SEVAL DENİZ KARAHALİLOĞLU / İZ GAZETE- “Sizler gibi genç kadınların yetişmesini, meslek sahibi olmasını ve mücadele etmesini ben çok destekliyorum. Genç kadınların hayatın her alanında çalıştığını görünce çok seviniyorum. Artık sizler çalışacaksınız, bizim yaptığımız işleri sizler devam ettireceksiniz” diyor Muazzez İlmiye Çığ. Çağdaş ve onurlu bir bilim kadını olarak genç nesillere örnek oluyor. Yazdığı kitaplarla eğitimin önemini anlatmak için genç nesillere sesleniyor. Halk arasında ‘Sümer Kraliçesi’ olarak tanınıyor. Cumhuriyetin aydınlık yüzü olarak tanınan Çığ, laik Cumhuriyet değerlerini sonuna kadar savunmasıyla yaşadığı topluma ışık tutuyor. Yazdığı kitapları, binlerce Sümer tableti çevirisiyle bilim dünyasına paha biçilemeyecek katkısıyla tarihe geçen Prof. Dr. Muazzez İlmiye Çığ ile konuşuyoruz.

‘EL ÜSTÜNDEYDİK’

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Hititoloji Bölümü’ne nasıl girdiniz?

Fakülteye girmeden önce ben öğretmenlik yapıyordum. 1931 ile 1936 yılları arasında Eskişehir İnkılap İlkokulu’nda öğretmenlik yaptım. Sonra Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ne 1936 yılında girdim. 1940 yılında mezun oldum. Bizim gibi üniversite okuyanlar kazandıkları parayı ailelerine verdiler. O kadar yoksulduk ki kanepe, koltuk yoktu ama çok mutluyduk. Aileler kızları okusun diye büyük fedakarlıklar yaptılar. Mesela, 1930’larda 18 yaşında genç bir kız öğretmen olarak Urfa’ya tayin oluyor. Baba yok. Annesi ile birlikte Urfa’ya gidiyor. Trenden iniyor. Bir bakıyor. Valisi, kaymakamı karşılamaya gelmiş. Bu kadın öğretmen Prof. Dr. Coşkun Özdemir’in annesiymiş. “Urfa’dan Harvard’a” diye yazdığı kitapta anlatıyor. Sonra Urfa’yı çok seviyor ve orada 30 yıl kalıyor. O tarihte Urfa’da, Diyarbakır’da öğretmenler hep el üstünde tutuldular.

‘İNSAN ÖĞRENİYOR…’

O dönemde genç kızların üniversiteye gitmesi imkansız. Aileniz üniversiteye gitme isteğinizi nasıl karşıladı?

Bir defaya mahsus öğretmenler Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesine kabul edilsinler diye Atatürk’e soruyorlar, kabul ediliyor. Babam da ‘ister misin?’ diye bana soruyor. Gidersem maaşım babama gidecek, ne yapacağız? (Gülüyor) Anneme, ‘bana bir denk yap, Ankara’ya gidiyorum” dedim. Kız arkadaşım Hatice Kızılay ile birlikte Zafer Ergin’in annesine gittik. Paldır küldür size misafir geldik dedik. Biz fakülteye kaydolalım da ne olursa olsun diye düşünüyoruz. Okulda bize Teoloji, Sümeroloji okuyacaksınız diyorlar. Bütün bu ‘lojiler’ nedir bilmiyoruz ama Atatürk bütün bunları o zaman bilmiş. Sınıfa gittik. Hoca Almanca konuşuyor biz aval aval bakıyoruz ama insan her şeyi öğreniyor.

‘SOĞUK, KARANLIK…’

Fakülteyi hangi şartlarda okudunuz?

O dönem bir konsolosun çocuğuna ders vermeye başlıyorum. İşe girdim. Bir gaz lambası var. Soba yok. Elektrik yok. Soğuk, karanlık… 2.5 ay böyle geçti. Arkadaşımla bir yer tuttuk. Gece çalışmaya çalışıyoruz. Dersi hazırlıyoruz. Gündüz okula gidiyoruz. Arkadaşım Hatice ile ‘iki kişi, tek kişilik soğuk yemeği’ paylaştık. Sonra bize yurt çıktı, çok sevindik. Yurtta bize çok iyi bakılıyordu. Temiz bir oda, 6 çeşit yemek çıkıyor, masamız, dolabımız var, çok sevinçliyiz.

Fakülte’nin o zaman kuruluş amacı neydi?

Türk dili, Türk tarihi, Türk kültürünü araştırmak, uzmanlar yetiştirmek gerekiyordu. Rus, Çin, Arap, Yunan kaynaklarını okuyacak, araştıracak öğretmenler yetiştirmek amaçlandı.

