ASYA YAŞARİKİZ / İZ GAZETE - İzmir Gediz, K. Menderes ve Kuzey Ege Havzalarını sınırları içerisinde yer alan bir kent. Kütahya Murat Dağından doğarak Kütahya, Uşak, Manisa ve İzmir için çok önemli olan Gediz Nehri, Bölgemizin ve İzmir’in su yönetimi sürecinde hayati bir önem taşıyor.

Gediz Nehri, aynı zamanda Gediz Deltası, diğer adı ile Kuş Cenneti, 40.000 hektarlık yüz ölçümü ile Türkiye’nin en büyük deltalarından birisi. Gediz Deltası, İzmir Çevre Mühendisleri Odası, Doğa Derneği gibi kurumların çabalarıyla UNESCO Dünya Mirası listesine alınmaya çalışılıyor. Gediz Deltası, Gediz Nehri’nin denizle buluştuğu noktada oluşmuş, İzmir’in kıyısında bulunan çok özel bir alan.

Gediz’in önemini, İzmir Çevre Mühendisleri Oda Başkanı Helil İnay Kınay ve Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ali Osman Karababa ile değerlendirdik.

GEDİZ NEDEN KİRLENİYOR?

Gediz Nehri ne yazık ki, mevzuata göre en kötü dereceli kalite sınıflandırması olan dördüncü sınıf çevresel kalite değerlerine sahip. Konu ile ilgili görüştüğümüz İzmir Çevre Mühendisleri Oda Başkanı Helil İnay Kınay, Gediz Nehri ve havzasında su kalitesi sorununa neden olan faktörleri “Evsel atıksu deşarjları, düzensiz katı atık depolama tesislerinden kaynaklanan kirlilik, yetersiz endüstriyel atıksu arıtımı, zeytincilik işletmeleri, balık çiftlikleri, kontrolsüz pestisit ve gübre kullanımı, madencilik faaliyetlerinin oluşturduğu kirlilik, jeotermal faaliyetler” ile sıraladı.

Kınay “Gediz Nehir Havzası Yönetim Planına göre Gediz Nehir Havzası içerisinde 109 adet kentsel doğrudan deşarj, 22 adet kentsel AAT deşarjı, 59 adet gıda ve benzeri sanayi tesislerinden Kaynaklanan deşarj,29 adet diğer sanayi tesislerinden kaynaklanan deşarj, 3 adet düzenli depolama sahası, 85 adet düzensiz depolama sahası, 6 adet jeotermal enerji santrali,11 adet kütlede jeotermal saha,16 adet kütlede yağmur suyu taşkını,8 adet balık çiftliği deşarjı,76 adet zeytinyağı işletmesinden kaynaklı deşarj noktası” deşarj sorununu gözler önüne serdi.

Havza içerisinde bulunan bu yerleşim alanları ve tesislerden kaynaklanan kirleticilere ilave olarak; bu noktasal kaynaklar dışında havzaya gelen yayılı kirlilik yüklerini de hatırlatan Kınay “Fosseptikler, düzensiz katı atık depolama alanları, tarımsal kaynaklar, gübre kullanımı, arazi kullanımı, hayvancılık faaliyetleri, madencilik faaliyetleri, ulaşım ve hava kirleticilerden kaynaklanan kirleticiler olarak tanımlayabiliriz.” Ifadeleriyle tarımsal faaliyet kaynaklı gübre tüketimi ile hayvancılık kaynaklı toplam azot ve toplam fosfor yükünün de havzada etkili olduğunu söyledi.

Yeraltı sularındaki kirliğinin ve aşırı su çekiminin de diğer risk yaratan faktörlerden sayan Kınay, havza bütününde nehir ve yeraltı su kaynaklarına yönelik tüm kirletici etkenlerin bütüncül bir planlama ve denetim ile değerlendirilmesi ve yönetilmesinin büyük önem taşıdığının altını çizdi.

