İzmir’in bilinen en eski yerleşimi, bugün Tepekule adıyla bilinen höyüğün bulunduğu bölgede, körfezin kuzeydoğusunda yer alan yaklaşık yüz dönümlük küçük bir adacık üzerinde kurulmuştu. Yüzyıllar boyunca Sipylos (Yamanlar) Dağı’ndan inen sellerin Meles Irmağı aracılığıyla taşıdığı alüvyonlar, günümüzde Bornova Ovası’nı oluşturmuş ve eski adacık zamanla karaya bağlanarak bir tepe görünümü kazanmıştır.
Bugün yüksek kesiminde Tekel’in eski şarap ve bira fabrikasına ait numune bağı bulunan Tepekule, 1950’lerden sonra hızla gecekondulaşan bir çevrenin içinde kalmış olsa da, İzmir’in ilk yerleşiminin tespit edildiği yer olarak tarihsel önemini korumaktadır. Buradaki kazılar, Türk Tarih Kurumu ile Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün yoğun katkılarıyla yürütülmüştür.
İZMİR’İN İSMİNİN KÖKENİ
Antik kaynaklarda İzmir’in adı, İon lehçesinde Smurne, Attika lehçesinde ise Smryna şeklinde geçer. Günümüz Yunanları kente Smyrni der. İsmin kökeni konusunda çeşitli efsaneler olsa da, genel kabul gören görüş, adın Tunç Çağı’na dayanan yerli bir Anadolu sözcüğünden –muhtemelen Tismurna ya da Smurnu– evrildiği yönündedir. Kentin MÖ 3000–1800 arasında bu adla anıldığı düşünülür.
TARİH BOYUNCA İZMİR
Tunç Çağı (MÖ 3000–1050)
Kazılar, ilk yerleşimin MÖ 3000’e kadar izlenebildiğini gösterse de, höyüğün daha eski dönemlerde de kullanılmış olabileceği düşünülmektedir. İlk yerleşiklerin, deniz seviyesinin birkaç metre üzerindeki kayalık alanlara evlerini kurdukları anlaşılmıştır. Bu döneme ait çanak çömlekler, Troya kültürüyle benzerlik taşır.
Orta ve Geç Tunç Çağı tabakalarında da Troya II ve Troya VI kentlerinde görülen keramik tipleriyle yakın paralellik gözlenmiştir. Myken seramik parçalarının bulunması, bölgenin o dönemde Akalı (Achaioi / Myken) ticaret kolonileriyle etkileşim hâlinde olduğunu düşündürür.
Bu çağlara ait sınırlı mimari bulgu bulunmakla birlikte, halkın konuştuğu dil veya etnik yapı hakkında kesin bir sonuç elde edilememiştir.
DEMİR ÇAĞI (MÖ 1050–650)
Hititlerin yıkılışının ardından Anadolu’da yazının kaybolmasıyla başlayan karanlık dönem, İzmir’de de izlerini bırakmıştır. MÖ 1050’den itibaren höyük üzerinde Hellas kökenli Aioller ve ardından İonlar yaşamaya başlamış; bu yerleşimin tamamen Yunan kolonistlerin eseri olduğu anlaşılmıştır.
Erken İzmir evleri çoğunlukla tek odalı, kerpiç duvarlı, saz damlı yapılardı. MÖ 850’lerden itibaren kent, kerpiç bir surla çevrilerek bir kent devleti görünümü kazandı. Nüfusun 1000–1500 civarında olduğu ve halkın büyük bölümünün çevredeki tarım alanlarında yaşadığı düşünülmektedir.
Athena Tapınağı da bu dönemin en önemli kutsal yapısıydı. İlk hali küçük bir nişten ibaret olsa da, zamanla büyütülerek İzmir’in simgesi hâline gelmiştir.
Parlak dönem (MÖ 650–545)
İzmir’in en göz kamaştırıcı çağı, İon uygarlığının yükselişiyle aynı döneme denk gelir. Akdeniz ticaretine dâhil olan kent, Fenike, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz ile yoğun kültürel etkileşim yaşamıştır.
