8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününde dünyanın dört bir yanında kadınlar çeşitli eylem ve etkinliklerle cinsiyet eşitsizliğine, erkek şiddetine, hayatlarına yönelik saldırılara karşı sokakta.

Ka.Der ( Kadın Adayları Destekleme Derneği) Başkanı Nuray Karaoğlu; kadınların Türkiye’de yaşadığı zorluklara hatırlatarak, politik atmosferin kadın cinayetleri üzerindeki etkisini vurguladı.

Derneğin hazırladığı karnede sonucun 'Sınıfta kaldı' olması dikkat çekti.

Kadın cinayetleri politiktir demek yanlış değil

Karaoğlu; “Kadınlar, onurlu bir yaşam için hayatın her alanında, her türlü zorlukla mücadele ediyor, direniyor. Ülkemizde kadın haklarını hiçe sayan, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini yaygınlaştıran, şiddeti cezasız bırakan politikaların hız kesmeden uygulandığını görüyoruz. Bu noktadan yola çıkarak, ‘Kadın cinayetleri politiktir’ demek yanlış olmayacaktır.” dedi.

Kadın kazanımlarına yönelik saldırıların arttığı günümüzde Karaoğlu, toplumun her alanında kadınların eşit ve adil bir şekilde yer alması gerektiğini söyledi.

Açıklamanın tamamı ise şu şekilde:

Barış için yine kadınlar…

Bugün kadınlar, dünyanın dört bir yanında, hayatın her alanında, onurlu bir yaşam için her türlü zorlukla uğraşıp, mücadele ediyor. Kaynağı kendileri olmayan her türlü şiddetin, sömürünün, adaletsizlik ve eşitsizliğin sonuçlarından ilk ve en çok etkilenen yine kadınlar oluyor.

İnsanlığın hiçbir kazanımını önemsemeyen/ İŞİD, Taliban gibi; kötülüklerin kaynağı olan gerici yapılanmaların kadınlara yaptığı işkencelere tanıklık ederken, Gazze’de yaşananlara, savaşın en yıkıcı etkilerine maruz kalan kadınlara tanıklık ederken, dünyanın farklı coğrafyalarından yine kadınların savaşa, sömürüye karşı çıktığını, gerçek ve kalıcı bir barış için en çok kadınların mücadele ettiğini görüyoruz.

Nitekim; İsrail’de Women Wage Peace,  Filistinde Women of the Sun; İsrail ve Filistin arasındaki  savaşta “Yaşanan acıların ortasında, Gazze ve Batı Şeria’daki annelere barış elimizi uzatıyoruz. Biz anneler, dünyanın dört bir yanından kadınlarla birlikte bu çılgınlığı durdurmak için birleşmeliyiz.” diyerek yaşamı savunmayı sürdürüyor.

Savaşa, sömürüye, ırkçılığa, şiddete karşı direnen, barış için mücadele eden yine kadınlar oluyor.

Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nin ilk imzacısı

Türkiye 2011 yılında İstanbul Sözleşmesini imzalayan ilk ülke oldu. İktidar yıllarca altına imza attığı bu sözleşmeye vurgu yaparak ne kadar doğru bir karar aldığını anlattı. Aynı zamanda aynı iktidar İstanbul Sözleşmesinin yanlış olduğunu ve aile yapısına zarar verdiğini iddia ederek sözleşmeden çekildi. Yine; 6284’ün, Medeni Kanun’un ve Anayasanın işlevsiz bırakılmaya çalışıldığını da tanıklık ediyoruz.

Bu politikalara ve uygulamalara karşı toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldırmanın yol haritasını veren İstanbul Sözleşmesi’nin önemini ve zorunluluğunu bir kez daha görüyoruz.

Şiddetin her biçimi kutsallar içinde eritilmeye çalışılıyor

Bugün ülkemizde de kadınlar, düzenin yeniden ürettiği bütün tahakküm biçimlerinin temel muhatapları...  Toplumsal cinsiyet sınırları içerisinde dayatılan her türlü zorluğun, sıkıntının ilk elden deneyimleyenleri ülkemizde de yine kadınlar.

Yaşadıkları her türlü eşitsizlik, adaletsizlik, şiddetin her biçimi “kutsallar” içinde tanımlanıyor, yeniden üretiliyor.

Kutsallık ideolojileri de her türlü eşitsizliği besliyor; kadına yönelik şiddeti, kadının görünmeyen emeğini ve kadın bedeni ile ilgili meseleleri görünmez kılmaya çalışıyor.

Bugün kadınların bütün boyutlarıyla yaşamın her alanında, eşit ve adil bir sistemle var olmaları; yönetimin her aşamasında ve kademesinde yer almaları temel meselelerden biri olmaya devam ediyor.

Özgürce, eşitçe, adilce yaşamak istiyoruz

Unutmayalım; bugün yaşanan eşitsizliklerin, kadın emeğinin karşılığının bulunmamasının, adaletsizliklerin, tüm şiddet biçimlerinin önemli bir boyutu; eşit temsilden fersah fersah uzak olmamızla doğrudan ilişkili…

Emek sömürüsünü, yoksulluğu ve yoksunluğu ilk elden kadınların deneyimlemesiyle doğrudan ilişkili…

Tüm bu açmazlara karşı kadın mücadelesinin toplumsal her birime yayılması gerektiğiyle doğrudan ilişkili…

Bugün, sistemle tam uyumlu gericiliğin patriarka ile yok ettiği kadınlar; yaratılan örgütlü kötülüğün karşısında, küresel mücadeleye ihtiyaç duyuyor.

Mücadelemiz, irademiz, isyanımız, direnişimiz, emeğimiz küresel bir boyutta; kadın mücadelesi küresel bir hak mücadelesi olmayı sürdürüyor.

Türkiye’de kadın kazanımları açısından sisli bir hava var. Ancak o sisi dağıtacak olan yine kadınların sürdürdükleri mücadele olacak. Baskılar eksilmemize değil aksine çoğalmamızın motivasyonu olacak. Eşit bir yaşam kurmak için “eşitlik yoksa demokrasi de yok” diyerek eşitlik, adalet ve özgürlük üzerine kurulu barışçıl, katılımcı ve çoğulcu bir demokrasiyi yaratacak siyaset için mücadeleyi kendimize görev görüyoruz.

Ataerkinin baskısına karşı tüm kadınlarla birlikte yürümek için ellerini uzatan kadınlar kazanacak. Mirabal Kardeşlerin cesareti, Clara Zetkin ve Rosa Luxemburg’un direnişi ile 2024’ün 8 Mart’ını karşılıyoruz.

Özgürce, eşitçe, adilce yaşamak, var olmak istiyoruz

Yaşasın 8 Mart, yaşasın kadınlar, yaşasın kadın emeği, yasasın eşit temsil, yaşasın mücadelemiz!

Editör: Duygu Kaya