GÖNÜL SOYOĞUL / İZ GAZETE - Biz onu Bayındır’dan tanıyoruz, 32 yaşında başhekimliğinden. Sağlık Bakanlığı Müsteşarlığı, başbakan danışmanlığı, PETKİM, Erdemir ve İsdemir'in yönetimlerinden tanıyoruz. Köşe yazılarından tanıyoruz.

Ege’den, içimizden biri Dr. Aytun Çıray.

Üç dönem CHP Milletvekili olarak seçilen, 23 Ekim 2017'de CHP’den istifa edip Meral Akşener'in liderliğindeki İYİ Parti'nin kurucu üyesi olan, halen İYİ Parti’de Genel Başkan Akşener’in siyasi başdanışmanı olarak görev yapan İzmir Milletvekili Aytun Çıray ile bugün genel siyaseti değil, İzmir’i konuştuk. Ankara’ya gidecekti, zamanı kısıtlıydı, ona rağmen kısıtlı zamanda çok şey söyledi.

Politikanın konuşma sanatı olduğu kadar ‘susma’ sanatı olduğunu da göstererek… Millet İttifakı’na halel getirmekten özenle kaçınarak hem bir İzmirli hem de bir İzmir milletvekili olarak önemli bulduğu konularda sade, zarif, incitmeyecek nokta atışlarda bulunarak…

Sohbeti İzmir ile açalım. Genel Başkan Başdanışmanısınız ama öncelikle İzmir milletvekilisiniz. Sizi TV programlarında, röportajlarda hep genel siyaset üzerine konuşurken izliyoruz. Özellikle mi İzmir'le ilgili konuşmaktan kaçınıyorsunuz ya da bu bir tercih mi, neden tercih?

- İkisi de doğru. Bir tanesi Türkiye'nin özel şartları nedeniyle. Bir rejim değişikliği yaşadık. Otokrat bir rejime girdik. Şimdi bu rejimden çıkışta daha ziyade Ankara siyaseti ve Türkiye siyaseti etkili olduğu için onunla çok zaman harcıyoruz. Ayrıca İYİ Parti'nin kuruluş aşamaları, covid-19 salgını gibi daha birçok faktör iletişimlerimize engel oldu; doğrusu bunların da etkisi oldu. Ama İzmir'e her hafta geliyorum. Dostlarımızla, siyasilerle görüşüyorum, İzmir'in sorunlarını da yakından takip ediyorum. Bir miktar tabi, Millet İttifakı da çok hassas bir dönemden geçiyor. Zarar gelmemesi için az konuşmaya gayret ediyorum İzmir ile ilgili.

Peki bu sizin İzmir Milletvekilliği sıfatınıza bir halel getirmez mi? Gönlü İyi Parti’de İzmirli bir vatandaş ‘bizim milletvekilimiz ama ben hiç kentle ilgili bir söylemini duymadım’ demez mi sizce?

- Çok şey yapıyorum aslında, İzmir'le ilgili soru önergeleri veriyorum, konuşmalar yapıyorum. Ama galiba biz nasıl Türkiye siyasetine fazla daldıysak İzmirliler de kendi içine çok kapanmışlar. Zaman zaman bu tür yaptığım şeylerin farkında olunmuyor medya tarafından, yerel medyayı kast ediyorum. Mesela deprem meselesiyle çok yakından ilgilendik. Depremzedelerin daha sonra başına gelenlerle ilgili açıklamalar, mecliste soru önergeleri başka çalışmalar yaptık. En son işte Kemal Bey’le beraber birlikte gittik, onların sorunlarını dinledik. Yani çok şey yapıyoruz ama yine bu yeni rejimin ortaya çıkardığı bir medya sıkıntımız var. Daha doğrusu medyanın sıkıntısı var; daha çok sesini duyurabilmede, daha geniş alanlara yayılabilmede. Sonuç itibarıyla İZ Gazete gibi hem sosyal medyada hem yazılı basında hem internet medyasında hem de sahada olan çok az sayıda özgür medya organı kaldı. Eskiden çok daha kolaydı bir siyasinin İzmir'le ilgili sorunlar konusunda sesini duyurabilmesi. Televizyonlarımız vardı. Şimdi yeniden canlandırmaya çalışıyorlar arkadaşlar. Bütün bunlar uzun süre ara verdi. Tabi bunlar ara verince böyle bir şeyle karşılaştık.

