Turan HORZUM- Bu yargıya kim karşı çıkabilir ki. 1. ve 2. Dünya Savaşı, soğuk savaşlar, Rusya’da başlayan devrim sonrası yayılan sosyalizm, Çin Devrimi… Aslında tüm insanlık tarihi için buna benzer sözler söylenebilir. Hepsinde de acı, yoksulluk, kıyım, çaresizlik vazgeçilmez olacaktır. İnsanlığın bu tüm olumsuzluğuna rağmen hayat devam eder. Muktedirler kurulu düzenlerini her koşulda sürdürmek için planlar yapıp uygularken küçük insanlar! mutlu olabilmek için lamba ışığının yeterli olduğunu düşünerek yaşamlarını sürdürürler. “İnsan mutlu olduğu sürece fakirlik utanılacak bir şey değildir” derler örneğin.
Bütün bunları ülkesinde yayımlanır yayımlanmaz yasaklanan ‘YAŞAMAK’ adlı romanı okuduktan sonra düşündüm. Bir hayat öyküsü
okumadım da sanki bir hayat yaşadım. Bir insanın tüm acıları yasayıp da hala yaşıyor olmasına çok şaşırdım.
YU HUA Çinli bir yazar. Nobel ödüllü Mo Yan ile birlikte modern Çin edebiyatının en önemli yazarı olarak kabul ediliyor. Romanları, öyküleri yirmiden fazla dile çevrilmiş.
Yaşamak romanı adının çağrıştırdığının karşıtını anlatıyor bizlere: ölüm. Çin Devrimi sıralarında başlıyor roman. Fugui (romanın ana karakteri) varlıklı bir ailenin şımarık bir genci olarak karısı Jiazhen ile hiç ilgilenmez, sürekli kumar oynar ve diğer kadınlarla birliktedir. Ancak asıl hikâye Fugui’nin aile mülkünü kumarda kaybetmesiyle başlar. Servetini kaybeden aile yoksullukla karşılaşır, En direngen Fugui’nin karısı ve annesidir. Baba bu acıya dayanamaz ve ölür. Bütün sorumluluk Fugui’ye kalır.
Buradan itibaren Çin tarihi de gözümüze hiç sokulmadan berrak bir şekilde verilir. Çin devriminin başlangıcı, oluşu, 1966 Çin Kültür devrimi yılları, komün hayati, üç dönümlük arazi yanında, tencere tavanın da komüne verilmesi.
Ancak romanın iki temel konusu vardır: Yoksulluk-ölüm. Bu iki derin acı anlatılırken sevgi, bağlılık, fedakârlık, dayanışma gibi olgular öyle verilir ki okuyucu olarak hep bunlarla olmak isteriz sanki. Fugui’nin oğlu kan bağışında bulunurken çok fazla kan vermekten ölür. Kızı doğum yaparken ölür. Ölümün karşılığı birilerini yaşatmaktır. Annesi ve karısı ölünceye kadar Fugui’nin tarlada çalışırken yanında olmuşlardır.
Olaylar olaylar…Yaşamak romanını büyük kılan bu değildir. Acıları, ölümleri ayrılıkları, büyük haksızlıkları işleyen binlerce roman yazılmıştır. Romanı büyük kılan her gözün mutlaka göreceği yalın anlatımdaki, okuyucuyu kahraman yapan güçlü anlatıdır. İnsanlık halleri annesinin dilidir. Kısa, bir o kadar benzetmelerden uzak cümleleriyle gerçekçiliğin içinde lirizm billur su gibi akar. Hiç kimseyi kötülemez aşağılamaz, doğrudan hiçbir ideoloji karşıtlığı yapmaz. Olaylar öyle verilir ki okuyucu olay içinde yaşayıp kendi filmini yapar.
Bu romana ‘modern klasik’ denilebilir mi, evet. Bir Savaş ve Barış, bir Karamazov Kardeşler okumuyoruz. Hiçbir karakter derinlemesine anlatılmıyor. Ama okuyucu her karakteri anlatılanın çok ötesinde biliyor içselleştiriyor. Bu yüzden modern.
