Yolumuz ilk defa İzmir Kitap Fuarı’nda ortak bir arkadaşımız vasıtasıyla kesişmişti. Ben onu ismen ve yaptıklarıyla tanıyordum. Ardından bir şekilde haberlerimizi alsak da yolumuzun ikinci kesişimi edebiyat alanında bir dernek çalışmasında gerçekleşti. Bu kez birbirimizden daha çok haberdardık, daha çok görüşüyorduk, ama birlikte pek çalışmadık. Yolumuz üçüncü defa kesiştiğinde ise artık İz Gazete’deydik. Daha doğrusu o oradaydı, ben de rutin olarak gazetede yazmaya başlayacaktım. Pandemi sürecindeydik, doğru düzgün evden çıkamıyorduk. Derken yayımlanan öykü kitabımla çaldım kapısını. Hemen okudu, telefon etti. “Sakın bırakma yazmayı” dedi. Kitap Adası’nı hazırlıyordu, bana da orada yer verdi. Gazetenin kitap sayfasını hazırlamayı kabul ettiğimde bu kez ben aradım ve ziyaretine gittim. Hem tecrübelerini paylaştı benimle hem de sayfadaki ilk söyleşi konuğum olmayı kabul etti. Buyurun Bekir abimiz sevgili Yunus Bekir Yurdakul ile sohbetimize…

1910’da Kayseri’de ilk Türkçe gazeteyi çıkaran Yunus Bekir’in torunusunuz… Dedeniz gazeteci, amcanız da… Aileden gelen bir yetenek gibi gazetecilik. Bu durumun etkileri nasıl oldu hayatınızda?

Daha ortaokula başlarken aklıma -hiç de farkında olmadan- gazeteciliğin düşmesinde sanırım bu aile geleneğinin etkisi vardı. Dahası var: Babam da düzenli bir gazete okuruydu. 1950’lerde, yaşadığımız köye ulaşırdı babamın sürdürümcü olduğu Yeni İstanbul ki o yılların “iyi” gazetelerindendi. Okumayı okuldan önce sökmemde de etkilidir evimize düzenli olarak gazete girmesi. Sonra lise birde, “kötü” bir öğretmen yüzünden, ansızın öğretmen olmaya karar verince bu çocukluk düşümü bir süre ertelemiş oldum. Ama gazetecilik hevesi hep canlı kaldı bende. 1987’de de Haymana gazetesine “uzaktan” yazarak bu düşümü yaşama geçirmenin ilk adımlarını atmış oldum. Beş yıl sonra artık bir gazetenin mutfağındaydım.

GÖKKUŞAĞIMIN RENKLERİ

Üretken bir yazar, gazeteci, editör, programcı, öğretmen… Hangi kimliğinizi daha çok seviyorsunuz?

Şöyle geriye doğru, girip çıktığım işlere bakıyorum da -mutsuz olduğum bir işyeri var, evet ama- sevmediğim iş olmadı ya da başına geçtiğim her işi severek yapmaya gayret ettim. Yaptım da. Öğretmenlik bir destan, editörlük bir macera, programcılık renkli bir yolculuk, gazetecilik heyecan, yazmaksa hayatla baş etmek benim için. Hepsi bir rengini oluşturdu gökkuşağımın.

31 Ağustos 2019’dan 2021’e İz Gazete’de Kitap Adası adlı sayfanızda “Sahibine Ulaşmayacak Mektuplar” yazdınız. Bu fikir nasıl ortaya çıktı? Bunu tasarlarken amaçladığınız neydi?

Sayfada bir de “köşe”nin yer alması kaçınılmazdı. İlkin farklı ne yapmalıydım, onu düşündüm. Sonra daha iyi bildiğimi düşündüğüm alanda at koşturmanın beni çoğaltacağını... Sanat-edebiyat dünyamızdan biriktirdiklerimi yazıya dökmek, belki o dostlara yaşamım(ız)a kattıkları büyük renk ve anlam için bir kez daha teşekkür etmek istedim. Daha önceki “köşe” yazılarımda farklı yazın türlerine yer vermiştim; bu kez mektup olsun istedim. Özetle böyle.

