UZUN süre gazetecilik yaptıktan sonra ilk öykü kitabı Asfalya ile okuyucu karşısına çıkan Volkan Algan, bize İzmir’in bir asırlık tarihini 6 farklı öyküde anlatıyor.

 Öykülerdeki olay ve karakterler kitapta iç içe geçerek okuyucuda bir roman tadı bırakıyor.

Kitabın arka kapağında şu tanıtım yazısına yer veriliyor:

“Çilekeş bir Yunan tanrısı gibi, avuçlarında yılanlarla doğmuştu. Hayal meyal hatırladığı bir büyük yangın, aklına geldikçe hâlâ ciğerlerini yakan… Sorsalar Smyrna’lıyım derdi demesine ama daha iki yaşındayken terk etmek zorunda kaldıkları bu şehre dair pek bir şey hissetmiyordu. Onun için İzmir babasının dinmeyen özlemi; yüzünü bile hatırlamadığı ablası Selini ise, odasında gizlice ağlayan annesinin hıçkırıklarıydı. Böyle anlarda elinden bir şey gelmemenin çaresizliği içinde evden çıkıp giderdi. Babası pek renk vermese de hiç kabullenememişti bu zorunlu sürgünü. Yeniden kök salmak, başka bir toprağa alışmak... Tanıyordu onu, yapabilecek olsa bile bunu istemediğini biliyordu. Geçmişine, anılarına ve orada bıraktığı küçük kızına ihanet etmek sayıyordu böyle bir yeniden başlamayı. Eğer Nikos ve yoldaşları başarabilirlerse bundan sonraki kuşaklar kendilerini tekrar yurtlarında sayabilirlerdi ama bu yaşlı İzmirli için artık yapacak pek bir şey yoktu.”

Kitapla ilgili sorularımızı yönelttiğimiz Algan şu yanıtları verdi: 

Asfalya’daki öyküler 1922 İzmir yangınının hemen öncesinden başlayıp günümüze kadar geliyor. Kitabın ilginç de bir kurgusu var, bundan bahseder misiniz biraz?

Kitabın merkezinde İzmir ve İzmirliler var. Kentin bir asırlık serencamını birbirine dokunan 6 ayrı öyküde işlemeye çalıştım. Şöyle ki, bu öyküler hem ayrı ayrı okunabiliyor, hem de gerek olay, gerekse karakterlerin bir öyküden diğerine gezinmesi nedeniyle birlikte ortak bir anlatıya eşlik ediyorlar. 

Aslında birbiriyle ilgisi yokmuş gibi görünen kişilerin, olayların, nesnelerin ama güçlü, ama daha zayıf aralarında bir iletişim, aktarım olduğunu görebiliriz hayatta. Bu bana hayatın en heyecan verici taraflarından biri gibi geliyor. Kitabı yazarken de aklıma bu fikir geldi ve özellikle İzmir gibi zengin tarihi olan bir kentin hikayesini anlatırken bu kurgunun ayrıca keyifli olacağını düşündüm.

O halde öykü ve roman arasında bir yerde mi duruyor Asfalya?

Bu bir öykü kitabı tabii ama roman tadı aldığını söyleyenler de çok oldu. Bunun nedenlerine dair düşününce şunlar geliyor aklıma: Örneğin Nikos'u, kitabın başında annesinin elinden tutmuş küçük bir çocuk olarak görüyoruz sadece, fakat birkaç öykü sonra karşımıza Yunan İç Savaşı'nda savaşçı olarak çıkıyor; Meliha Hanım’ı mesela, bir öyküde ömrünün son günlerini yoksulluk içinde yaşayan bir kadın olarak görüyoruz, bir başka öyküde ise gençliğine gidiyoruz ve Fuar gazinolarında sahnelerde parlarken izliyoruz… Bunun gibi başka örnekler de var kitapta. İzmir’in işgal yıllarından başlayıp günümüze kadar getiren 6 öykü ve bu öyküler hep birbirlerine bir şeyler aktararak sürüyor. Bu bütünsellikten kaynaklı sanıyorum “roman gibi” yorumları.

İzmir tercihinin özel bir nedeni var mı?

En başta burası benim şehrim, burada doğdum, büyüdüm ve yaşıyorum. Bilebildiğim, hissedebildiğim pek çok şeyi burada öğrendim. Yani İzmir benim doğal beslenme alanım.  Diğer taraftan Asfalya kurgu hikayelerden oluşsa da, karakterlerin gerçek olay ve kişilerle çok yakın bağları var. Hayatıma değen pek çok insanın izi var kitapta; kimi bir komşudan, kimi bir akraba veya aile çevresinden, kimi okuduğum bir tarih kitabından esinlenme… Bunun yanında “İzmir’le başlamalıyım” gibi bilinçli bir tercihle olmadı ilk kitabın hikayesi, kendiliğinden öyle gelişti diyebiliriz. 

Bundan sonrası için masanızda ne var diye sorsak?

Aslında Asfalya henüz çok taze. Daha fazla okunmasını, tartışılmasını isterim. Bu açıdan Asfalya’nın esas hikayesi şimdi başlıyor. Yani bir tarafım hala Asfalya ile meşgul. Ama bunun yanında bir uzun öykü üzerine çalıştığımı söyleyebilirim, günümüzde geçen ama yakın tarihe referansları da olan. 

Editör: Duygu Kaya