İnsanın acıları bitmeyecek. Ben bu satırları yazarken İsrail- Filistin Savaşının başladığı ve yüzlerce kişinin öldüğü haberleri vardı. Rusya-Ukrayna Savaşı bir buçuk yıl oldu başlayalı. Yoksulluk çaresizlik büyük kitleleri sarmalamış durumda.
Yine de edebiyat bir ışık olup yolumuzu aydınlatacak. Geçmişi, insanlık hallerini anlatıp insanlaşmamızı sağlayacak, kim bilir, YAŞAMAK romanı da bunu başarır.
YAŞAMAK YU HUA
Jaguar kitap
Hikâyelerin BÜYÜSÜ
Yoksulluk, miskinlik dolu bu aşağılık dünyada ilk kez bir güneş ışını hayatımı aydınlattı sanmıştım. Ama ne yazık bu güneş ışını pek de süreksiz bir parıltı oldu, bir meteordu sanki, bana bir kadın daha çok bir melek kılığında göründü. Işıltısında hayatın bütün bedbahtlığını gördüm, azamet ve güzelliğini kavradım. Sonra da bu parıltı, pek de çabuk, karanlığın uçurumuna gömüldü. Hayır bu süreksiz ışını kendime alıkoyamadım, tutamadım. Üç aydan beri onun izini yitirdim, ama büyülü gözlerinin, o gözlerdeki öldürücü parıltının anısı hayatımdan silinmedi; onu nasıl unutabilirim ki, hayatıma öylesine bağlanmış.
Hayır adını söylemem asla.
Sadık HİDAYET-KÖR BAYKUŞ
YAZARIN BÜYÜSÜ
Bana göre değildi bu dünya; bir avuç yüzsüz, dilenci, bilgiç, kabadayı, vicdansız, açgözlü içindi; onlar için kurulmuştu bu dünya.
Tek korkum kendimi tanıyamadan ölmek.
Sadık Hidayet
UYKUDAN ÖNCE
Bu sayıda tanıtacağımız kitap Şahsene Camız’ın ‘Çevreci Uç Uç Böceği’
Çocuk edebiyatının yetkin ismi Ş. Camız, doğanın şiirselliğinde yaşarken bir canlı olmanın sorumluluklarını da yerine getiren, çevre duyarlılığına sahip bir uğurböceğinin öyküsünü anlatıyor. Küçücük cüssesi ve koca yüreğiyle Kaçkarlar’daki doğa kıyımını önleyen uç uç böceğimiz hem çocukların hem de içindeki çocukla yaşayan, ondan beslenen büyüklerin yüreklerini ısıtacak.
İNANÇLAR TARİHİNDE KOZMİK BİR YOLCULUK MİTLER-RİTLER DİNLER VE YÖNETİMLER
Araştırmacı yazar Nayim Gül’ün üçünçü kitabından söz edeceğiz: Mitler-Ritler Dinler ve Yönetimler. Kitap mitler diye başlasa da mitolojilerin masalımsı anlatılarını sayfalarına taşıyan; okura tarihin beyaz mitoloji bulutları üzerinde sörf yaptıran bir kitap değil ancak; mitolojiler ve tanrı kavramının ilk örnekleriyle ilgili bilimsel veriler üzerine oturan bir çalışma. Bu bağlamda, sorgulamadan kendimizi içinde bulduğumuz inançların kökenleriyle ilgili kafalarda oluşabilecek sorulara net yanıtlar veriyor.
Sümer, Asur, Babil ve Eski Mısır yazıtlarının incelemelerine dayanan ve çok yönlü bilimsel araştırmanın sentez ürünü olan bu sıra dışı kitapta; insanların akıllarını keşfedip de kendilerini anlamlandırmaya başladıktan sonraki süreçte, doğadaki enerjinin nedeni olarak düşündükleri yaratıcı güçlerle iletişim kurma çabalarını okuyoruz.