SOYER'İN BÜROKRASİSİ ZAYIF

Mahalli seçimlerde destek verdik Millet İttifakı olarak. Gerçi İzmir'de bir pazarlık söz konusu değildi ama bu ittifakın gereği olarak burada da destek verdik belediye başkanına. Fakat tabi şimdi seçerek konuşmak istiyorum. Tekrar tekrar söylüyorum, öncelikli gündemimiz Türkiye'nin yeniden demokrasiye dönmesi olduğu için bazı detay fikirleri geriye bırakıyoruz. Bu bizi sanki onları görmüyormuş gibi bir hava yaratabilir ama görüyoruz. Artık olup bittiği için artık hiç olmazsa bir tanesinden bahsedeyim. Buradaki yerel yönetimin faaliyetlerini dikkatle izliyoruz. Geçenlerde İzmir'in eğitim sahası olması gereken, uzun yıllardır belediyenin ne yapalım diye tartıştığı bir binamızı İstanbullu bir vakfa vermek istediler. Nitekim orada bizim belediye meclis üyemizin büyük dikkatiyle o işten vazgeçildi, biraz da İYİ Parti'nin. Kemal Sevinç Bey orada çok yapıcı olumlu bir tutum aldı ama şimdi doğrusu ben anlamakta zorluk çekiyorum. Aynı binayı İzmir Ticaret Odası talep etmiş, Sanayi Odası talep etmiş. İzmir'in bu yerel kurumları dururken niye biz bu binayı bilmediğimiz bir vakfa devretmeye kalkıyoruz? Bu hem siyasi olarak hem de yerel bir yöneticinin yerel ilişkileri olarak hiç de doğru değil.

Sizin doğrudan Tunç Bey'le konuşma imkânınız var. Rahatça ulaşabilirsiniz. ‘Bizim yerel kurumlarımız varken neden bu vakıf tercih edildi’ diye kendisine sorabildiniz, sordunuz mu?

-Daha önceden böyle bir şeyden haberimiz olsa, bize danışılsa sorabilirdik, fikirlerimizi söyleyebilirdik. Biz de belediye meclisinde duyuyoruz. Burada dostane bir uyarıda bulunmak istiyorum. Başkan’ın bürokrasisinin çok zayıf olduğunu anlıyorum. Böyle hazırlıksız önergelerin çok arka arkaya gelmesi bürokrasisinin zayıf olduğunu da gösterir. Çünkü bürokratların görevi, eski üst düzey bir bürokrat olarak söylüyorum. Siyasiyi uyaracaksınız. Hatta siyasetçi çok yanlış yapıyorsa gerektiğinde tavır koyacaksınız.

Hatta derler ki Türkiye'yi bürokrasi yönetir, en azından eskiden böyle derlerdi.

-O bürokrasiyi yok ettiler, o başka bir mesele. Ama ben şunu söylemek istiyorum. Dünyanın en iyi coğrafyasında olan bu ülkenin en iyi coğrafyasında olan İzmir'de artık arkamı dönüp baktığımda deniz kadar büyük güzellikler görmek istiyorum, burada yaşayan bir insan olarak. İkinci caddesine geçtiğim zaman bir gecekondu havasından kurtulmak istiyorum. Bakın, sadece İzmir için söylemiyorum. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin sosyal devlet olma vasfından devleti çıkarması nedeniyle, bu boşluğu doldurmak için Büyükşehir Belediyelerinin Kredi Yurtlar Kurumu Müdürlüğü gibi çalışmasını anlıyorum. Böyle bir ihtiyaç var, boşluğu doldurmak istiyorlar. Bu hükümet ziraat politikalarını tamamen geriye atıp çiftçiyi mahvettiği için onlara destek olmasını anlayabiliyorum. Ama anlayamadığım şey bunlar asli görevler değil. Bunlar yedek görevler. Asli görev şehircilik. Onun için ben şöyle bir eksik görüyorum. Belediyeler bence asli görevlerinden çok, belki de daha rahat, daha finansmanı kolay bulunabilir ve propagandası kolay olduğu için tali hizmetlere yöneldiler. Şehircilik hizmetlerini ihmal ettiklerini düşünüyorum. Hayatımda değişiklik olmasını istiyorum. Gece yattığım zaman sabaha karşı bir kokuyla midem bulanarak uyanmak istemiyorum. Bunu sade vatandaş olarak istiyorum. Bu siyasi bir eleştiri de değil. Bunu sadece İzmir'e mahsus da söylemiyorum.