ALTIN FAKTÖRÜ

Gediz Nehri kollarına Uşak, Manisa ve İzmir Kemalpaşa’da sanayi tesislerini yarattığı kirlilik ve baskının yanı sıra bölgede mevcut ve planlanan maden işletmeleri de büyük risk yaratıyor. Gediz Nehir Havzası içerisinde planlanan Turgutlu Çaldağ Nikel Madeni İşletmesi ve Muratdağı Altın Madeni İşletmesi Projeleri ile ilgili ÇED Olumlu Belgeleri ile ilgili hukuki süreçlerin devam ettiğini belirten Kınay, altın madenleri sorununu da şu sözlerle ortaya koydu; “Bölgemizde Bergama Altın Madeninin yarattığı ve  yaratacağı çevresel risklerle ilgili hukuki ve toplumsal mücadele devam ederken; Efemçukuru Altın Madeninin İzmir`in su kaynağı olan Çamlı Baraj Havzasında, Çukuralan Altın Madeninin Balıkesir`in su kaynağı olan Madra Barajı Havzasında, Gördes Nikel Madeninin İzmir ve Manisa`nın su kaynağı olan Gördes Havzasında, Çaldağ‘da işletilmesi planlanan Nikel Madeninin Gediz Havzasında, Kışladağ Altın Madeninin Uşak`ta yarattığı çevresel riskler ve bu projelere verilen ÇED olumlu kararları ile ilgili odamızın da içerisinde bulunduğu hukuki süreçler devam ederken diğer taraftan işletmelerin yarattığı olumsuz etkilerde devam etmektedir. Tüm bu süreçlerde verimli tarım arazileri, su havzaları, ormanlarımız, korunması gereken doğal alanlarımızda işletilen, işletilmesi planlanan çevresel riski son derece yüksek olan bu tesisler ile karşı karşıya bırakılmaktadır.”

Ege Bölgesi’nin en önemli su havzaları olan Gediz, Küçük Menderes, Büyük Menderes, Kuzey Ege Havzalarında su kalitesi değerlerine yönelik izlemelerde suların 4. kalite olarak tanımlanan en kötü kalitede olduğunu hatırlatan Kınay, “Mevcut hali kısıtlı ve kirli olan su varlıklarımızda su havzalarımızın çok daha hassas korunması önem kazanmışken; içme ve kullanma suyu havzalarının korunması ve bu havzaların yönetimine ilişkin planlama süreçleri çok daha yaşamsal öneme sahiptir. İzmir’in içme suyunun %40’ını sağlayan Tahtalı ile Gördes barajları, su havzalarındaki kirlenme baskısının artması, kirlilik seviyesi zaten yüksek olan Gediz, K. Menderes, B. Menderes Nehirleri ve Kuzey Ege havzaları daha da korumasız hale gelmesi yaşamsal risklerimizin başında yer alıyor.” dedi.

SU YÖNETİM VAR MI?

Kınay, Türkiye’nin su yönetimi sürecinin içinde olan Tarım ve Orman Bakanlığı, DSİ Genel Müdürlüğü, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı arasında sağlıklı bir koordinasyon olmadığını ve bunun da su yönetiminde yetki ve sorumluluk karmaşası getirdiğini söyledi. Kınay su yönetimi karmaşasının yarattığı sorunu şu sözlerle ifade etti; “Yetki ve sorumluluk karmaşası göz önünde bulundurulduğunda; yapılan planlar, Kirlilik İlerme ve Tespit Kirlilik Önleme Eylem Planları sözde plan olarak kalmış, nehir havzaları bazında etkili uygulamalar gerçekleşmemiştir. Bakanlıklar tarafından hazırlanan eylem planlarının amaçları ve hedefleri doğru olmakla birlikte oluşturulan yol haritasının uygulanma aşamasında ciddi takipsizlikler olduğu açıktır. Bu noktada eylem planında kamu ve özel sektör özelinde yapılması gereken yatırımlar ortaya konulmuş olmasına rağmen uygulama ve denetimlerin ne aşamada olduğunu gösteren bir bilgi bulunmamaktadır.”

İKLİM VE SALGIN

Gediz Nehri kirliliği ne yazık ki iklim değişikliği ve salgın günlerinde artan su kullanımı nedeniyle de ekstra önem taşıyor. Nüfus artışı, kentleşme, sanayileşme, doğal varlıkların kontrolsüz tüketimi, ormansızlaşma ile birlikte ve bunlara bağlı olarak ortaya çıkan iklim değişikliği süreçlerinin getirdiği baskılar nedeni ile su kısıtlılığının artması, kaynakların tükenmesi, kirlilik, aşırı doğa olayları dünyada ve ülkemizde de yaşam için tehdit oluşturuyor. Birleşmiş Milletler tarafından yayımlanmış olan Dünya Su Gelişim Raporu`nda belirtilen 748 milyon kişinin temiz içme suyuna ulaşamadığı bilgisini paylaşan Kınay, aşırı kentleşme nedeni ile boyutu büyüyen temiz suya ulaşım sorunu kapsamında; dünya kentlerinde 20 yıl önce 111 milyon kişinin bu olanaktan yoksunken, şimdi bu sayının 149 milyona vardığını sözlerine ekledi. TÜİK 2018 verilerine göre, yurttaşların % 40’ı sağlıklı içme suyuna ulaşamıyor. Yine İZSU’nun 2018 raporuna göre, temin edilen suyun yaklaşık % 58,6`sı yeraltı, yaklaşık %41,4`ü yüzeysel su kaynaklarından sağlandı. İzmir’in su kısıtına sahip bir kent olduğunun altını çizen Kınay, “İzmir kentinin su ihtiyacını karşılayan kaynakların miktar ve kalite olarak sürdürülebilirliğinin sağlanması, korunması büyük öneme sahiptir. Yüzeysel ve yeraltı su kaynaklarımızın bulunduğu bölgelerde alan kullanımına yönelik baskılar ve kirlilik tehdidinin yanında iklim değişikliğinin getireceği süreçlere de kentin hazır olması gerekmektedir.” ifadeleriyle İzmir için suyun çok önemli olduğunu belirtti.