DİLİMİZDE SAKLIYIZ

Dili mesele ediniyorsunuz. Dil üzerine kitaplar, gençlere dönük yazılar vs. Son dönemlerde dilin değişimini nasıl gözlemliyorsunuz?

Doğru yazıp doğru konuşmakla ilgili bir duyarlılığım varsa onu da -başta Ömer Asım Aksoy- bu alanın büyük emekçilerine borçluyum.

Öncelikle şunu belirtmeliyim: Hangi işle uğraşıyorsam yaşam boyu elimden gelenin en iyisini yapmaya gayret ettim. Bu kapıyı da bana Pazarören Köy Enstitüsü mezunu ilkokul öğretmenim Süleyman Kılıç açtı.

Görünür olmaksa dileğimiz, “Konuş ki seni göreyim!” diyen bilgeyi anımsayalım, bunu konuşarak yaparız. Nasıl görüneceğimiz de nasıl konuştuğumuzda/ yazdığımızda saklıdır.

Dilin değişimine gelince:

Dünyanın bütün dilleri gibi Türkçemiz de canlıdır; değişip gelişmeye açıktır. Dili kimi kalıplara, yapılara hapsetmenin, ona beylik taslamanın bir anlamı ve olanağı da yoktur. Neye gereksinimi varsa halkın kendisi ve büyük kızlarının/ oğullarının (yazın-bilim-sanat emekçilerinin) marifetiyle onu bulur çıkarır. Kuşakların kendine özgü dili; teknolojinin neden oldukları; gazete, radyo ve televizyonların yanlışları Türkçemizin kendi yatağından (anımsayalım, Osmanlı çağında incecik bir dere yatağıydı o) başka yerlere savrulmasına yol açmaz bence. Olsa olsa seçe ayıra yürür kendi yolunda.

ÇOCUKLAR YENİLER İNSANI

Kuşak farkları eskiye göre daha hızlı ortaya çıkıyor artık. Siz de gençlerle çalışan, gençler için de yazan birisiniz. Gençlerle çalışırken gençlerden öğrendiğiniz en kıymetli şey ne oldu?

Dağlarca’nın, “Doğan çocuk hayatı yeniler.” dediğidir çocukların bana söylediği... Ve her karşılaşmamızda sanki yeniden doğrular çocuklar Sunay Akın’ın “İnsan çocuktur/ Gerisi kirlenme” dediğini. Çocuklarla olmak sürekli yenilenmek; gençlerle olmaksa yaşadığınız çağda olmaktır.

ZAMAN KİMSEYİ KAYIRMAZ

Yerel mahallerde üretilen edebiyatın ulusal edebiyatla buluşması nasıl mümkün olur? Bunlar birbirini nasıl besler?

Edebiyat ürünlerinin yolunu açan da tıkayan da niteliktir. İyi yapıtlar, nerede yaratıldığından bağımsız, ülke edebiyatının bir parçası, o büyük çınarın bir dalı olup çıkarlar. Hem de kolayca. Her yazanın, her yazılanın bu alandaki çaba ve çalışmalara doğrudan dolaylı katkısı vardır. Hayatın öteki alanlarında da böyledir bu. Zaman; inanılmaz, şaşmaz dahası acımasız bir elektir; ne kimseyi ayırır ne kimseyi kayırır. Yazmak isteyen herkese kapısı açıktır edebiyatın, zamanın. Ve ortaya çıkan her yapıt, az çok bir şeyler söyler.

Yerel basının edebiyat ve kitapla olan ilişkimizde rolü ne olmalı?

Edebiyat, kitap, sanat sayfalarına/ haberlerine, bunları kaç kişinin okuduğuna bakmaksızın, inatla, kararlılıkla yer vermelidir yerel basın. Belki bir çocuk, genç, kadın, anne, baba, işçi, memur... oradan yükselen ışıkla bulacaktır yürümek istediği yolu. Kaldı ki sanattan uzak, kitaplara küs, edebiyatı umursamayan, bilime ilgisiz basın yayın organı gazete olarak nitelense de bu nitem ona bir şey katmaz.

EDEBİYAT HER ŞEYLE İLGİLİDİR

Korona günlerinde edebiyat ortamını nasıl görüyorsunuz? Salgının edebiyata yansıması sizce nasıl olacak?

