Sevgili Arsız Ölüm ve Manves City gibi romanlarının yazarı Latife Tekin, Torbalı Belediyesi’nin düzenlediği “Güz Kitap Günleri’nde” onur konuğu olarak Torbalılıların katılımıyla bir söyleşi gerçekleştirdi. Müge Yamanyılmaz’ın moderatörlüğünü gerçekleştirdiği söyleşide konuşan Tekin, yazarlığa nasıl başladığını, hangi kaynaklardan beslendiğini ve onu yoksullar üzerine yazmaya nelerin ittiğini anlattığı söyleşide, “Kendimi övmek istemem ama ben yoksulların arasında büyüdüm. 9 yaşında İstanbul’a geldim ve o yıllarda Anadolu, Kayseri, o göç Anadolu’nun birçok şehrinden insanları büyük şehirlere getirdi. Benim çocukluğumda İstanbul’un yüzde 60’ı gecekondularda yaşıyordu. Bu, bir biçimde bizim sinemamıza yansıdı. Ama edebiyatımıza bir zaman aldı yansıması. Ben o göç fırtınasının içerisinde büyüdüm. Beşiktaş o zaman İstanbul’un merkez ilçelerinden biriydi. Ama biz oraya büyük hayallerle gelip parçalanmış ailelerden biriyiz. Şehir çok hırpalanmış. Beşiktaş, Yıldız Sarayının çalışanları için kurulmuş ama o köşkler eskimiş. Anadolu’dan gelen insanlar olarak biz o köşklerin birer birer katlarına yerleştik. Bu göçün içinde büyümüş olmak ve o hayallerin yıkıldığı süreç bugünkü göçten daha ümitli bir göç. Onun içinde yaşamış olmak, o yoksullaşmayı içeride yaşamış olmak ve içeriden yazmaya karar vermek bir fark getirdi diyebilirim” diye konuştu.
Tekin’e, gerçekleştirdiği söyleşinin ardından, Torbalı Belediye Başkan Vekili Ertan Çelik ve Torbalı Belediye Başkan Yardımcısı Murat Gilgil tarafından plaket takdim edildi.
Plaket takdimi sırasında konuşma gerçekleştiren Çelik, “Latife Tekin hanımefendiyi ‘Fahri Hemşeri’ ilan etmek için çalışma başlatacaklarını” söylerken Gilgil, Tekin’in Manvas City kitabını edineceğini ve Torbalılıların da edinmesi için çalışma gerçekleştireceğini söyledi.
Tekin söyleşinin ardından okurlarının kitaplarını da imzaladı.
Yazıyla ilişkim aşkla, tutkuyla, hayal kurarak geçti
Yazıyla olan ilişkisini anlatan Tekin, “Yazar olmayı heves etmekle insanın kendini yazar olarak bulması biraz aşık olmaya heves etmek ve aşık olmakla çok benzetiyorum. Aşk insanın başına geliyor, bence yazarlık da biraz öyle. Bugün çok sayıda insan yazar olmaya çalışıyor, tabi ki onların arasında kitapları yayımlananlar var ama yazarlık biraz insanın başına gelen bir şey. Öylesinin bir kıymeti var benim için ve onu da hemen hissederim. Çok erken yaşlarda yazmaya başladım. Sözcükleri herhalde yan yana getirmek ve ilginç cümleler kurmak benim için bir oyun gibiydi. Aslında şiir yazarak başladım. Aziz Nesin, ‘Türkiye’de her 4 kişiden 5’i şiir yazar’ der. Bizim kuşak çok erken politize olmuştu ve ben de 15-16 yaşımda politize oldum. Mahallelerde ve fabrikalarda koştururken yazamadım ama hep hayalimizdi, ‘sosyalizm gelirse, devrim olursa ben yazar olacağım’ derdim. 12 Eylül gelince hemen bir kalem aldım ve yazarlık serüvenim başladı. Bazen kendimi gerçek değilmişim de sözcüklerden ibaret hissederim. Çünkü çok fazla yazıyorum, hep elimde kalem, bir yerlerde konuşurken yazarım. O yüzden hep, ‘gerçek miyim değil miyim?’ diye düşünürüm. Benim yazıyla ilişkim biraz aşkla, tutkuyla, çok hayal kurarak geçti. Onun için böyle bir ayrım yapabiliyorum” dedi.