Amaç bağcı dövmek değil, üzüm yemek. Sizin hassasiyetlerinizi biz de kendi mesleğimizde yaşıyoruz. O susma refleksi, oto kontrol bizde de var.

-Evet ama bu hassasiyet zayıflık olarak algılanmamalı ve bu tutum istismar edilmemeli. Bu hükümetin belediyelere ne kadar zorluk çıkardığını biliyoruz, finansman problemleri çıkardığını biliyoruz. Yine buraya, İzmir'e özel söylemiyorum. İyi ama bu böyleyse neden kadrolarınızı bu kadar şişirip finansmanlarınızı ihtiyaç olmayan kadrolara aktarıyorsunuz? Benim, bir siyasetçinin o göreve geldiği zaman kendisi ile siyasi mücadele yapmış kendi partilileri konusunda hassasiyet göstermesine en ufak itirazım olmaz. Emek veriyorlar, bir hedefleri var. Ama bu abartılırsa, kadrolar şişirilirse bizim ne farkımız kalır Adalet ve Kalkınma Partisi'nden? Şimdi TÜGVA'yı yerden yere vuruyoruz. Nedir TÜGVA? Tayyip Beyin oğlunun kurduğu bir vakıf. O vakıf üzerinden Türkiye'yi yönetmeye kalkmışlar. Peki bu vakıf bu gücü nereden alıyor? Nüfuz ticaretinden alıyor, bir nüfuz bir güç var. Benim belediyelerim bunlardan uzak dursun kardeşim. Vakıflardan, vakıfların başındaki yakınlarından… Herkes kendi işini yapsın. Ben 4 sene müsteşarlık yaptım. Milyarlara imza attım. Ailemden bir kişi bakanlığa girmedi. Giremezdi. Şimdi de buna dikkat etmeliyiz. Aile boyu siyaset olmaz. Bunları önemsiyorum. Genel siyaset olarak söylüyorum bunları.

Siz siyasette eş, dost kayırmasın karşıyım diyorsunuz ancak basına yansıyan ve yalanmayan habere göre İYİ Parti Konak İlçe Başkanı Coşkun Tatar’ın çok sayıda işe girmek için bekleyen varken İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde eşini işe yerleştirdiği ortaya çıktı ve tepki gösteren 7 ilçe yöneticisi partilerinden istifa etti. Buna ne diyorsunuz?

-AKP'ye ne diyorsam onu diyorum. Siyasilerin, özellikle aynı soyadını taşıdığı insanlara öncelik hakkı vermesi kayırmacılıktır. Bana sorarsanız istifa etmesi gereken İlçe Başkanı'dır. Etmiyorsa İl Başkanı duruma müdahale etmelidir. Aksi halde bu tür işler İYİ Parti olarak bizim inandırıcılığımıza zarar verir.

Millet İttifakı olarak berabersiniz. İzmir milletvekili olarak ara ara bazı uyarılarda bulunmanız gerekmiyor mu?

-Buna açık bir yapı olur, istişareye açık olur. O zaman kolay. Bu kadar senelik devlet tecrübemizden yararlanmak isteyenleri niçin bundan mahrum bırakayım? (Gülüşmeler)

O zaman şunu açar mısınız? Bir Millet İttifakı var. Sorunsuz işliyor… İki genel başkanın sağduyusu, çelebiliği, akıllı yöntemleriyle şu ana kadar bir pürüz çıkmadı. Peki Millet İttifakı yerelde nasıl işliyor? Yereldeki işleyişi de sağlıklı mı geneldeki kadar?

-Bütün detayına hâkim değilim. Bizim milletvekili sayımız mahdut. Sokağa çıktıkları zaman vatandaşlar oransal olarak daha çok CHP'li vekilleri görüyorlar. Bize de söylüyorlar. Özellikle oradaki şehircilik hizmetleriyle ilgiliyse birçoğundan sonuç alınıyor. Zaten ufak tefek sorunlar geliyor ve çözülüyor. Sağ olsun bunlar çözülüyor, bu konuda bir sorun yok. Mesele şu, İzmir'de zaten bu ittifak açısından bakıldığında İzmir'de bir seçim işbirliğine gerek yoktu ve bunun üzerine bir çalışma olmadı. Oy oranlarına ve geçmişe bakıldığında CHP doğal olarak bu seçimi kazanacaktı. Esasen İzmir kendi Milli İttifakını çok yıllar önce kurduğu için böyle bir şeye ihtiyaç olmadı. Ancak o dönemde o seçim öncesi haksız yıpratmalara karşı biz de Sayın Soyer adına göğsümüzü siper ettik, çünkü demokratik bulmadık bu saldırıları. Kötüydü. Onun dışında bizim özel desteğimizi gerektirecek bir şey yoktu. Bizim burada önemli bir problemimiz yok. Belediye başkanları başarılı olursa seviniriz. Olmazlarsa CHP düşünecek. Çünkü bizim yetkimiz yok ki bir sorumluluğumuz olsun.

