ASYA YAŞARİKİZ / İZ GAZETE - Avukat Arif Ali Cangı ile İzmir'in çevre sorunlarını, hukuk kurallarına rağmen uygulanmayan  sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkını konuştuk.

Altın madenciliğinin başladığı 90’lı yıllarda halk, toprağımızın taşı toprağı altındır derken şimdi altın madenleri şehir suçu işliyor. Bunlardan biri olan Koza Altın Şirketi tarafından işletilen Çukuralan altın madeninin üçüncü kapasite artışına olumlu görüş bildirildi. Maden bu kapasite artışı ile bilim insanları tarafından 'ekolojik hassas bölge' olarak tanımlanan Kozak yaylasına doğru genişlemeye devam ediyor. Ne düşünüyorsunuz­?

Sağlıklı ve Dengeli Çevrede Yaşama Hakkının korunmasının etkili yollarından birisi mahkemeye başvurma hakkı, mahkeme kararı ile hakkın ihlalinin önlenmesidir. Nitekim ülkemizde çevre hukukunun gelişmesinde yargı kararlarının önemli bir yeri vardır. Bunun en çarpıcı örnekleri, Türkiye’nin ilk altın madenciliği olan Bergama-Ovacık Altın Madeni’ne karşı yürütülen mücadelede elde edildi. Bu kapsamda Danıştay 6.Dairesi’nin 1997 tarihli kararını unutmamak gerekiyor. Kararda; “altın madeni işletme yönteminin yarattığı sakıncaların doğrudan ve dolaylı olarak insan yaşamı ile ilgili olması karşısında, yaşama ve sağlıklı çevrede yaşama hakkına ilişkin Anayasa ve yasa hükümleri de dikkate alınarak, idari işlemin yargısal denetiminde öncelikle kamu yararı ve bu kavramdaki önceliklerin irdelenmesi gerekmektedir. İşletmecinin iyi niyeti, önlemlerin titizce denetlenmesi gibi kavramlara bağlı kalınarak faaliyet sonucunda elde edilecek ekonomik değerin, doğada ve doğrudan veya dolaylı olarak insan yaşamı üzerindeki risk faktörünün gerçekleşmesi halinde meydana getireceği tahribatın karşılaştırılması halinde kamu yararının öncelikle insan yaşamı lehine değerlendirilmesi doğaldır. Siyanür liçi yöntemi ile altın madeni işletilmesinde işletmeciyle ve yapılacak olan denetime duyulan güvene bağlı olarak risk olasılığının azalacağından söz etmek mümkün değildir” deniyordu. Ama dinlenmedi, AİHM karar verdi, dinlenmedi, onlarca yargı kararı çıktı, umursanmadı, her seferinden kararların arkasından dolanılarak, hukuka karşı hile yoluna gidildi. Bu arada maden şirketini 15 Temmuz darbe girişimini yaptığı kabul edilen örgütün finansörü olduğu iddiası ile davalar açıldı, patron Akın İpek şu anda İngiltere’de kaçak. Şirkete kayyım atandı, şu anda TMSF yönetiyor. Daha önceleri Ovacık Altın Madeni Şirketini hükümet destekliyordu, şimdi bizzat yönetiyor.

Ovacık’ta cevher bitti, işletmeyi kapatmak istemeyen şirket, gözünü Kozak’a dikti Yaşam savunucuları, şimdiye kadar , Kozak’ta açılmak istenen maden ocaklarından Gelintepe, Yerli Tahtacı, Uyuzkaya ve Kapıkaya madeni projelerine geçit vermediler. Sadece Dikili sınırları içindeki Çukuralan maden ocağının çalışmasını engelleyemediler.