Edebiyatı kentli ve elit insanlar yapıyordu
Tekin, kendisinin yazmaya başladığı ve ilk romanının yayınlandığı dönemlerde edebiyatın yalnızca elit ve kentli insanlar tarafından yapıldığını kaydettiği konuşmasında, “Bu tabi yazıya da yansıyor. Edebiyat yapanlar daha çok kentli ve elit insanlardı. Yoksullar zaman bile bulamıyordu. İlgi duyanlar vardı ama zamanları ve imkanları sınırlıydı. O yüzden bu karşılaşmanın kendisi, eğer yoksullar hakkında ve yoksullardan yana edebiyat yapmak istiyorum kararını verirseniz bu zaten fark yaratır. Bu kararı vermiştim ve bu karar anlatacağım hikaye kadar bir fark yarattı” ifadelerine yer verdi.
İstanbul sürekli yoksullardan arındırıldı
İstanbul’a göç ettikten sonra yoksulların düzenli olarak İstanbul’dan sürüldüğünü söyleyen Tekin, “İstanbul çok iç içeydi. Yoksullar ve saray işçiler iç içe yaşıyordu. Beşiktaş’ta bildiğimiz bir sürü ünlü fabrika vardı. Bir tarihten sonra İstanbul yoksullardan arındırıldı ve sanayi işçileri kentin dışına sürüldü. Yoksul ev sahipleri kentin dışına atıldılar. Bugün de benzer bir şey yaşanıyor aslında. İstanbul’dan pek çok insan sürülüyor ve ikinci insanlardan arındırma dönemi yaşanıyor. O dönemde bu çok sertti ve bir anda şehir, yoksul mahallelerden temizlenmeye başlandı. Şehrin artık yıpranmış bölgeleri de el değiştirmeye başladı. İstanbul böyle bir müze kent gibi dünya zenginlerinin gelip yaşadığı, yoksulların temizlendiği bir yer haline geldi. O dönemde de fabrika işçileri, özellikler fabrikalar kapatılarak kentin dışına itildiler. Fabrikalarda çalıştığımız için o süreci çok yakından yaşadık. OSB Bölgeleri yapıldı ve işçiler sürüldü. Bu tabi hep yoksulluk üzerine düşündüğüm için hep gözüm onların üstündeydi. O değişim ve dönüşümü hem yazarak hem de üstüne düşünerek izliyordum ve olanların farkındaydım. Hatta çok gençken söylediğim bir şey vardı. Diyordum ki yaşadığımız yeri seçmemiz lazım çünkü bizi kardeşlerimizden ayıracaklar. İstanbul yoksulluktan sürekli arındırılıyor. Bu, şimdi burada da yaşanıyor. Ben de tabi yoksullar hakkında düşünüyorum ve hikayelerini yazmaya çalışıyorum” diye konuştu.
Soma’dan sonra bir karar verdim
Tekin, bir dönem yoksullar ve işçiler hakkında yazmaktan uzaklaştığını ancak Soma’daki maden faciasının ardından yeniden yoksullar ve işçiler üzerine yazmaya başladığını ifade ederek, “Hep fabrika içine dair bir şey yazmak istedim ama ünlenmiştim ve tanınan bir yazardım. Yazmak için fabrikanın içinde olmak gerekiyordu. İçeriden o sermayenin şiddetini hissedebilmek gerekiyordu. Artık bu benim için imkansız hale geldi diye düşünüyordum, hatta bir tekstil fabrikasında iş de bulunmuştu ama bu bana biraz ayıp geldi. Bir yazar olarak hayatıma devam edecektim ama yazdıklarım orada kalacaktı. Bu içimde kalmıştı. Ama fabrika işçileri nereye gitti, ne yapıyorlar, neredeler, bunları hep takip ediyordum. Sonra yüzümü doğaya döndüğüm bir dönem oldu çünkü hep birlikte ötekileştirdiğimiz yoksullar var, kadınlar, gençler, çocuklar var. Onları ötekileştirip yalnız bırakıyoruz. Ama yazamıyorum çünkü nerede olduklarını da tam bilmiyorum. Ben de yüzümü doğaya döndüm. Biraz doğaya dair yazdım ama kalbim hep yoksullardan yanaydı. Ben onlardan uzaksam hep gurbette hissederim. Ben kendimi onların yanında çok iyi hissediyorum. Ama o bağ yavaş yavaş