İZMİR’İN SUYU

İklim olaylarındaki değişimler, yağış ve sıcaklık rejimi değişiklikleri, sel, afet, kuraklık süreçleri ile İzmir’in su kaynaklarının büyük risk altında olduğunu söyleyen Kınay şöyle konuştu; “Alternatifi olmayan tek madde olarak tanımlanan suyun tüm dünyada kısıtlı miktarda olduğu ve temiz su miktarının her geçen gün azaldığı artık bilinen bir gerçektir. İzmir için yaklaşık bir hesap yapılırsa kişi başına yıllık su miktarı 1316 m3olarak verilebilir. Bu değer de su kısıdı bulunan yerler için verilen 1.500 m3değerinden düşüktür. Bu durum İzmir`de su yönetiminin önemini ortaya koymaktadır. İzmir için temiz su ihtiyacını karşılamak üzere akılcı yatırımlara ve yeni su kaynaklarına acilen ihtiyaç vardır. İlgili kurum ve kuruluşlar mevcut su kaynaklarını en iyi şekilde yönetirken, gelecek için alternatif su kaynaklarını elde etmek için gerekli yatırımları geç olmadan yapmalıdır. Temiz suların evsel veya endüstriyel amaçlı kullanılmasından sonra oluşan atıksuların arıtıldıktan sonra yeniden kullanılması, tarım ve sanayi amaçlı kullanılan suyun doğru ve etkin kullanımı ve yönetimi ile enerji yönetimi artık su yönetimin olmazsa olmaz bir parçası olarak düşünülmeli ve konunun uzmanı olan kişiler ile su yönetimi süreci planlanmalı, kentin planlanmasına yönelik planlar ve yatırımlarda su yönetimi süreci de dikkate alınmalıdır.”

‘SU DOĞAL HAKTIR’

Suyun, canlı tüm yaşam için vazgeçilmez doğal bir hak olduğunun unutulmadan, suyun kullanımı ve korunması ile ilgili kararlarda yöre, bölge, ülke insanının yok sayılmadan ivedilikle toplumsal projeler oluşturulması gerektiğinin altını çizen Kınay sözlerini “İzmir Çevre Mühendisleri olarak, suyu ‘doğal hak’ olmaktan çıkarıp, ‘ticari bir mal’ haline getirerek sermayeye, küresel piyasaya açan politikalardan vazgeçilmesini, doğal kaynaklarımızı, halkımızın çıkarlarını ve geleceğini korumak için; kamu mülkiyeti temelinde örgütlenmiş, ulusal planlama çerçevesinde yerel kalkınmayı hedefleyen, her bireyin suya erişimine olanak sağlayan, eşitsizlikleri de ortadan kaldırarak, doğayla barışık yatırımı önemseyen ulusal su politikalarının bir an önce hayata geçirilmesi gerekliliğini bir kez daha vurguluyor, yurttaşlarımızın esenliğini ve doğal varlıkların korunmasını esas alan yönetim ve çevre politikalarının hayata geçirilmesi konusundaki kararlığımızı kamuoyu ile paylaşıyoruz.” ifadeleri ile sonlandırdı.

GEDİZ YAŞAMDIR

Gediz Nehri kirliliğinin bir de halk sağlığı boyutu var elbette. Sözlerine “Bir akarsu büyüklüğü ile orantılı olarak havzasındaki bütün canlılar için yaşam kaynağıdır diyebiliriz, tabii ki bir koşulla; eğer kirletilmiyorsa” diyerek başlayan Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ali Osman Karababa, akarsuların, havzaları içindeki akifer adı verilen yeraltı su kaynaklarının beslenmesi, gölet ve barajlarda toplanan sularıyla yeraltı su kaynaklarının yetmediği bölgelerde yerleşim yerlerinin içme-kullanma suyu ve sulama suyu olarak kullanılması açısından çok önemli görevler üstlendiğini hatırlattı.