Yani böylece Çukuralan’ın ekolojisi göz göre göre geri dönüşü olmayan bir yıkıma gitti

Çukuralan'da 2009 yılından bu yana, Bergama Ovacık Altın Madeni/Kimya işletmesinde ayrıştırılmak üzere altın madeni cevheri çıkartılıyor. İlk projenin izinlerinin hemen ardından kapasite artırımına gidildi, o yetmedi ikinci kez kapasite artırımına gidildi, şimdi de üçüncü kapasite artırımı yapılmak isteniyor. Geride kalan üç proje için verilen çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) olumlu kararının iptali davaları reddedildi. Yapılan yargılamalar düzgün yapılmadı, adil olmayan yargılamalar ve madenin hoyratça çalıştırılması sonunda Çukuralan'ın doğası geri dönüşü mümkün olmayacak şekilde bozuldu. Üçüncü kez kapasite artırımı ile yapılacak işletme sonunda doğadaki yıkımın katlanarak devam edeceği her halinden belli. O yüzden açılan davada, yapılan keşif ve düzenlenen bilirkişi raporu sonrasında Mahkeme önce yürütmeyi durdurma, ardından iptal kararı verdi. Bunun üzerine ne yapılması gerekiyordu? Hukuk güvenliği olan bir yerde, bu iş artık sona erer, maden ocağı olabildiğince rehabilite edilerek kapatılır. Biz de ise öyle olmadı; şu meşhur 2009/7 sayılı genelgeye dayanılarak yeniden ÇED süreci başlatıldı, tüm itirazlara rağmen, hukuk devleti ilkesini ve çevre hakkının esaslı unsuru olan halkın katılımını yok sayan genelgeye dayanılarak yeniden ÇED olumlu kararı verildi. Bu arada Danıştay da yapılan faaliyetin doğada yarattığı yıkımı görmeden, çevre hukukunun geliştiren kendi kararlarını da yok sayarak, son iptal kararını bozdu.

Çukuralan'da, bugünkü ve gelecek kuşakların yaşama hakkı korunmuyor, bir takım oyunlarla, doğaya karşı suç işlenmeye devam edilmek isteniyor. Yani çevre hakkı ve hukuk devleti Çukuralan’da çukura gömülmüş durumda. Buna dur denmezse, çevreyi ve hukuku kitletttiği defalarca yargı kararları ile tespit edilen, bizzat yaşanan Bergama Ovacık Altın Madeni işletmesi kapatılmadığı sürece bölgenin en önemli hassas ekolojik alanı olan Kozak mahvolacak. Bu olumsuz gidiş başka yerlerdeki saldırılara da çanak tutacak. Şunu da eklemek istiyorum, Ovacık ile ilgili 1997 Danıştay kararı uygulansa idi, bunların hiç birisi olmayacaktı, Kazdağları’ndan, Erzincan İliç’e, Fatsa’dan Efemçukuru’na, Kışadağ’dan Gümüşhane’ye, adını saymakta zorlandığımı diğer ülkeyi zehirleyen altın madenciliğinin önü açılmayacaktı.

FOLKART Basmane Çukuru’ndan çekildiğini duyurmuştu. Sahibi firari olan ve kayyumla yönetilen Koza Ovacıktaki altın madeni bitti, atık havuzları ekleniyor. İzmir’in ekolojisi sermayenin tehditinden nasıl kurtulur?

Basmane çukuru, İzmir kentinin tek ortak yeşil alanı olan Kültürparkı’na yönelik emellerden farklı düşünülemez.Bir yandan, ortak alan olması gereken Basmane meydanı’na kentin kaldıramayacağı bir yapı kütlesi dikilmek isteniyor, buradan da Kültürpark yapılaşmaya açılmak isteniyor. Bunu gözden kaçırmamak gerek. O şirket çekilmiş, bu şirket gelmiş, bunların hiç bir önemi yok. Çünkü şirketler kendi karlarını düşünürler. Demek ki kent hakkı mücadelesi Folkart’ın oradan kazanmayı düşündüğü kazançları tehlikeye sokmuş, o yüzden çekilmiştir. O gider başkası gelir. Basmane çukuru kapatılıp ortak yeşil alan haline getirilmeden tehlike devam eder. İtiraz ettiğimiz projelerin, faaliyetlerin hiç birisinin İzmirli’ye faydası yok, bugünkü ve gelecekteki Izmir’in yaşamını tehdit edecek müdahaleler bunlar. Uygulanan kapitalist sistemin getirdiği bunlar işte. Kar elde etmek için doğal yaşam alanlarında, su havzalarında altın madeni işletirler, Körfeze köprü yapmaya kalkarlar, ucube binalar dikerler, Aliağa’yı kirliliğe boğarlar, sadece kar elde etmek amacıyla temiz enerji olarak bilinen JES, RES’leri bile insanların başına bela ederler.