Edebiyat dünden yarına her şeyle ilgilenir. Bu onun ödevi değildir ama doğası gereği böyledir bu. Dünü anımsatır, bugünü anlamamız için sorularımızı çoğaltır, yarını hem de bilimden önce söyler.

Salgın günlerinin edebiyata etkisini enine boyuna irdelemek için erken belki ne ki şunu söylemek de zor olmasa gerek: Toplumsal hareketliliğin, bir arada olma koşullarının sınırlandığı ortamda, yayıncılığın alanı görece daraldı. Buna karşın edebiyat okumalarımızın arttığı yönünde kimi belirtiler/ tahminler var.

İnsanın yarattığı, yaşadığı, karşı karşıya kaldığı her olgu gibi salgın da yazınsal yapıtlarda bir biçimde boy gösterecektir.

AİLE ORTAMI

İz Gazete’de bir nevi bayrak teslimi yaparken neler söylemek isterdiniz?

Birikimli, genç, enerjik bir arkadaşımla halef selef olmak beni çok sevindirdi. Dayanışma içinde olacağımızı biliyorum. Görev aldığım bütün gazetelerde birlikte çalıştığım emekçi meslektaşlarımın her zaman desteğini gördüm. İz ailesinde de böyleydi bu. Orada seni de sıcak bir aile ortamı bekliyor.

Soruların ve inceliğin için çok teşekkür ederim sevgili Beril.

Direnişin En Güzel Hali: Devamlılık

Murathan Mungan’ın Devam Ağacı adlı kitabı geçtiğimiz günlerde Metis Yayınları tarafından yayımlandı. Kitap yazarın çeşitli toplantılarda yaptığı konuşma metinlerinden oluşuyor. Murathan Mungan bu metinleri elden geçirmiş, kitap bütünlüğüne kavuşturmak amacıyla bazı tekrarları ortadan kaldırmış ve böylece kısıtlı sayıda kişiye ulaşan konuşma ve düşünceler daha geniş bir kitleye sunulmuş.

Kitabın ismi bu kitabın bir devamlılığın kitabı olduğunu gösteriyor, hem de köklenen bir devamlılık. Bir yolda ilerlemenin kişiyi değiştirip dönüştürdüğünü; ilerledikçe yol da kişi de başlangıçtaki gibi olmasa da insanın kendinin farkında olarak ve kendinden ödün vermeyerek devam ettiğinde en iyi direnişi sergilediğini söyleyen Mungan “…sanatta … herkes kendi yerini oluşturur, kendi dünyasını yaratır. Kişinin bir cevheri varsa, cevherini işlemeyi biliyorsa kolay kolay kimse tıkayamaz önünü. Yolunu kendi açar” diyor.

Kitabın önsözünden başlayarak her satırı okuru düşündürür nitelikte. Zira Mungan her zamanki nezaketli üslubuyla kitap boyunca ele aldığı kavramları geliştirerek okuru düşünmeye, tartışmaya yöneltmek istiyor.

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 14-22 Haziran tarihleri arasında düzenlediği Uluslararası İzmir Edebiyat Festivali’nde Murathan Mungan “Onur Konuğu” olarak bir açılış konuşması yapmıştı. Bu konuşma “Dil Kaybı Odağında Edebiyat” başlığı ile kitapta yerini almış. Mungan “Dili geliştiren, zenginleştiren, ömrünü uzatan, ona kalıcılık kazandıran edebiyat sanatıdır. Edebiyat, Türkçenin kurtarılmış kalesidir ve bu direnç kalesini hiçbir koşulda hiçbir şeye teslim etmememiz, yitirmememiz gerekiyor” diyor bu konuşmasında.

Gelin bu bölümün kapanışını aynı konuşmanın başında İzmir’e verdiği selamla yapalım.

