ÖZLEM KARA/ İZ GAZETE - Aile içi şiddete ve öz amcası tarafından tacize uğrayan G.Y, şiddette ve tacize maruz kalan kadınlara seslendi. G.Y, “Şimdiki kadınlara diyorum ki katlanmayın. Sizi hangi şiddet türüne maruz bırakıyorsa, lütfen hakkınızı arayın”

“BEN ŞİDDET İÇİNDE BÜYÜDÜM”

Aile içi şiddetti evlenmeden önce de gördüğünü anlatan G.Y şu ifadeleri kullandı: “Ben çocukken babam birkaç defa anneme şiddet uyguladı. Annem benim gibi bipolar hasatsıydı. Bipolar genetik bir hastalık. Annem de bana şiddet uygulardı. Ben çocukken de baya bir şiddettin içinde büyüdüm.”

G.Y eski eşinden şiddeti evlendikten üç gün sonra görmeye başladığını, eski eşinin bahanesinin ise kıskançlık olduğunu söyledi. G.Y daha sonra eski eşinin şiddeti artırdığını, hatta karnındaki bebeği tekmeleyerek öldürecek boyutta şiddete maruz kaldığını anlattı. Evliliği sırasında fiziksel, psikolojik, cinsel ve ekonomik şiddette maruz kaldığını söyleyen G.Y “Ben eski eşimden babamın yanındayken şiddet görmedim ta ki ben ailemden uzaklaştım, o zaman şiddette maruz kalmaya başladım. Çünkü sahipsiz dediler, söyleyemez dediler, elimden cep telefonuna kadar aldılar. Ailemle konuşurken muhakkak onlar yanımda oluyordu şikayet etmeyeyim diye. Anneme söyledim annem ise, babanız sizi çok şımarttı en ufak tokatta böyle şikayet ediyorsun dedi. O en ufak tokada şikayet ediyorsun dediği dönem benim boynumda, kolumda morluklar ve ayağımda çatlak mevcuttu. Psikolojik şiddette çok fazla maruz kaldım durmadan hakaret ediyordu. Kendi başına bir bankaya gidip bir işlem yapamayacağını düşünüyorsun, seni o seviyeye getiriyor. İşe giderken bile kapıyı camı dahi kilitleyen bir insandı. Dayak yediğim bir adamla birlikte olmak istemezsin, severek de evlenmediysen istemediğin halde onunla birlikte olmak zorunda kalıyorsun” dedi.

“ÇOCUĞUM BENİMLE BİRLİKTE AĞLARDI”

Şiddet sonrası Malatya’da kolluk kuvvetlerine şikayette bulunduğunu belirten G.Y, kişinin tanınmış bir aileden geldiği için dosyasının açılmadan, o kişiyi arayıp durumu bildirdiklerini ve kişinin G.Y’yi karakoldan aldığını söyledi.

Eski eşinin çocuklarına şiddet uygulamadığını fakat büyük çocuğunun, kendisi şiddet görürken duruma şahit olduğunu ifade eden G.Y, “O çocuktu, boynuma sarılır en fazla ağlardı. Gücü yetmezdi ayırmaya o yüzden en fazla benimle birlikte ağlardı” dedi.

“LÜTFEN HAKKINIZI ARAYIN”

Boşanma davası açmaya şiddetler çok arttığı zaman ailesiyle konuşup karar verdiğini söyleyen G.Y, şöyle devam etti : “Benim büyük oğlum kanser olunca, kanserle mücadele sırasında mahkemeye gidemedim. Evladım klinikte yattı, kemoterapi falan gördü. O yüzden boşanma davamız uzadı. 2014 yılında açtığım dava 2016’da sonuçlandı. Çünkü ben gidemediğim için dava düştü. Sonra tekrar başvurdum. Boşanma sırasında o kişi dosyaları yırttı. Ben boşanmayacağım falan dedi. Telefon faturası dökümünden beni aldattığını ortaya çıkartınca, yüklü bir nafaka ödememek için anlaşmalı boşanmaya tamam dedi. Boşandıktan sonra da birkaç defa rahatsız etti. Ailem arakamda durunca daha fazlasını yapmadı.”