İstanbul’u bitirdiler şimdi İzmir’e saldırı yoğunlaştı. Bu kenti seven, çocuklarına yaşabilir bir kent bırakmak isteyen, İzmir’in kimliğini korumak isyeteyen herkesin bu hamlelere karşı çıkması gerekiyor.

Maden sahiplerinin kestikleri ağaç kadar ağaç dikeceklerini söylemeleri bir kandırmaca mı?

Şunu belitmem gerekiyor; pek çok doğal varlık gibi ormanlar da madenciliğe heba ediliyor. Maden projelerinde Anayasadaki ve Orman Yasasındaki koruyucu hükümler işlemiyor. Kesilen ağaç kadar ağaç dikilmesi ormanı yerine getirmez. Orman bir ekosistemdir, yok ettiğiniz ekosistemin yeniden oluşması yüzlerce yıl alır, bunun ağaçlandırma ile gerçekleştirilmesi mümkün değil. Bunların hepsi kandırmaca. Diğer yandan Kirazlı Altın Madeni projesinde görüldüğü gibi taahhüt edilenden çok fazla ağaç kesiliyor. Yani verilen sözlerin güvenilecek bir yanı yok. Neden güvenmemiz isteniyor ki; toprağın üstü ‘altın’dan daha değerli, yaşamın sürmesi için ‘altın’a değil, ormana, temiz suya, temiz havaya, temiz gıdaya ihtiyacımız var.

Ovacık’a, Kozak Yaylası’na, Kaz Dağları’na sahip çıkmak, çevre hakkına sahip çıkmak aynı zamanda bir demokrasi mücadelesi midir?

Türkiye yine kritik bir dönemden geçiyor. Demokrasi krizi bütün yaşamımızı etkiliyor. 31 Mart seçimleri bu krizi aşma yolunda dip dalganın geldiğini gösterdi. Bu dalganın büyütülmesi ile demokrasi krizi aşılabilir yeniden demokratik bir ülke inşaası sürecine geçilebilir. Bunun olması için iktidar blokunun dışında kalan herkese görev düşüyor. Gezi’nin bize bıraktığı pek çok miras var, bunlardan en önemlisi ağaca sarılmak. Kazdaları’ndaki altın madenine karşı tepkinin bu kadar yükselmesinin en önemli nedeninin bu olduğunu düşünüyorum. Çünkü ilk başa geçen itiraz tahhüt edilenden fazla ağaç kesilmesi oldu. Bu gelişmeler Türkiye için, dünya için olumlu gelişmeler, iyi şeyler eylemek için enerji sağlıyor.

Diğer yandan ekolojinin korunmasında ortaklaşılmış olması demokrasi krizinin aşılması için de önemli bir başlangıçtır. Çünkü ekoloji mücadelesi aynı zamanda demokrasi mücadelesidir. Çevre hakkını unsurlarının bilgi edinme, karar süreçlerine katılma ve adalete erişim hakkı olduğunu düşündüğümüzde bunların aynı zamanda demokratik hukuk düzenini tarif ettiğini görürüz. Ortaklaşarak, dayanışarak, demokratik mücadele yöntemelerini çeşitlendirip, geliştirerek eşit, özgür ve barış içinde mutlu insanların yaşadığı, yaşam alanlarının korunduğu, demokratik bir ülkeyi kurabiliriz.

İz Gazete’nin basılı hale gelmesinden sonra çevre ve ekolojiye ilişkin ilk konuğu olmanın onurunu yaşadığımı belirtmek istiyorum. Gazetenin İzmir için, kenti, doğası ve insanı için güzellikler getirmesini ve örnek olmasını diliyorum.

Editör: Haber Merkezi