Nehirlerin yaşayan bir varlık olduğunu ve etrafını da yaşattığını belirten Karababa, “Yaşatır derken çevresindeki tarım alanlarına katkısını, bu alanlarda üretim yapan çiftçileri, çiftçilerin yetiştirdiği ürünleri tüketerek beslenen insanları için bir yaşam kaynağı olmasını kastediyorum. Havza’nın %52’si tarımsal alan olarak %2’si ise kentsel ve endüstriyel alan olarak kullanılmaktadır. Gediz havzasında bulunan Gediz, Alaşehir, Salihli, Turgutlu ve Bakırçay ovalarıyla Türkiye’deki toplam tarımsal üretimin %10’u karşılanmaktadır. Türkiye’de bulunan sebze alanlarının %5.6’sı, zeytin alanlarının %10’u ve üzüm bağı alanının %16’sı Gediz Havzasında yer almaktadır.” dedi.

HALK SAĞLIĞI

Gediz’in ağır metallerle, toksik kimyasallarla ve organik maddelerle kirlendiğini söyleyen Karababa, tarım ve hayvancılığın da bundan etkilendiğinin altını çizdi. “Yöredeki bitkileri yiyen, kirlenmiş suyu içen hayvanlar da bu süreçten nasibini alacaktır. Bitkisel ve hayvansal ürünlerin tüketilmesiyle de gıdalarımız aracılığıyla ağır metaller ve toksik kimyasallar insana ulaşacaktır.” diyen Karababa, tarım zehirlerine (pestisitler) dikkat çekti. Bazı pestisit türlerinin insan vücudunda hormonlar gibi davranarak üreme bozuklukları, doğum kusurları ve düşüklere neden olduğunu anlatan Karababa, sağlığımızın pestisitten nasıl etkilendiğini şu sözlerle ortaya koydu; “Sinir sistemi üzerinde toksik etki, bağışıklık sistemi üzerinde baskılayıcı etki, salgı sistemi üzerinde olumsuz etkiler, erkek ve kadında döllenme hücrelerinin genetik yapısında bozulmalar, farklı organ ve dokularda kanserler (Non-Hodgkin lenfoma, Lösemi, Multiple myeloma, karaciğer kanseri, testis kanseri, Beyin kanseri, akciğer kanseri, meme kanseri) pestisitlerin vücudumuzda yarattığı sorunlardır.”

Karababa, Gediz kirliliği sorununa ağır metaller ve toksik kimyasallar açısından bakıldığında ise yapılan çalışmaların çıkardığı sağlık sorunlarını şöyle özetledi; “Farklı organ ve doku kanserleri, böbrek, karaciğer, akciğer, sindirim sistemlerinde işlev bozukluğu, anemi, kalp - damar hastalıkları, hipertansiyon, sinir sistemi sorunları (titreme, hafıza kaybı, davranış bozuklukları, his kaybı, işitme, konuşma ve görme bozukluğu ve alerjik akciğer hastalıkları ve astım”

Karababa, bunlarla birlikte daha birçok sağlık sorununun Gediz kirliliği sonucunda insan sağlığını etkilediğini söyleyerek sözlerini “Çevre kirliliği demek çok sayıda ciddi sağlık sorunu demek. Özellikle doğumda beklenen yaşam süresinin uzadığı günümüz koşullarında çevresel risklerle daha uzun süre yüz yüze geldiğimizden sağlık etkileri de katlanarak artıyor. Bu nedenle gelin çevre kirliliğine engel olalım. Azla yetinelim. Mahatma Gandhi’nin dediği gibi ‘Dünya herkesin ihtiyacına yetecek kadarını sağlar, fakat herkesin hırsına yetecek kadarını değil.’” ifadeleri ile sonlandırdı.

275 KİLOMETRELİK BİR HABİTAT

Murat Dağları’nın yamaçlarından doğan Gediz Nehri; 275 km uzunluğunda olup, Batı Anadolu’da 17.220 km2’lik bir yağış alanından beslenmektedir. Gediz Havzasının temel su kaynağı olan Gediz Nehri birçok yan dereleri de aldıktan sonra Manisa ve Menemen Ovaları’nı sulayarak denize dökülmektedir. Bu yerleşim alanlarında kentsel, endüstriyel ve tarımsal alanlarda ihtiyaç duyulan su ihtiyacını karşılayan Gediz Nehri’nin üzerinde mevcut durumda 5 adet, 2 adet de gölet bulunmakta. Havzadaki en büyük baraj 1.022 milyon m3 depolama kapasitesiyle Demirköprü Barajı’dır. Barajın üzerine enerji üretmek üzere HES kurulmuştur. Gördes ve Küçükler Barajları içmesuyu temini amacıyla da kullanılmakta, diğer barajlar sulama, taşkın koruma ve enerji üretimi amaçlı kullanılmaktadır. Demirköprü, Afşar, Buldan ve Gördes Barajları Manisa’da, Küçükler Barajı ise Uşak’ta yer almaktadır.

Editör: Haber Merkezi