Ayrılmadan önce haklarını bilmediğini ifade eden G.Y, sözlerine şöyle devam eti : “ Bize bir öğreti, bir kabullenişlik vardı. Dayak yemden büyüyen var mı, dayak yemeden evlilik mi var. Evliliği yapmak zordur, bozmak kolaydır. Çocuklar var ayağına ben bunu yıllarca çektim ve çocuklarımın da buna katlanmasına mecbur kaldım. Şimdiki kadınlara diyorum ki katlanmayın. Sizi hangi şiddet türüne maruz bırakıyorsa, lütfen hakkınızı arayın. Çocuklarınız huzursuz bir yuvada büyüyecekse, huzurlu bir yuvada büyüsün. Benim büyük oğlumda psikolojik sorunlar oluşamaya başladı. Şu an ben dışarıdayken benim oğlum beni elli kere arar beni göremeden rahat edemez. Bana bir şey olacak korkusu var. Herhangi bir şey olduğu zaman kendi içine kapanır kendi içinde halletmeye çalışır, ben üzülürüm diye bana yansıtmamaya çalışır. İster istemez bir agresifliği var. En ufak bir bir ses yükseldiği zaman benim çocuğum korkar.”

“KORKUYORUM”

İnsanlara güvenemediğini, haklı olduğu durumlarda bile birilerin tepkisine maruz kaldığı zamanlarda hakkını savunamadığını belirten G.Y, “Tekrar tekrar aynı şeyleri yaşayacağım korkusu oluyor. Müdürün karşında sesini yükselttiği zaman haklı olduğun halde hakkını savunamıyorsun, dona kalıyorsun. O zaman gözünün önünde müdürün kayboluyor; sana bağıran, hakaret eden eski eşin oluyor gözünün önünde.

İlişkiye başlarken de başlayamıyorsun, kokuyorsun. Seviyor mu yoksa cinsel dürtü için mi beraber olmak istiyor, seviyor numarası mı yapıyor. Yanındakinin sesi biraz yükseldiği zaman tekrar aynı şeyi yaşayacağım korkusu var. Evlilikten dahi korkuyorsun. İnsanlara yaklaşmıyorsun, bir erkekle oturup arkadaşın dahi olsa muhabbet edemiyorsun. O psikolojide devam ediyorsun. Bir arkadaşınla muhabbet etiğin zaman ayrılmış da olsan eşim görecek, acaba ben yine mi dayak yiyeceğim, kıskanacak mı, yanlış mı anlayacak korkusu var. İnsanlara daima kendimi anlatmak zorunda kalıyorum. O benim arkadaşım, farklı bir şey de olabilir o benim erkek arkadaşım da olabilir, sevgilim de olabilir ama insanları daima kendini anlatmak zorunda kalıyorsun. Çünkü bu zaman kadar hep açıklamak zorunda bırakıldın” dedi.

“NE KADAR TEDAVİ DE GÖRSEN İZİ GEÇMİYOR”

Çocuk yaşta öz amcasından iki yıla yakın tacize uğradığını anlatan G.Y, “Bu tacizlerin bende bıraktığı en büyük etki ise şu, geceliğin dışarıda olsan arkandan köpeğin ayak sesi dahi olsa sen o ayak sisinden korkuyorsun, tedirgin oluyorsun. Ya hızlanıyorsun ya da kenarı çekiliyorsun. Ben geceliğin duş alamam, banyoyu iki üç defa kontrol ettiririm. Yatağımın altı eğer baza şeklinde değil, yatak altı boşsa muhakkak oraya baktırırım birisi var mı diye. Hala ben çocuklukta taşıdığım o korkuları taşırım. Ne kadar tedavi de görsen onun izi geçmiyor. Amcamı ilk yatağımda gördüm bir el belli bölgelerimde dolaşıyor. Kendime geldiğim zaman bana uyur gezer numarası yapıyor, ben buraya nasıl geldim ben kendi yattığımdaydım diyor. Ben daha çocuk olduğum için dördüncü sınıfa gidiyorum onu gerçek zannedip kahkaha attım. Sonra bu bir değil iki değil, bu artmaya başlayınca genelde de ben uyuduktan sonra olduğu için artık korkar oldum. Odaya girmeden önce odayı kontrol ediyorsun, kimse yok kapıyı kilitliyorsun sona gece birisi yanında. Bir eliyle ağzını kapatmış, bir eli vücudunda dolanıyor. Gücün yetmiyor. Durumu babaanneme söyledim, babaannemin tepkisi şu oldu amcan öyle bir şey yapmaz sen bir şey yapmışsındır. Babaannem beni suçladıktan sonra durumu babama telefonda söylemedim. Babama tek söylediğim ben sizi çok özledim ben oraya gelmek istiyorum çünkü korkuyorsun, çocuksun acaba ben mi bir şey yaptım? babam da mı beni suçlayacak? Bir şey var ama sen onu adlandıramıyorsun çünkü ne olduğunu bilmiyorsun. Ama uygun olmayan bir şeyler var. Bunun sana şu anda bıraktığı etki şu oluyor, arkadaşın iyi niyetle elini omzuna attığı zaman senin tüylerin iken diken oluyor. Aynı şeyi ben eşimden de gördüm. Sevemediğin bir insan tarafından nerdeyse düzenli olarak tecavüze uğruyorsun. İstemediğin sürece eşin de olsa bu tecavüzdür. Beraber olmazsan dayak yiyorsun. Diğer türlüsü en azından dayak yemem diyorsun, birazcık kendini sıkıyorsun, orgazm taklidi yapıyorsun” ifadelerini kullandı.

