç şairleri bir araya toplar, şiirleri dinlenirdi. Salah Birsel bazen genç şairlere “Maydanozları şiir diye yutturuyorsunuz” diyerek takılırdı.

Salah Bey’i yitirdikten sonra, Salah Bey için söylediğiniz güzel bir söz vardı…

Evliliğimizin 38’inci yılında Salah Bey’i yitirdim. “Seninle Salah buldum, Seninle Salah’a kavuştum” dedim. Sonra onunla olan anılarımı Sevim Dabağ yazdı. Dabağ şair eşleriyle görüşüp söyleşiler yapıyordu. Benimle de konuştu. Bu söyleşiler ‘Gezindim Boş Odalarda’ adıyla, İş Bankası Yayınları’ndan kitap olarak çıktı.

Editör: Haber Merkezi