koptu. Orman, doğa üzerine metinler yazdım ama bu Soma’ya kadardı. O noktaya kadar direndim. Ama Soma’da çok sarsıcı bir şey oldu. İnsanlar orada topluca öldüler ve biz yüzümüzü o tarafa döndük. Aslında toplum döndü. Ve şunu ben de çok rahatça söyledim. Yoksullar topluca öldüklerinde görünür olabiliyorlar, eğer öyle olmazsa kimse fark etmiyor. Soma’dan sonra bir karar verdim ve dedim ki ben tekrar gideceğim ve orada olup biten şeyi yaşayacağım ve yazacağım. Böylece ilk geldiğim bölgelerden biri Torbalı’ydı. Sadece Torbalı değil İstanbul, Çorlu gibi bölgelerde evlerde kalarak, sanayi bölgelerinde dolaştım. Hangi koşullarda çalışıyorlar, ne yapıyorlar ve ben bunu nasıl anlatabilirim diye düşündüm. Çok uğraştım ve çalıştım. Sürekli notlar alarak ve hatta buralarda Torbalı’da iş başvurusu da yaptım. Bazen de yaşadığım yere gidiyordum ve gündelik hayatı gözlemlemek üzere geliyordum. Metropolis Otelde kaldım ve o zaman da işçiler ne yapıyorlar diye gözlemler yaptım. Buna benzer misafirlikleri çeşitli yerlerde yaptım ve Manves City’yi yazdım. Burada çok sevdiğim Mesut adında bir taksi şoförü vardı, onunla da helalleştim” dedi.
Kadın ve yoksul olmak çok benziyor
Yoksul olmak ve kadın olmanın benzediğini aktaran Tekin, bir kadın olarak yazar olmanın nasıl bir şey olduğunu ise “Sayımız o kadar çok arttı ki bazen, ‘sayıyla nakavt edebiliriz’ diyebiliyorum. Günden güne sayımız artıyor. Kadın ve yoksul olmak aslında çok benziyor. Kadınlar da yoksul diyorum çünkü parayı erkekler kontrol ediyor. Tabi ki para kazanan, hayat için de erkekler gibi erkekler arasında kendine alan açan kadınlar var ama sonuçta burası erkekler kontrolünde bir ülke ve bu kontrolü giderek daha da saldırganlaştıran ve kadınları eve kapatmak isteyen, kamusal alanlardan kadınları itmek isteyen bir erkek iktidarı var. Bununla tabi ki kavga ediyoruz. Erkek yazarlar için bu ülke daha kolay. Ben genç bir kadın yazar olarak ünlendiğimde direkt dilin kendisi dikiliyordu çünkü dil de çok eril ve erkek. Erkeklerin egemen olduğu alanlarda kendine alan açmak çok zordu. Ama asıl bir mesele vardı ki kullanılan dil ve kurgunun erkek olmasıydı. Kadınlar daha çok yazmaya başladığında edebiyat da nefes almaya başladı. Roman formu değişmeye başladı. Ben bir erkeğin yazdığı romanla kadının yazdığı roman arasındaki farkı hemen görebiliyorum. O yüzden elbette zorluydu. Her şey için 2 kat çaba harcamak ve daha fazla uğraşmak anlamına geliyordu” ifadeleriyle anlattı.
Diğer varlıklara empatiyle yaklaşan yazarlar var
Tekin, edebiyatın ‘muhalif’ olup olmadığını açıkladığı konuşmasında, “Uzun yıllar edebiyat da yazıya bağlı olarak sürüp gitti. Çok uzun yıllar erkeklerin kontrolünde kaldı. Aslında çok farklı biçimlerde insanlar bunu ifade etti. Benim hevesim ve yüzümün dönük olduğu yer yoksullar, emekçiler, kadınlar ve doğa olduğu için ben aslında insan merkezli bir şey olarak görmedim edebiyatı. İnsanlar için yazan edebiyatçılar var. Bir de insan olmayı deneyimini aşmak için yazan insanlar var. Yani dünyaya insan olarak gelmiş olmaktan mutsuzluk hisseden, diğer varlıklara empatiyle yaklaşan, insanı her şeyin üstüne koymayan ve daha eşitlikçi ve insan merkezli düşünmeyen yazarlar var. Ben biraz daha onlara kendimi yakın hissediyorum. O edebiyatçıların daha dönüştürücü olduklarını düşünüyorum” dedi.