Biz Katolik nikah kıymadık diyorsunuz.

-Bizim ittifakımız bir AKP-MHP ittifakı gibi değil. Yani bir Katolik nikahı yok dediğiniz gibi. Bizim ittifakımız Türkiye'de bizim ittifak bildirgemizde de bu yazar, o bildirgeyi yazan 4 kişiden biriyim o çalışmada olan. Orada millet ittifakının üyesi olan 4 parti, bu rejimden Türkiye'yi bir anayasal devlete, mutlak güçler ayrımının olduğu bir rejime taşımak için, basın özgürlüğünü ve diğer özgürlükleri sağlamak için bir araya gelmiş siyasi partilerdir. Bunun dışında her siyasi partinin özgür ve özgün fikirleri vardır. Onları söylemeye devam edeceklerdir. Oralarda mutabakat yok, olmasına da gerek yok. O zaman zaten tek sesli olur, siyasi partilere ihtiyaç yok. Ama bizim ortak değerimiz ne bu dört partinin? Kurucu değerlere sadakat ve demokrasiye sadakat. Elimizden gitmekte olan bu değerleri geriye almak. Bu değerlere saygılı olan, bu ittifak içinde olmayan partiler de var artık. Bu değerleri isteyen ama ittifaka fiilen bağlı olmayan partiler de var.

İSTANBUL SEÇİMİ VİCDAN KARDEŞLİĞİ YARATTI

Ben bunu hep şuna bağlıyorum. İstanbul seçimleri Türkiye'de bir vicdan kardeşliği yarattı. İstanbul seçimlerinde AKP'nin kazanmış bir belediye başkanının seçimini iptal etmesiyle Türk milletinin vicdanı kanadı, bir bütün olarak, bütün unsurlarıyla. Dolayısıyla bu kanayan vicdanlar İstanbul'da 804 bin oy fark atarak bir vicdan kardeşliği yarattı. Ve bu vicdan kardeşliği yaratılırken hiç kimse kimliğine, inancına, geçmişine takılmadı. Demokrasi ve özgürlükler adına oy kullandı. İktidar partisinin Abdullah Öcalan ve kardeşini kullanmasını da kimse umursamadı. Kürtler de büyük bir sağduyu ve bilinçle demokrasi için ve birlikte yaşama iradesi için oy kullandı. Bu Türkiye'nin önüne çıkmış en büyük şanstır.

Bu vicdan kardeşliği bu önümüzdeki seçimlerde erken veya zamanında tekrar yürürlüğe girer mi sizce?