“Uzun zaman gerek romanımız gerek sinemamız hep İstanbul’da geçen olayları, konuları ele almıştır. Hatta kahramanlardan birinin arada İstanbul’dan İzmir’e gidişi bile adeta uzun bir yolculukmuş gibi gösterilmiş, anlatılmıştır. Başta Halid Ziya Uşaklıgil’in İzmir Hikâyeleri olmak üzere zamanla adında ya da içinde İzmir’in geçtiği hikâyeler, romanlar çoğalmıştır elbet. Reşat Nuri Güntekin’in Miskinler Tekkesi romanının bir bölümü İzmir’de geçer örneğin. Samim Kocagöz’ün İzmir’in İçinde romanından Ahmet Büke’nin İzmir Postası’nın Adamları’na; Şükran Kurdakul’un İzmir’in İçinde Amerikan Neferi kitabında yer alan şiirlerinden, Nahit Ulvi Akgün’ün çeşitli kitaplarına dağılmış şiirlerine; Muzaffer İzgü’nün kitaplarından, Ayşe Kilimci’nin öykülerine varana dek İzmir pek çok edebiyat eserinde yer almıştır. Benim de Türkiye’nin 16 farklı kentini mekân tutan öykülerden oluşan Kadından Kentler kitabımın ilk öyküsü İzmir’de geçer. Öykün, şiirin, romanın, oyunun bol olsun İzmir!”

KELİMELERİN İZİNDE

İzlek

1- bir yazı ya da sanat yapıtında işlenen, geliştirilen konunun anlamca ortaya koyduğu ana yönelim.

eş. Tema

2- Keçiyolu; dağlarda, ormanlarda gelip geçen insan ve hayvanların ayak izlerinden oluşan, tekerlekli araç işlemeyen dar yol. eş. patika.

SATIRLARIN İZİNDE

“Yazmaya ilk başladığımda, imgeler, cümlecikler, fikirler, hatta kullandığım kâğıt kalemle ilgili bile bu kadar kararsız olduğum için kendimden nefret ediyordum. Yazdığım her şey belki ve muhtemelen ile başlayıp bana kalırsa ya da diye düşünüyorum ile bitiyordu. Ama şüphem her yere sinmiş, anne. Bir şeyin kesinlikle gerçek olduğunu bildiğimde bile o bilginin çözülüp yok olmasından, onu yazsam bile gerçek kalmamasından korkuyorum. İkimizi bir daha ayırıyorum, belki bu şekilde bizi başka bir yere taşıyabilirim – tam olarak nereye dersen, emin değilim. Tıpkı sana ne diyeceğimi bilmediğim gibi: Beyaz mı, Asyalı mı, yetim mi, Amerikalı mı, anne mi?”

Yeryüzünde Bir An İçin Muhteşemiz – Ocean Vuong (Harfa Yayınları, Çev. Deniz Koç, 2019)

YAZARIN İZİNDE

Geçtiğimiz hafta Ursula K. Le Guin’in doğum günüydü. Son günlerde Mülksüzler adlı romanının diziye uyarlanacağı haberleri tüm edebiyat severleri heyecanlandırdı.Le Guin 1929 yılında ABD’de doğdu. Antropolog bir baba, psikolog ve yazar bir annenin çocuğu. 
Kızılderili efsaneleri ve masallarıyla büyüdü.
Üniversite derecesini Fransız ve İtalyan edebiyatı üzerine alan yazar, uzmanlığını Rönesans edebiyatında yaptı. Öğrenimini ise master derecesiyle Columbia Üniversitesi’nde tamamladı.
Bilimkurgu ve fantastik edebiyatın bu büyük isminin kendine özgü tarzı, derin karakterleri ile okurların gönlünde ayrı bir yere sahip olmasının en önemli sebeplerinden biri onun teknik ayrıntılar yerine ustalıkla insan psikolojisine ve toplumsal yaşayışa odaklanabilmesinde yatıyor.
Yapıtlarında karşıtlıkları kullandı. İnsanın gölge alanlarına görmekten çekinmedi. İmgesel anlatımıyla hikâyelerini besledi.
Yapıtları yaklaşık 50 dile çevrildi.
22 Ocak 2018 yılında aramızdan ayrıldı.
Ursula iyi ki doğmuş, iyi ki yazmış ve iyi ki pek çok çeşitli alanda bize yazdıklarını bırakmış. Onunla tanışmak ya da okumadıklarınızı hatırlamak için iyi bir zaman.