Yeraltındaki Sümer, Eski Mısır, Babil, Asur yazıtlarının; binlerce yıl sonra üzerleri açılıp da yetkin tarihçiler tarafından okunarak, günümüz dillerine çevrilmesiyle birlikte, insanlığın geçmişindeki gizemli öyküler netleşmeye başlar. Efsaneler olarak anlatılanlar ve benzer şekillerde kutsal din kitaplarına da giren çoğu masalımsı öykülerin gerçek yüzleri; yeraltında bulunan dört-beş bin yıllık yazıtların okunmasıyla ortaya çıkar. Bu bağlamda egemen erkler tarafından, mitolojilerden günümüze aktarılan dogmatik geleneği kullanarak, yukarıdan aşağıya biatçı tebaalar formatlama baskılarının anlamını var bu çalışmada. Doğanın ve yaşamın gizemini çözen bilimsel aklın öncülüğünde, tüm yaşayanların birbirine bağımlı ortak mutluluğunu esas alan kolektif yaşam yasalarının yapılması gereği ustalıkla işlenmiş.
Nayim Gül bu kitabı da bilimsel, aydınlık bir estetikle bezenmiş geleceğe çıkılan merdivenin bir basamağı olarak düşünüyor. Kitabi edinin çok yararlanacaksınız.
Kafka ve Kafkaesk: Dehlizlerin İçindeki İnsan ve Yazarın Çağa Tanıklığı
Erinç BÜYÜKAŞIK- Franz Kafka, 20. yüzyılın en önemli modernist yazarlarından biri olarak kabul edilir. Bu kabul elbette yansımaları ve ardıllarına etkileriyle adeta sınanmış bir ifadedir aslında. Eserleri, sıra dışı, karmaşık ve düşündürücü yapılarıyla tanınır ve modern edebiyatın en önemli figürlerinden biri olarak görülen Kafka'nın kendisinin tanımladığı "Kafkaesk" kavramı, edebiyat dünyasında gizemli bir dünyanın kapılarını aralar ve okuyucuları büyüleyici bir yolculuğa davet eder. Bir anlamda tüm kahramanlarının k'nın daha en başından ölüme yazgılı olduğunu biliyor olduğu Dava adlı roman özelinde “kafkaesk” kavramı dahilinde dış dünya ekspresyonist tarzda ifade edildiği için ötekilerin düşüncesi tam kesinlikte aktarılmaz. Metin ve kurgu boyunca olan biteni yalnızca kahramanın bakış açısından görme şansımız varken diğer kişilerin düşünce şeması yalnızca onun tahmin ettiği kadarıyla yazıya geçirilir. Bir anlamda kurgudaki çoğu şey bilinçli olarak belirsizleştirilir. Kafkaesk gerilimi yaratan "belirsizlik" tekinsizlik duygusundan sonra en önemli kafkaesk unsur olarak belirir. Dava’da metin boyunca belirgin laytmotif, kahramanın niçin bu tarz soru(n)larla karşı karşıya kalıp suçlandığı bahsi üzerinden kurgulanır ama araştırılan ve üstü kazılan ise yazgının tıpkı Oedipus mitinde olduğu gibi önceden belirlenmiş acımasız kesinliğidir. Okurların belki de josef k'dan yola çıkarak kesin olarak bildiğimiz bir gerçek vardır: başkahraman kaçınılmaz bir tehlike altındadır. İktidar erkinin ve yasaların şekillendirdi bir “tehlike”dir söz konusu olan.
