“Demokrasi, iktidarın el değiştirebilir olmasıdır. Eğer halk, iktidarı sandıkla değiştiremiyorsa orada demokrasi yoktur.”
— Yascha Mounk

Türkiye, tarihin belki de en kritik eşiklerinden birine doğru ilerliyor. Sadece iktidarın değil, rejimin de oylanacağı bir sürecin eşiğindeyiz. Siyasi iktidar, uzun süredir hukuku kendi gücünü pekiştirecek bir araç haline getirmiş durumda. Yargı, yürütmenin sopasına dönüştürüldü; medya teslim alındı ya da susturuldu; yasama ise fiilen etkisizleştirildi.

“Güç yozlaştırır; mutlak güç mutlaka yozlaştırır” diyen Lord Acton’un sözleri, bugünkü Türkiye tablosunu tam anlamıyla tarif ediyor. İktidarın mutlaklaşan gücü, artık sadece kurumları değil, toplumsal dokuyu da zehirliyor.

Bu düzen, demokrasiye inanmayan ama tüm imkânlarını kullananların, kendilerine iyi bir hayatı ama halka sefaleti layık gördüğü topyekûn bir çöküş düzeni.
İktidar artık sadece halka sefaleti layık görmüyor, korku üretiyor, tehdit yayıyor, farklı düşünen herkesi kriminalize ederek meşruiyetini zorla tahkim etmeye çalışıyor.
Demokrasilerde farklı kurumsal aktörlerin karar alma süreçlerine dahil olmasını anlatan “veto oyuncuları kuramı” sistemin keyfiliğe karşı korunmasını sağlar. Türkiye’de ise tam tersine evrildi. Tüm veto yetkileri tek bir merkezde toplandı; denge-denetim mekanizmaları işlevsiz hale getirildi; anayasal fren sistemleri askıya alındı, kararların çoğulculukla değil, dayatma ile alındığı bir rejimi beraberinde getirdi.

Başkan Eşki'den Göztepe'ye moral ziyareti: Baklava ikram etti, başarılar diledi Başkan Eşki'den Göztepe'ye moral ziyareti: Baklava ikram etti, başarılar diledi

Ve bu çarpık sistemin ardında yatan anlayış, çok açık bir şekilde şunu söylüyor: “Amaca giden her yol meşrudur.” Bu akıl; hukuk tanımazlığı, baskıyı ve keyfiliği kullanıyor.
Mutlak güç yozlaşıyor, son veto oyuncularını hedef alıyor ve amaca giden her yol meşru görülüyor.

İşte tam da bu yüzden Ekrem İmamoğlu’nu tutukladılar.
Sonrasında sesini kısmak, halkla olan iletişimini tamamen kesmek için sosyal medya hesaplarını dahi kapattılar.
Ne kadar zavallı bir hareket…
Böylesine zavallı bir aklın son hedefi ne olur? Tabii ki umut!
Bu nedenle, umudu temsil eden, kitleleri harekete geçiren, gençler, kadınlar, dar gelirli yurttaşlar onlarla samimi bağlar kurabilen her siyasi figür, doğrudan hedef haline getirildi…

Bu sadece belirli kişilere yönelik adli bir işlem değil, halkın özgür iradesini hedef alan, doğrudan demokrasiyi boğmaya yönelik sistematik bir müdahale.
Çünkü iktidar biliyor ki Ekrem İmamoğlu yalnız değil!
Bu yüzden iktidar korkuyor!
Korktukça, hata üstüne hata yapıyor!

Tutuklayıp, sosyal medya hesaplarını kapatarak susturmaya çalışsanız da Ekrem İmamoğlu`nun sesi sadece bunlardan ibaret değil!
Onun arkasında Saraçhane’yi dolduran milyonlar, Maltepe’den Yozgat’a, Samsun’dan Konya’ya meydanlara taşan toplumsal bir uyanış var...
Ve çok yakında İzmir’de de bu meydanları dolduracak olan halk, bu sesi sahiplenmeye hazırlanıyor!

“Çaresiz iktidara” hatırlatalım, demokrasilerde yarış adil olur. Yarışacak adaylar eşit konuşur, eşit yarışır, eşit koşullarda halka ulaşır.
Bugün Türkiye’nin yarısından fazlası, Ekrem İmamoğlu’nun özgürce yarışmasını ve Cumhurbaşkanı olmasını istiyor. Bu talep, sadece bir siyasi tercihten ibaret değil; adalet, eşitlik ve özgürlük talebidir. Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel’in her meydanda dile getirdiği gibi: “Adayımızı yanımızda, sandığı önümüzde görmek istiyoruz.”

Bu mücadele sadece Ekrem İmamoğlu’nun şahsı için değil, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu bir cumhuriyetin yeniden inşası içindir. Bu, sadece bir seçim değil, bu halkın kendi kaderine sahip çıkma mücadelesidir.

Biz CHP olarak bu sürecin takipçisi değil, taşıyıcısıyız. İmamoğlu’nun sesini kısmak isteyenlere karşı; milyonlarca imzayla, milyonlarca adımla, milyonlarca haykırışla karşılık vereceğiz. Meydanları büyüteceğiz, sandığı zorlayacağız.
Çünkü biliyoruz:
“Kurtuluş yok tek başına; ya hep beraber, ya hiçbirimiz!"

Kaynak: HABER MERKEZİ