-Adalet ve Kalkınma Partisi İstanbul'da ortaya çıkan bu büyük sağduyu ve vicdan kardeşliğini görünce o zaman bir tedbir alması gerektiğini düşündü ve yeni bir operasyon başlattı. Ben 2020 Ekim ayında Mecliste bunu anlattım. Yeni stratejisi neydi? PKK üzerinden bütün partileri şeytanlaştırmak. Nasıl şeytanlaştıracaksınız? İlk önce PKK ile HDP'yi tam eşdeğer hale getireceksiniz. Sonra dönüp CHP de HDP ile iş birliği yapıyor o da PKK'lı, Ey İYİ Partililer siz de mi PKK'lısınız, çekilin bu ittifaktan. Yani ittifakı bozmaya yönelik büyük bir operasyon. Bu operasyonu boşa çıkardık. Meral Hanım'ın büyük sağduyusuyla, riskiyle. Dolayısıyla şunu gördük hep birlikte. Demokrasi ve özgürlükler yoksa kökenimizin ve kimliğimizin ne olduğunun bir önemi kalmıyor. Demokrasi ve özgürlükler yoksa neye inandığımızın bir önemi yok. Demokrasi ve özgürlükler yoksa fikirlerimizin önemi kalmıyor, çünkü onları tartışma ortamı ortadan kalkıyor. O halde vicdan kardeşliği demokrasiyi, anayasal devleti, özgürlükleri geri getirinceye kadar bence devam edecek. Bence sonsuza kadar devam edecek. Ondan sonrası, demokrasinin icabı olan görüş ayrılıklarımızın tekrar ortaya çıkması olacak. Ondan sonra istediğimiz gibi tartışacağız, birbirimizi eleştireceğiz. Biz bu siyasi partiler Millet İttifakı'nı kurarken veya dışardan ona destek olan siyasi partiler ile detayda hiçbir mutabakatımız yok, bazıları 180 derece görüş ayrılığı. Ama şu anda Türkiye detayları geride bırakmak zorunda. Vatanseverliğin gereği bu. Şunu da görüyoruz çok uzak olan her yerde bir sağduyu gelişti. Bunu da çok olumlu görüyorum. Türkiye'nin istikbali için olumlu görüyorum. En temel, en önemli bulgu bu sağduyu ile ilgili herkesin tüm siyasi partilerin, muhalefetteki tüm siyasilerin içeride ve dışarıda çözüm adresi olarak her türlü sorun için, tek bir sorundan bahsetmiyorum, meclisi görmesi tarihi bir olaydır. Çok önemlidir. Bu Kurtuluş Savaşı yıllarında olan hadisedir. Nasıl mecliste her farklı görüşte insan bir araya gelip Kurtuluş Savaşı yürüttüyse öyle bir sağduyu geliştiyse, öyle bir sağduyu görüyorum şimdi de.

Sizi izliyorum, siz de çok değiştiniz.

-Geçmiş kavramlarla yeni dünyayı tanımlayamayız ve gençleri de anlayamayız. Bütün bu gayretime rağmen onları tam anlayabildiğimi düşünmüyorum. Bizim siyasetimizin son nesli olarak görüyorum kendimi. Yepyeni bir siyaset çıkacak ortaya. Yeter ki biz demokrasiye kavuşalım. Yeter ki siyasetçi olmanın bize verdiği son sorumluluğumuzu doğru yerine getirelim. Yoksa hiçbir zaman aynı suda kimse iki kez yıkanamaz ve kimse bu suyu geri akıtamaz. Türkiye sanayi devrimini bu zihniyetler yüzünden kaybetti, şimdi de bilgi çağını kaçıracak. Ve bilgi çağı çok daha hızlı ilerliyor. Türkiye'yi aldıkları yerlerden geride bırakacaklar her alanda. 1960'da dünyanın en büyük 1. ekonomisi olmayı başaran Türkiye'yi bugün 21. ekonomi haline düşürdüler. Yerli araba yapmayı devrim zannediyorlar 21. Yüzyılda. Kimin arabası yerli? Her arabanın parçası dünyanın bir ülkesinde yapılıyor. Üstelik kendilerinin yaptığı da öyle değil. Bunu bir örnek olarak veriyorum, bir bakış açısını bir vizyonsuzluğu anlatmak için. En önemlisi siyasi İslamist takıntıları var. Bu siyasi islamist ideolojik takıntıları yüzünden Türkiye'yi geriye götürdüler. Gerçeği göremiyorlar. Türkiye'nin başına bir Suriye belasını musallat ettiler. Emperyalistlerin Suriye ile ilgili objektif gerekçeleri var. Peki bizim objektif gerekçemiz ne? Bizim objektif gerekçemiz Emevi Camii'nde namaz kılmak mıydı yani, bundan ibaret mi? Bu Suriye olayının iki tane kaybedeni var. En çok şehit veren, maddi manevi kayba uğrayan. Birisi Suriye birisi Türkiye. Niye? Bizim Suriye'nin rejimini tanzim etmek gibi bir görevimiz mi vardı? Suriye'ye demokrasi getirmek istiyordun da Irak'ı bombalamaya giden uçaktaki Amerikalılara neden dua ediyordun? Çelişki, çelişki, çelişki. Bu bir yıkım. Devletsizlik. Bakın işte Sedat Peker diye biri ortaya çıkmış, iddialar ortaya atıyor. Cemil Çiçek, deneyimli bir siyasetçi, eğer bunların binde biri doğruysa felakettir diyor. Bunu başta söylemişti. Şimdi on binde biri doğruysa felakettir. Peki bir tane savcı harekete geçebiliyor mu? Hayır. Neden? Çünkü mutlak güçler birliği var. Herkese her konuda bir kişinin talimat vermesi var. O izin vermediği sürece hiçbir savcı harekete geçemez. Bizim mücadelemiz demokrasiyi arama mücadelesi. Bu mücadelenin Kürdü, Türkü, Alevisi, Sünnisi yok. Bu vatanı seven herkes elini taşın altına koyacak. Başka türlü hepimiz 21. Yüzyılda 3. Dünya ülkesinin vatandaşları gibi yaşarız. Bunu hak etmiyoruz. Ne maddi ne manevi olarak.