FİZİKSEL ŞİDDET TRAVMAYA SEBEP OLUR

Kadına ve çocuğa yönelik aile içi şiddetti psikolojik açıdan inceledik. Psikolog Ebru Yavuz aile içi şiddettin; baba, erkek kardeş, eş veya çocuk. Bunların kişide bıraktığı travmaları ne kadar sürede atlatıldığını gazetemize anlattı.

Aile içerisinde fiziksel şiddet görmenin, ağır bir fiziksel şiddete tanık olmanın travmaya sebep olabileceğini açıklayan Yavuz, sözlerine şu şekilde devam etti: “Yoğun bir fiziksel şiddet anında mağdur kendisini uyuşmuş, bedeninden ayrılmış, yalnız hissedebilir, fiziksel bir acı hissetmeyebilir. Travma sonrasında ise gün içerisinde istenmeyen travmatik görüntüler aniden göz önüne gelebilir, uyku bozuklukları yaşanabilir, kişi olayı hatırlatan durum ve nesnelerden kaçınabilir. Mağdur bu durumlardan kaçınabilmek için sürekli kendisini meşgul edebilecek işlere yönelebilir. Madde kullanımı ya da uyku yoluyla düşünmeyi engelleyebilir. Çaresizlik hissi kişinin kurbanı ya da kendisini suçlamasına da sebep olabilir”

“ŞİDDETİN HER TÜRLÜSÜ BİREYLERİ OLUMSUZ ETKİLER”

Şiddetin temelde karşıdaki bireyi kontrol etme ve kendisini uygunsuz yollardan rahatlatma isteğine dayandığını belirten Yavuz, “Aile içi şiddet eğitim seviyesi, dini inanç, sosyal statü, maddiyat durumu ya da kültürel kimlik fark etmeksizin her sosyal grup içerisinde gerçekleşmektedir. Fakat eğitim seviyesinin yüksekliği, sosyo ekonomik düzeyin ortalama ve üzeri olması, eşler arası yaş farkının yüksek olmaması şiddeti önleyen etmenlerdendir.

Tüm şiddet türlerinin mağdur olan ya da tanık olan bireye etkisi; bireyin psikolojik dayanıklılığı, yaşı, sosyal destek düzeyi, eğitim seviyesi, maddi olanaklarına bağlı olarak değişmektedir. Şiddetin yoğunluğu ve sıklığı da etkinin önemli bir belirleyicisidir. Bu sebeple şiddetin türüne göre zarar verme düzeylerini sıralamak mümkün değildir. Şiddetin her türlüsünde ailelerdeki bireylerin olumsuz etkilenmemesi olası değildir” ifadelerini kullandı.

Şiddet gören bir annenin, erkek çocuğunun ileride şiddette meyilli olma olasılığı hakkında konuşan Yavuz , “Aile içerisinde annesine yönelik şiddete tanık olan çocuğunda ileride eşine şiddet uygulama ihtimali yüksektir. Öğrenilen şiddet davranışı evde devam ettikçe pekiştirilir. Ailede yaşanan problemler, hayal kırıklıkları ve çözümsüzlükler sonucu şiddet ortaya çıkıyorsa çocuk tarafından bir çözüm yöntemi olarak öğrenilir ve kullanılır. Çocuk yetişkin olmadan önce babasını model alarak arkadaşları ya da kardeşleri ile yaşadığı problemlerde şiddeti kullanmaya başlar ve çevresinin bu duruma tutumunu inceler” dedi.