KİTAPLARIN İZİNDE

Minnina Işıkları Kapama – Özge Doğar (Ayrıntı Yayınları, Ekim 2021, Roman)

Ece, çocukluğunda ailesi tarafından istismara uğramış genç bir kadındır. Adile ile karşılaşması hayatının dönüm noktasını oluşturur. Adile, Ece’yi büyütür, okutur fakat ruhundaki yalnızlığa merhem olamaz.

Bu yalnızlığın çaresi Ece’nin kendisindedir; bunun farkına varması için kendisiyle yüzleşmesi gerekir. Bir gece, geçmişi ve geleceği arasında seçim yapmak zorunda kalır. Bu seçiminde geleceğine yönelir, kendisinden başlayıp topluma uzanan bir savaşı başlatır. Cinsel kimlik arayışı içinde kadınlığını bulan Ece, kızına kendi bedeninden utanmamayı öğütlüyor.

Özge Doğar, annelik kavramını irdelediği Minnina Işıkları Kapama adlı romanında kadının toplumsal rolünü de sorguluyor.

KİTAPLARIN İZİNDE

Harf Öncesi – Ümran Kartal (Edisyon Kitap, Eylül 2021, Öykü)

Karşınızda edebiyatın sınırlarını zorlayan bir ilk kitap… Ama ilk kitap olmanın çok daha ötesinde…

Ümran Kartal, Türk basınının yakından tanıdığı bir isim… Uzun yıllar sürdürdüğü gazetecilik yaşamının ardından bir araya getirdiği öyküleriyle edebiyat dünyasının kapısından giriyor.

Harf Öncesi gurbetten Moda sahilinin çekiciliğine kapılıyor; Kadıköy sokaklarındaki avare gezmelerin öykülerini anlatıyor. Bazen gümrük memurlarıyla dalaşıyor, bazen çocuk büyütmenin sancılarına kapılıyor; zamansızlıkların çetelesini tutarken kendine ait bir dünyanın özlemini duyuyor.

Ümran Kartal, kurduğu dil, yarattığı atmosfer ile birlikte Türkçe edebiyatta eşine çok rastlanmayan bir dünya kuruyor daha ilk kitabında.

KİTAPLARIN İZİNDE

Üç Kadın – Lisa Taddeo (Mundi Kitap, Eylül 2021, Biyografi/Otobiyografi)

Arzu. Bizi büyülüyor ve avucuna alıyor. Düşüncelerimizi kontrol ediyor, hayatlarımızı yönlendiriyor, bazen sadece onun için yaşıyoruz. Yine de hakkında neredeyse hiç konuşmuyoruz. Ve derinlerde yatan bir güç olarak arzu, büyük ölçüde keşfedilmeden kalıyor.

Gazeteci Lisa Taddeo’nun, farklı geçmişlere ve yaşam tarzlarına sahip kadınlarla konuşmak için Amerika’yı altı kez baştan başa kat ettikten sonra kaleme aldığı Üç Kadın, kadın arzusunun kırılganlığına, karmaşıklığına ve eşitsizliğine ışık tutan, çığır açan bir kitap.

Üç Kadın, karşılanmayan ihtiyaçların, dile getirilmeyen düşüncelerin, hayal kırıklıklarının, umutların ve amansız takıntıların bir kaydı. Çekici, rahatsız edici, çok katmanlı, güçlü ve güzel.

KİTAPLARIN İZİNDE

Beni Büyüten Kadınlar – Damla Çeliktaban (Doğan Novus, Ekim 2021, Kişisel Gelişim)

Bir genç kız, çevresinde hiç kadını kalmamışken nereden öğrenir bu dünyada kadınca yaşamayı? Benim durumumda elime kalan şey kitaplardı. Kadınların yazdığı kitaplardan öğrenmeye kalkıştım kadın olmayı. Edebi anneler buldum kendime.

Yas, kadın olmak, anne olmak, kendin olmak… Damla Çeliktaban bir kadının, “edebi annelerim” dediği yazarların peşinde, masallar ve kadın çemberleri vasıtasıyla kendine annelik etmeyi öğrenme yolculuğunu anlatıyor.

Clarissa P. Estes’den, Tezer Özlü’den, Sevgi Soysal’dan, Ursula K. Le Guin’den beslenen ve ilham alan bir yolculuk… Derin ve sarsıcı, umut ve şifa veren, iyileştiren bir kitap…

Editör: Haber Merkezi