‘ATATÜRK İSTEDİ’

Sümeroloji Eğitimi Bölümü nasıl kuruldu?

Günümüzde kullanılan çok sayıda Türkçe kelimenin kökeni Sümer diline dayanıyor. Sümerlerin Asya topraklarından göç etmeleri nedeniyle, Türklerle ilişkili olabileceklerini düşünen Atatürk’ün ‘Sümer, Hitit kültürünün acaba Türklerle bir ilgisi var mı?’ diye araştırılması konusunda bir isteği vardı. Sümer dilinin ve kültürünün ülkemizde tanınmasını istiyordu. Bu nedenle Sümeroloji eğitimini başlattı.   

Üniversiteden mezun olunca ne yaptınız?

1940’da üniversiteden mezun olunca, Hatice Kızılay ile bana üniversitede asistan olarak kalabilirsiniz dediler. Nişanlıyız. Çalışmak için müzeye gidebilirsiniz dediler. Müzede kazılardan çıkarılmış tabletleri, Dr. Kraus okuyamıyor. Tabletlerin üzerine pislik toplanmış. Almanya’ya kimyager gönderiliyor. Bir sene içinde bir laboratuvar kuruluyor. Sonra kirli tabletleri, temizlenmesi için o laboratuvara göndermeye başladık.

Emekli olduktan sonra neler yaptınız?

Emekli olduktan sonra, çocuklar için ‘Zaman Tüneliyle Sümer’e Yolculuk’ diye bir kitap yazdım. Sümer edebiyatına baktığımızda, o dönemde üç tane önemli şair olduğunu görüyoruz. Ludingirra’nın hayat hikayesini yazmaya karar verdim. Ludingirra’nın çocuk olarak yaşadığı şehri, okulunu, ailesini, bütün hayatını kurgulayarak anlattım.

‘ARŞİV, MÜZE OLDU’

İlk defa karşılaştığınız Sümer tabletleriyle nasıl çalıştınız?

O zamana kadar hiç tablet görmemişiz. Tabletlerin ilk satırının kopyasını çıkaracağız, nasıl yapılacak bilmiyoruz. Hititoloji hocamız geldi. Yayınlanmamış Hitit tabletleri var, nasıl kopyalanacağını gösterdi. İlk önce, tabletleri numaralamayın dediler. 74 bin tableti numaralandırdık ve dolaplarda kutuların içine koyarak bir arşiv haline getirdik. Müzede o tabletleri tasnif etmek bize çok şey öğretti ve bize İstanbul Arkeoloji Müzesi’ni kazandırdı.

SÜMERLERDE KADIN HAKKI

Tabletleri okurken ilginizi çeken hikayelere rastladınız mı?

4 bin yıllık tabletleri okuduğumuzda kadına verilen önem benim çok ilgimi çekmişti. Sümerlerde kadının yasalarla korunması ve kadının toplumdaki yeri hakkında çok ilginç olaylar kaydedilmiş. Mesela kadının biri mahkemeye müracaat ediyor. Kocasına ikinci eş, kendine kardeş olacak kadını kendisi seçmek istiyor. Şayet kocam beni boşayacak olursa, benim istediğim kadını almalı diyor. Aslında Sümerlerde tek eşlilik var. Kadın çalışabiliyor, ticaret yapabiliyor. Kadının yasal hakları var. Kadın kocasını boşayabiliyor, mahkemede şahitlik yapabiliyor, yasal işlemlerde kefil olabiliyor. Sümerlerde kadınların hakları kanunlarla korunuyor.

74 bin tableti sınıfladınız, okudunuz, yayınlar yaptınız. Çalışmalarınız sırasında Sümer toplumuyla ilgili sizi şaşırtan geleneklere rastladınız mı?

Sümerlerin tabletlerini okudukça taşları topladıklarını, taşların etrafında döndüklerini ve adaklar yaptıklarını öğrendim. Türkistan’da günümüzde hala taşların etrafında dönüyorlar. Coğrafya açısından çok uzakta olmalarına rağmen bu benzerlik beni çok şaşırtmıştı. Sümerlerde bunun bir hikayesi var. Sümer Tanrısı, yeraltı cini ile savaşıyor. Taşlardan oluşturduğu dağ yer altı cinini yeniyor. Toprağın altından sular fışkırıyor. Sonra taşlar oraya iniyor ve suların üzerini kapatıyor. Annesi oğlunu tebrik etmek için geliyor. Anneciğim bu taşların oluşturduğu dağlar sana hizmet edecek diyor. Bu hikayelerin kökeni aynı. Bu hikayeleri Sümerler kaydediyor, Türkmenistan’da taşların etrafında dönme adeti hala devam ediyor. Ayrıca, Bereket Kültü Kybele de Sümerlerden geliyor. Kuran’ı, Tevrat’ı, İncil’i okudum. Kutsal kitaplarda geçen birçok hikayenin kökeninin Sümerlere dayandığını gördüm.