“ŞİDDET HİÇBİR ŞEKİLDE MEŞRU DEĞİLDİR”

Ülkemizde aile içerisinde şiddeti meşru gören erkek egemen bir yapı bulunduğunu, ailede çocukların büyüklere, kadınların da eşlerine itaat etmesinin yaygın bir beklenti olduğunu belirten Yavuz, “Diğer yönden şiddet, aile içi eğitimde ve cezalandırma da uygun bir yöntem olarak görülmektedir. Erkeklerin ekonomik, sosyal ve cinsel kararları tek başlarına alabiliyor olması, kadınların bu kararlara karşı çıkması durumunda ‘itaatsizlik’ olarak değerlendirilmesi şiddete ön ayak olan sebeplerdendir. Erkek egemen, şiddetin normal kabul edildiği ailede büyüyen kadınlar, pek çok zaman yaşadıkları durumun bir şiddet türü olduğunun bile farkında olmayabilirler. . Pek çok kadın ilk şiddet sonrası gerçekleri kabul etmekte zorlanabilir, yaşananları ve durumun ciddiyetini inkar edebilir. Şiddetin haklı nedenlerden yaşandığı, dışsal faktörler sonucu geliştiği, şiddetin aslında çok büyütülmemesi gerekilen önemsiz bir durum olduğu mağdur tarafından düşünülebilir. Bazen şiddet uygulayan eşlerde pişman olduklarını bir daha tekrarlanmayacağını belirtebilirler. Toplum tarafından eleştirilme, küçümsenme ve geleceğin belirsizliği mağduru korkutarak düzenini bozmamaya ve çevresinden gelen uyarıları dikkate almamaya yöneltebilir. Fakat şiddeti bir çözüm ve kendileri için bir hak olarak gören erkekler şiddeti tekrarlamaya devam eder. Kadınlar zaman içerisinde şiddet tekrarlandıkça durumun ciddiyetini kabullenerek çözüm aramaya yönelebilirler. İlişkinin sonlandırması; yasal yardım talebinde bulunulması sosyal yapı ve maddi olanaklarla ilişkilidir. Şiddet görmüş kadınların ve çocukların, şiddetin hiçbir şekilde meşru olamayacağını bilmeye ihtiyaçları vardır” şeklinde konuştu.

AİLE İÇİ ŞİDDET ÇOCOĞU ETKİLER

Aile içi şiddetti çocuk psikoloji üzerinden değerlendiren Yavuz, “Tümüyle ailesine bağımlı olan çocukların evde şiddet görmesi kadar fiziksel şiddete tanık olması da psikolojik olarak çocuğu etkiler. Şiddet ile büyüyen çocuklar korku, üzüntü, çaresizlik duygularını yaşarlar. Depresyon geçirebilirler, aile ve sosyal ilişkilerden uzaklaşabilirler. Çocuk depresyonu yetişkin depresyonundan farklı özelliklerle kendisini gösterebilir. Aile tarafından anlaşılamayan çocuk, hırçınlık, şımarıklık yapıyor ya da çekingen davranıyor diye düşünülebilir. Aile içi şiddete maruz kalan ya da tanık olan çocuklarda enüresiz dediğimiz altına kaçırma problemleri, regresyon dediğimiz kendi yaşından küçük davranma, bağırma, vurma ve sakinleşememe davranışları görülebilir. Öte yandan çocuklarda gelişimleri sekteye uğrayabilir, konuşma, yürümede ya da tuvalet alışkanlığı kazanımında gecikme yaşanabilir.

“ŞİDDETTE TANIK OLAN ÇOCUKLAR BUNU ÇÖZÜM OLARAK GÖREBİLİR”

Çocukların evde yakınlarının uğradığı şiddette tanık olduklarında yakınlarını kaybetme endişesi yaşadıklarını ifade eden Yavuz, “Bu korku saldırganla yaşamadıkları zaman bile yıllarca sürebilir. Mağdur çocuklar şiddete uğradıklarında kendilerini değersiz görebilir, sevilmeye layık biri olmadığını, diğer çocuklardan farklı olduğunu ve onlar gibi sağlıklı bir yaşamı hak etmediğini düşünebilir. Çocuk herhangi bir psikolojik destek almadan yetişkin olduğunda hayatını düzenleyemeyeceğine ilişkin yaygın bir kanı vardır. Kanının aksine bu çocuklarda iş hayatında başarılı olabilir, aile kurabilir ve ana baba olabilirler lakin içlerinde diğerlerine göre farklı olduğu, aile geçmişi öğrenildiğinde sevilemeyeceğine ilişkin bir düşünce taşıyabilir, kendini kabul etmekte, güvenmekte ve sevmekte zorlanabilirler. Ebeveynlerinin acımasız tavrını içselleştirerek kendilerine karşı kullanabilirler. Şiddete tanık olan ve şiddet gören çocuklar şiddeti bir çözüm yöntemi olarak ta öğrenebilir. Problemlerini çözmede alternatif yöntemler öğretilmeyen ve şiddet göstermesi desteklenen çocuklar anlaşmazlık yaşadıkları durumlarda ailelerine, ileride de eşine ve çocuklarına karşı kullanabilirler” dedi.