Dünya büyük bir iklim felaketiyle karşı karşıya; ülkemiz de kentimiz de krizin merkezinde. İktidar Paris İklim Anlaşması’nı imzaladı ama ne yapılacağı belirsiz görünüyor, ne dersiniz?

-Biraz ödenek almak için imzaladılar. Buna rağmen destekledik hepimiz tabi doğru bir şey olduğu için. Öyle bir zamanda imzaladılar ki, Türkiye ekonomisi dibe doğru giderken imzaladılar. Bu sözleşmenin getireceği şirketlere ekonomik yükler var. Bakalım onlar bunu nasıl karşılayacaklar, karşılayabilecekler mi? Birçok önemli problem var. Gerçekten keşke bütün bunlar bu kadar derinleşmiş olmasaydı. Dış politikada Türkiye S-400'ler ile Patriot’lar arasına sıkışmış bir ping-pong topuna dönüşmeseydi de biz daha çok İzmir'in sorunlarını konuşabilseydik. Bir ihtiyaçlar sıralaması var. Bu ihtiyaçlar sıralamasına baktığınızda Türkiye'nin demokrasi meselesi geliyor ilk sıraya oturuyor. Milletimizin çok iyi anlamasını rica ediyorum. Demokrasi yoksa ekmek de yok. Ekmek ile demokrasi birbirine eş. ‘Benim ekmeğim nasılsa geliyor boşver demokrasiyi’ diyemezsin. Amerika Özgürlük Heykeli'nin altında yazıyordu sanıyorum, "Ekmeği için özgürlüğünden vazgeçenler her ikisini birden kaybederler." Bütün bunlara dikkat ederek çalışıyoruz. Böyle baksın İzmirliler, Türkiye için yapılan her şey aslında İzmir için de yapılıyor.

İzmir’le ilgili tartışması devam eden emsal konusunu sorayım o zaman. Kılıçdaroğlu’nun talimatıyla belediyenin deprem bölgesinde yıkılan binaların yükseltilen emsalleri hakkında sizin düşünceniz nedir?

-Ben Kemal Bey'e teşekkür ediyorum. Şahit oldum. Bizim yanımızda talimatlandırdı bu konuyu. Çok önemli bir konuydu. Bizden en çok talep edilen konulardan birisiydi, mantıklıydı. Çünkü zaten orası bir gökdelenler alanı. Bakın Türkiye'de ne yazık ki bu işi de yapamıyoruz. İzmir'i kastetmiyorum. Özellikle Ankara ve İstanbul. Hele İstanbul bir felaket. Batılı ülkelerde gökdelen alanları bellidir. Onun dışında yaptırmazlar ve iş merkezi olarak orası daha çok geçer. Şimdi her yere gökdelen dikiyoruz. Tekrar ediyorum İzmir'i kastetmiyorum. İzmir henüz öyle bir problemle karşı karşıya değil. İstanbul ile Ankara'yı silindir gibi ezdiler, mahvettiler şehirleri. Şimdi burada bizim Bayraklı'da zaten bir gökdelen alanı oluştu doğal olarak. Dolayısıyla böyle bir artışa izin vermenin bir mahsuru yok.

Ama orasıyla kalmayacak. Karşıyaka ve Buca gibi ilçelerde de uygulanacak gibi. Nasıl çıkılacak bu işin içinden adil bir biçimde ve kenti daha bozmadan?

- O zaman yöneticilik tavrınız ortaya çıkacak. Doğru karar vereceksiniz. Tekrar seçilmek için şehrin katledilmesine izin vermeyeceksiniz. Ve bunu halkınıza çok iyi anlatacaksınız, burası çok önemli. Bunu halkla paylaşarak, iş birliği yaparak götüreceksiniz. Aynı şey kentsel dönüşüm için de söz konusu. Batıda hep o ilgili mahallelerde toplantılarla ve ortak kararlarla yapılır. Orada da çok ağır gidiyor işler. Kaç yıldır konuşuluyor kentsel dönüşüm ama ortada hala bir şey yok, en azından çarpıcı bir şey yok.