Yazının yayılması, Athena Tapınağı’na adanan eserlerdeki adak yazıtlarından anlaşılır. MÖ 640–580 arasında inşa edilen tapınak, Doğu Hellen dünyasının en eski mimari örneklerinden biri kabul edilir. İzmir’de bulunan sütun başlıkları, hem Aiol hem de İon üsluplarının gelişiminde öncüdür.
Aynı dönemde iki katlı, çok odalı evlerin inşa edilmesi, düzenli sokak dokusunun ortaya çıkması ve ızgara planlı (Hippodamos tipi) yerleşimin en erken örneklerinden birinin oluşması, kentin gelişmişliğini gösterir.
Bu yüzyıllarda Batı Anadolu, Thales, Anaximandros ve Anaximenes gibi düşünürlerle bilimsel yöntemin doğduğu bölge hâline gelirken, İzmir de bu kültürel atmosferin bir parçasıdır.
LYDİA VE PERS HAKİMİYETİ
Herodotos, İzmir’in Lydia Kralı Alyattes tarafından alınışından söz eder. MÖ 6. yüzyıl ortasında Perslerin gelişi ise kentin parlak döneminin sonunu getirir. Athena Tapınağı’nın bu yıllardan sonra adak eşyası almamış olması da bu çöküşün önemli bir göstergesidir.
GERİLEME DÖNEMİ (MÖ 500–300)
Pers etkisinin gölgesinde kalan İzmir, MÖ 4. yüzyılda yeniden hareketlenmeye başlamış ve büyük avlulu konutlar inşa edilmiştir. Nüfusun artmasıyla yüz dönümlük höyük yetersiz kalınca, MÖ 300’lerde yerleşim Pagos (Kadifekale) eteklerine taşınmış ve Yeni Smyrna kurulmuştur.
HELLENİSTİK DÖNEM VE ROMA ÇAĞI
Büyük İskender sonrası İon kentleri büyük bir refaha ulaşmış, Strabon Smyrna’yı “İonia’nın en güzel kenti” diye anmıştır. Düzgün döşenmiş caddeler, iki ana kutsal yol, Homeros’a adanan Homereion, tiyatro, stadyum ve görkemli Devlet Agorası bu dönemin izleridir.
Smyrna, Roma döneminde ikinci kez altın çağını yaşamış; ticaret, kültür ve din açısından önemli bir merkez olmuştur. Hristiyanlığın erken döneminde St. Polycarp’ın burada yaşamış olması, kenti kutsal metinlerde adı geçen “Yedi Kilise”den biri hâline getirmiştir.
BİZANS’TAN OSMANLI’YA
Roma’nın ikiye ayrılmasıyla Bizans egemenliğine giren İzmir, yüzyıllar boyunca Arap, Selçuklu, Ceneviz ve Haçlı kuvvetlerinin mücadele sahası olmuştur. 14. ve 15. yüzyıllarda Rodos Şövalyeleri ve Timur’un saldırılarıyla büyük yıkımlar yaşayan kent, 1422’de II. Murat tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır.
17. yüzyıldan itibaren ticaret ayrıcalıklarıyla birlikte İzmir, Osmanlı’nın en önemli liman kentlerinden biri hâline gelmiş; 18. ve 19. yüzyıllarda Avrupa tüccarlarının gözdesi olmuştur.
YAKIN ÇAĞ: YANGINDAN CUMHURİYET’E
15 Mayıs 1919’da Yunan ordusu tarafından işgal edilen İzmir, 9 Eylül 1922’de özgürlüğüne kavuşsa da, birkaç gün sonra çıkan büyük yangın kent tarihinin en ağır felaketlerinden birine dönüşmüştür. Yaklaşık 20 bin yapı kül olmuş, şehir adeta haritadan silinmiştir.
Ancak Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte İzmir, küllerinden yeniden doğmuş; bugün Ege’nin incisi olarak anılan kimliğini adım adım inşa etmiştir.