Franz Kafka, 19 Temmuz 1883 tarihinde Prag'da doğan Çek kökenli yazar olarak tüm eserlerini Almanca yazdı. Kafka, modern edebiyatın önde gelen figürlerinden biri olarak kabul edilmesine rağmen, hayatı boyunca eserlerinin büyük bir kısmını yayımlamamayı tercih ederken kimi metinlerini de tamamlamadığını görmekteyiz. Ancak ölümünün ardından arkadaşı Kafka; Dava, Şato ve Amerika (Der Verschollene) gibi tamamlanmamış eserlerini yok etmesi için arkadaşı Max Brod 'a yok etmesi için teslim ettiği Dava, Şato ve Amerika’nın Brod’un bu talimatı görmezden gelerek yazarın ölümünden sonra yayımlandığını biliyoruz. Onun yapıtlarındaki hakim temalar ve temel izlek açısından karşımıza çıkan bireysel çaresizlik, yabancılaşma, bürokrasi, iradesizlik ve anlam arayışının “absürt” ifadesiyle karşılığını bulduğu da görülür. Onun karakterleri bir anlamda kendilerini karmaşık ve absürt bir dünyada kaybolmuş gibi duyumsarken bu dünyanın okuyucuların kendi varlıklarının anlamını sorgulamalarına yol açabildiği de söylenebilir elbette.
Kafka'nın eserlerini tanımlayan en belirgin özelliklerden biri, "Kafkaesk" olarak adlandırılan bir atmosferin varlığıdır. Kafkaesk kavramı, Kafka'nın eserlerinin karakteristik özelliklerini ve bu eserlerdeki atmosferi ifade etmek için kullanılır. Bu terim, karmaşık, rüya gibi, gerçeküstü ve insanın kontrol edemediği bir dünyayı tanımlar. Kafkaesk dünya, karakterlerin sıradanlığına ve rutin yaşamlarına aniden müdahale eden absürt olaylarla doludur. Bu olaylar, mantıksız ve çözülemez gibi görünür. Karakterler, genellikle bürokratik engellerle karşılaşır ve kendi iradelerini uygulamakta zorlanırlar. Kafka'nın eserlerindeki bu dünya, okuyucuları günlük yaşamın anlamsızlığını düşünmeye ve sorgulamaya iter. Kafkaesk dünya, insanların kendi kontrolünün ötesindeki koşullarla başa çıkmaya çalıştıkları bir dünyayı tasvir eder. Karakterler, sıkça bireysel çaresizlik içinde kaybolurlar ve karmaşık bir bürokrasi tarafından ezilirler. Bu dünya, insanların yaşadıkları günlük sıkıntıları ve çatışmaları büyüterek ifade eder ve Kafka'nın eserlerindeki gizemi artırır.
Franz Kafka yapıtlarıyla müphem, ürpertici ve kasvetli bir atmosferin hakim olduğu okuyucularını karmaşık ve gizemli bir dünyaya davet eder. Kafkaesk kavramı, bu dünyanın absürt ve rüya benzeri özelliklerini tanımlar. Kafka'nın eserleri, insan doğasının ve toplumun karanlık yönlerini keşfetme fırsatı sunar ve okuyucuları düşünmeye, sorgulamaya ve büyülenmeye yönlendirir. Kafka ve Kafkaesk, edebiyatın en çarpıcı ve etkileyici yönlerinden birini temsil eder: gizemli ve anlam dolu bir dünyanın keşfi.
Franz Kafka'nın "Dava" adlı romanı, bürokratik devletin eleştirisini derinlemesine inceleyen önemli bir edebi eserdir. Roman, başkarakter Josef K.'nın karmaşık bir bürokratik sistemin içine düşmesini ve bu sistemin onun hayatını nasıl etkilediğini anlatır. Kafka, romanıyla bürokrasinin acımasızlığını, insanların iradesizliğini ve adaletin sorgulanabilirliğini sorgular.
“Dava"da, Josef K., bir sabah tutuklanır ve nedeni bilinmeyen bir dava ile suçlanır. Ancak suçlama ve davanın detayları gizli tutulur ve belirsizliğin ortasında Josef K., suçlu olup olmadığını anlamaya çalışır. Roman boyunca, bürokratik süreçlerin karmaşıklığı ve saçmalığı vurgulanır. Karakterler, sürekli belgeler, kurallar ve prosedürlerle boğuşurken, adaletin nasıl çarpıtıldığını ve insanların iradesizce bu sistemin içinde sürüklendiğini gösterir.