“AİLE İÇİ ŞİDDET BİREYSEL DEĞİL TOPLUMSALDIR”

Kadına ve çocuğa yönelik aile içi şiddetin sosyolojik açısını Aile Danışmanı aynı zamanda da sosyolog Nilgül Niğdeli anlattı.

Niğdeli, aile içi şiddettin toplumsal sorununu şu şekilde açıkladı: Aile içi şiddet neredeyse tüm dünya ülkelerinde gözlenen önemli bir evrensel sorundur. Aile içi şiddet , her şeyden önce bireysel değil toplumsal bir sorun olarak kabul edilmektedir. Çünkü; Bireysel sorunlar, bireyin kendisini ve yakın çevresini ilgilendirir . Ancak sosyal sorun, toplumda meydana gelen bir olay için nüfusun çoğunluğunu olumsuz anlamda etkiler. Aile içi şiddet büyük oranda kadın ve çocuklara karşı gerçekleştirilirken yaşlılara yönelik daha seyrek görüldüğü belirtilmektedir. Erkeklere yönelik şiddet ise bu sıralamada en sonda yer almaktadır. Ataerkil sistem içinde belirlenen toplumsal cinsiyet ilişkileri temelde egemenlik ve ast-üst yani güç ilişkileridir; İş birliği, zor ve şiddet unsurları bu ilişkileri sürekli kılar ve kocanın karısı üzerindeki hakimiyetine dayanan evlilik bağından güç alan erkeğin, karısı üzerinde sözel, fiziksel veya psikolojik şiddet uygulamasına olanak sağlar.

AİLE İÇİ ŞİDDETTE SEBEP OLAN NEDİR?

Aile içi şiddetti toplumda toplumsal cinsiyet rollerinin, aile, eğitim, sosyal çevre ve kitle iletişim araçlarının doğurduğunu belirten Niğdeli, “Kadına yönelik şiddet,özellikle cinsel şiddet kavramının şekillendirilmesinde TV şovlarının ve filmlerin önemli etkisi vardır. Şiddete maruz kalanın her önüne gelenle beraber olan biri olarak resmedilmesi. suçun şiddete maruz kalanınmış gibi gösterilmesi ,tecavüzcünün psikolojik ve biyolojik olarak cinsel dürtülerine karşı koyamaması gibi tecavüz olgusuna ilişkin yanlış inançlar mevcuttur.Bu inançlar yüzünden bazı şartlar altında tecavüz kabul edilebilirmiş gibi yanlış anlamlar ortaya konmaktadır (Russo ve Pirlot.2006). Sosyolojik anlamda yapılan bir çözümlemede Parin (2007) gazetelerin şiddet içerikli haberleri sunma pratikleri içinde yer alan başlıkların,sözcüklerin,fotoğrafların toplumsal duyarlılıkları ,toplumsal tepkileri erittiğini,görünmez kıldığını,bunun ötesinde şiddetin yaygınlaşmasında aktif rol oynadığını” ifade etti.

“ERKEĞİN KADINA YÖENLİK ŞİDDETTİ NORMAL OLARAK NİTELENDİRİLİYOR”

Kadına yönelik şiddet uygulayan erkeklerin, kendilerine miras olarak bırakılan toplumsal cinsiyet rolleri, toplumsal cinsiyet ve cinselliğe dayalı imge ve sembollerden destek aldığını belirten Niğdeli sözlerini şöyle sürdürdü: “Erkek egemen bir yapının hakim olduğu aile yapısında, hanenin ekonomik geçimini veya idaresini elinde bulunduran kişi güçlü olarak tanımlanırken, daha güçsüz ve güçlü olana bağımlı olan kişi ise zayıf olarak kabul edilmekte ve şiddet eyleminin güçlüden zayıfa doğru gerçekleştiği bilinmektedir. Bu noktada, ataerkil anlayışa göre, kadın bağımlı, zayıf bir varlık olarak görülmektedir. Feminist perspektif açısından toplumsal cinsiyet analizi çözümlemesi toplumsal yapının bir eleştirisini içerir; çünkü, kadın ve erkekler aile ve toplum içinde süregelen bir sosyalleşme süreci ile eril veya dişil toplumsal cinsiyeti ve buna uygun düşünce ve davranışları benimser ve içselleştirirler. Toplumsal cinsiyet rolleri o kadar içselleştirilmiştir ki, erkeğin kadına yönelik uyguladığı şiddet sapan bir davranış olarak görülmemekle birlikte ‘normal’ bir eylem olarak nitelendirilmektedir”

Editör: Haber Merkezi