Bir de Çeşme projesi var. Bu konuda CHP milletvekilleri de suskun. Biz vatandaş orada ne olup bittiğini merak ediyoruz. Ve açıklama yapılmıyor, tatmin edici, doyurucu. Çevreciler, bazı bilim insanları, Çeşme Projesi için ‘İzmir’in Kanal İstanbul’u diyor. Siz bu projeyi incelediniz mi? Ne yapılmak isteniyor? Nasıl bir yarar, nasıl bir zarar getirir? Gerçekten herkes bir ‘konuşmama konsensüsü’ yapmış sanki.

-Bunu bizim incelememiz de yetmez. Eski yerel basını onun için arıyorum, yerel televizyonları. Sizler çıkıp anlatıyordunuz, halk konuşuyordu. Şimdi bunlar tartışılamıyor. İktidar ne kadar anlatırsa, halk o kadarını biliyor. Ben o toplantıların hiçbirine katılmıyorum. Çünkü güvenmiyorum. Yıllar önce sağlık toplantılarına gitmiştim anlattıklarının çoğu yalan çıktı sonra. Ben Narlıdere'de oturuyorum, otobanı görüyorum uzaktan. Şimdi dahi hafta sonları Çeşme otobanı tıkanıyor. Diyorlar ki ‘Çeşme'ye bir Çeşme daha ekleyeceğiz.’ Altyapın hazır mı kardeşim, yolun hazır mı? Şimdi tüm bunları, gerçeği yerel yöneticilerimden öğrenmek istiyorum ben. Yerel yöneticiler çıksınlar İzmirlilere ‘bu proje doğru, destekliyoruz şu şu gerekçelerle’ desinler; hep birlikte bu işin arkasında duralım. Bizim son zamanlarda kullandığımız bir slogan var. Projelere değil ranta karşıyız. Sadece hepimiz iktidarın anlattığı kadarını biliyoruz. Bir yandan sivil toplum örgütlerine baktığınızda onlar bunun mahsurlarını söylüyorlar. Şimdi benim beklentim bunun en az 20 gün, 1 ay İzmir'in gündemi haline getirilmesi yerel yönetimler tarafından. Başta Çeşme Belediye Başkanı ve Büyükşehir Belediye başkanı olmak üzere. Hatta bu tip projelerde zaman zaman halka başvurmak ve kamuoyu oylaması yaptırmak gerekir.

Biliyorum, yetişmeniz gereken bir randevunuz var, hemen toparlamak adına; sizce İzmir'in şu anda acil en önemli sorunu/sorunları nedir?

-Birincisi ulaşım. Üç tane alt geçit yapsak, Çeşme Projesi'ni tartışacağımıza trafik sıkışıklığını gideririz.

İkincisi kentsel dönüşüm. Burası bir deprem bölgesi, büyük bir tehlike. Afet yönetim sistemi kurmamız lazım. Depremde 14-15 bina yıkıldı İzmir kilitlendi. Daha büyük bir sarsıntı olsa ne yapacağız. Bütün İzmir'in apartman görevlileri eğitilmeli. Bir afet yönetimi ortaya konulmalı. Tespit edilen depreme dayanıksız evlerden başlayarak kentsel dönüşüm çok hızlanmalı.

Bir de estetik meseleler var. Onları göz ardı etmemek lazım. Bunun maliyetinin çok yüksek olduğunu düşünmüyorum. Bu arada nefes alınacak, yürünecek, spor yapılacak bir alan olarak Kültürpark'ın da yeniden elden geçmesi şart. Devasa çirkin binaların yerine daha çevresiyle uyumlu daha estetik binalar yapılabilir. Tabi şimdi bu yapılarda Büyükşehir konuşlanmış durumda.

Buna da Büyükşehir Belediyesi'nin Konak'taki depreme dayanıksız binasının yıkımıyla başlanabilir. Siyasi liderlik kararlılık ister. Bu binanın ne zaman yapıldığını hepimiz biliyoruz. Önce şuna karar verelim. Biz Konak'ı eski haline getirmek istiyor muyuz? Güzel bir meydan istiyor muyuz? Eğer kararlıysak yarın dozeri gönderin ve yıkın.

Editör: Haber Merkezi