AKADEMİ GİBİ OLDU

Sümerlere ilişkin yaptığınız çalışmaları anlatan kitaplar ilk defa ne zaman yayınlanmaya başladı?

1942-1943 yıllarında ilk kez Hitit tabletlerinin çevirisini yayınladık. ‘Sümer Hukuku tabletleri var, çalışabilir misiniz?’ dediler. Onları da kopyalamayı öğrendim. İlk önce tabletlerin transfer çözümünü yaptıktan sonra iktisadi belgelerini yaptık. O müze bizim için bir akademi oldu. İlk önce çalıştık, sonra makale olarak 32 yıl boyunca yayınladık. Sümerleri okuttukları kitaplar Dil Tarih Kurumu’ndan çıktı. Yabancı profesörlerle çalıştık. Oradan edindiğim bilgilerle 7 bin tablet kopya edip 8 kitap yayınladım. Samuel Kramer’le Sümer edebiyatı tabletlerini kopya ettik. Üzerinde 60 yıl çalıştık. 1980’de Amerika’dayım. Kramer, bana benim kitapları tercüme et dedi. Ben de peki yapacağım dedim. ‘Tarih Sümer’de Başlar’ kitabı Türk Tarih Kurumu’ndan çıktı.

Sümerler neden bu kadar önemli?

Demokrasi ilk defa Sümer’de başladı. Sümer’de demokrasi, ‘halkın hakkı’ demek. Kelime Sümerceden geliyor. Edebiyat kelimesinin kökeni Sümer diline dayanır. Sümerce ‘Edubba’ kütüphane kelimesine denk geliyor. Bunun yanı sıra, gündelik hayatta kullandığımız tabla, tabak, tepsi gibi bazı kelimelerin kökeni de Sümer diline dayanıyor. Sümer’de demokrasi çok önemli. Yaşlılar ve gençler meclisi olmak üzere iki tane ayrı meclisleri var. Tabletleri okudukça, özellikle halkın okuması için kitaplar yazmaya karar verdim.

ATATÜRK KAZANDI

Demokrasi deyince, günümüzde Atatürk’ün adını kullanarak, sözde sevgi göstererek halktan sempati toplamaya çalışanlar var. Demokrasinin ortadan kaldırıldığı gerçeğini örtbas etmek adına Atatürk’ün adını kullanma tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bugün Atatürk yeniden canlandı. Atatürkçüleri de kendi taraflarına çekebileceklerini düşündüler. Uyanık olmamız lazım. Yalanlara, kandırmalara, göz boyamalara kanmayacağız. Cumhurbaşkanı bile Atatürk’ün adını anmaya başladı. Samimi değiller ama yine de Atatürk’e geldiler. Atatürk kazandı. Nüfusumuzun yarsısından çoğu Atatürk’ü anlıyor. Aydınlık karanlığı boğacak. Atatürk hiçbir şeyi silah zoruyla yapmadı. 1925 yılında kıyafet kanunu çıktı. Kadınlar çarşaflarını attılar. Laik devlette zorlama yok. Daha sonra siyasetçiler dini alet ederek, kadınları kullanmaya başladılar. Köylerde çarşaf yoktu. Kadın erkek tarlada birlikte çalışıyordu. Türklerde kadın erkek ayrılmamıştır. Kuran’ın Türkçesi’nin okutulması zorunlu olsaydı bugün bu yobazlar olmayacaktı. Bugün 13-14 yaşındaki küçük kız çocuğunun başı kapalı. Bakırköy İmam Hatip Okulunda çocuklara ‘eğer saçınızın teli görünürse, saç telleri yılan olur sizi boğar’ diye öğrettiler.

‘TEPKİ GÖSTERMELİ’

Laik Cumhuriyet kadınlarına rağmen nasıl oldu da bu hale geldik?

Avrupa’nın 400 yılda yaptığı Rönesans Devrimi’ni biz 80 yılda yaptık. Cumhuriyet kurulduğunda, kadınların okuması yazması yok. Kadınlar çarşaflı. 80 yıl sonra, kadınlar hayatın her yerinde var. Sanayide, mecliste, her alanda kadınlar çalışıyor. Demokraside en önemli şey tepkiyi göstermektir. İyi ya da kötü tepki göstermek lazım. 1950’de karşı devrim başladı. Kadınlarımızın da kabahati var. Gerekli tepkiyi vermediler. Bugüne geldik. Lütfen tepkinizi gösterin. İyi ya da kötü tepki göstermek çok önemli.

Editör: Haber Merkezi