Kafka, "Dava" adlı romanı aracılığıyla bürokratik devletin acımasızlığını eleştirir. Bürokrasi, bireyleri sıkıştıran ve kontrol eden bir güç olarak tasvir edilir. Josef K., suçsuz olduğunu iddia etse de bürokratik sistemin içinde adalet arayışı çıkmaza girer ve sonuçta sistemin kurbanı olur. Kafka, bu romanda bürokrasiye karşı güçsüz bireyin nasıl ezildiğini ve sistemin adaletsizliğini gösterir.
"Dava" adaletin sorgulanabilirliğini ve nihayetinde soyut bir kavram olduğunu vurgular. Karakterler, adaletin ne olduğunu anlamakta güçlük çekerler ve adaletin nasıl uygulandığına dair belirsizlik devam eder. Bu, Kafka'nın insanların adalet arayışının sık sık sonuçsuz olduğu fikrini vurgulayan bir eleştiridir.
Franz Kafka'nın “Dava"sı bürokratik devletin eleştirisini ortaya koyarken insanların iradesizliğini, adaletsizliği ve bürokrasinin karmaşıklığını da ele alır güçlü alt metni bağlamında. Bu eser, edebiyat tarihi adına bürokratik devletin eleştirisini derinlemesine irdelerken Kafka, okuyuculara bürokrasinin ve adaletin karmaşık ve sıklıkla acımasız doğasını sorgulama fırsatı sunar. Yasanın “insansız” ve “anlamsız”sık örüntüsü adeta faşizmin ve otokrasinin eleştirisi gibidir bu noktada. Hitler kültünün Kafka ve ailesine dayanan öfkesinin arkasında yatan “Holokost”, “Kristallnacht veya Cam Gecesi olarak bilinen politik kalkışmalar, Nazi Almanyası'ndaki Yahudi karşıtı ve Soykırım’la daha acımasızlaşan uygulamalarıyla yolları kesişen yazarın “Yahudi” geçmişi düşünüldüğünde Kafka’nın “devlet” ve “otorite”ye dair söyleminin ne derece faşizmi rahatsız edebildiği de ortadadır.
Franz Kafka'nın eserlerinde karşılaşılan en tanıdık metafor bilindiği gibi "hamamböceği"dir. Kafka, bu metaforu özellikle “Dönüşüm”'de sıklıkla kullanmıştır. "Dönüşüm," Kafka'nın en bilinen eserlerinden biri olarak başkarakter Gregor Samsa'nın bir sabah uykusundan uyandığında bir hamam böceğine dönüştüğünü keşfettiği bir hikâyeye dayanır Bu dönüşüm, Kafka'nın eserlerindeki absürt ve rüya benzeri atmosferin bir parçasıdır kuşkusuz.
Gregor Samsa'nın hamam böceğine dönüşmesi, bireysel yabancılaşma ve iradesizlik hissini temsil edebilir. Gregor, ailesinin ve toplumun beklentilerine uygun bir şekilde yaşamak için baskı altındayken, hamamböceği dönüşümü bu baskıya karşı bir tepki olarak görülebilir. Hamamböceği sembolü, Kafka'nın bürokratik sistemi eleştirdiği "Dava" gibi eserlerinde de görülür. Bu sembol, insanların bürokrasinin içinde sıkışıp kaldığı ve sınırlılıkla karşı karşıya olduğu fikrini yansıtır.
Hamam böceği metaforu, insan doğasının karmaşıklığını ve insanın içsel çatışmalarını yansıtabilir. Gregor'un dönüşümü, insanın iç dünyasındaki karmaşıklığı ve karanlık yanlarını ifade edebilir. Kafka'nın söz konusu yapıtlarındaki karanlık tablolar ve girift dehlizleri ele alırsak absürt ve anlamsızlığın toplumsal ve kişisel tarihine de ulaşabiliriz kuşkusuz. Kafkaesk dünyanın bir parçanın bir parçası olarak okur için nihayetinde Kafka'nın hamamböceği metaforu, onun eserlerinin karmaşıklığını ve anlam yüklü atmosferini anlamak için önemli bir unsurdur elbette.