TUĞÇE KAŞ/ İZ GAZETE- İSKOÇYA'NIN Glasgow kentinde gerçekleştirilen 26’ncı BM İklim Değişikliği Konferansı'nda (COP26) ülkeler, iklim değişikliğine karşı alınacak önlemleri içeren anlaşmayı geçtiğimiz hafta imzaladı. 200'e yakın ülkenin katılımıyla gerçekleşen anlaşmada, iklim değişikliğiyle mücadele için 'acil adım atma’ çağrısı yapıldı. Anlaşmada, kömürün aşamalı olarak azaltılması taahhüdü, emisyon azaltma planlarının düzenli olarak gözden geçirilmesi ve gelişmekte olan ülkelere daha fazla finansal destek gibi önemli kararlar yer alsa da toplantının bekleneni karşılamaması tartışma yarattı.

Ayrıca Türkiye’nin ormansızlaşma ile mücadele ve sıfır emisyonlu araçların yaygınlaştırılmasına yönelik taahhütlerde imzacı olarak yer alması olumlu karşılanırken, kömür kullanmayı durdurma noktasında sessiz kalması eleştirilere neden oldu. Çevre yazarı Özer Akdemir gazetemize verdiği röportajda iktidarın iklim kriziyle mücadele noktasında uyguladığı politikaları, küresel açıdan atılan adımların yetersizliğini,  COP26’nın sonuçlarını ve İzmir’deki yürütülen ekolojik çalışmaları değerlendirdi.

Akdemir, iklim krizinde ‘samimi’ bir mücadelenin ancak sistem karşıtı bir çizgi üzerinden yürütülebileceğinin altını çizerek, “Kapitalizm içi reformist çözüm önerilerinin iklim krizini durduracağını beklemek, sorunu daha da derinleştirecektir” dedi.

Türkiye'de samimi bir iklim krizi politikası nasıl yürütülür?

İklim krizi dediğimiz olgu bir sistem sorunudur. Aslında sistemin sonucudur demek daha doğru olur. Son IPCC raporlarına baktığımızda da bu üstü kapalı da olsa açık bir şekilde belirtilmiştir. Birleşmiş Milletler'in geçen ağustos ayında açıkladığı “İklim Değişikliği 2021: Fiziksel Bilim Temeli” Raporunda “İklim krizinin nedeni 1750’den bu yana gelen insan faaliyetleri”dir cümlesi aslında utangaç bir itiraf cümlesidir. İklim krizine neden olan sera gazı emisyonlarının kapitalist sistemin dünyaya egemen olmasının ardından gelişmiş ve küresel ısınma iklimleri bugün bir kriz şeklinde tanımlandığı üzere değiştirmiştir, değiştirmeye devam etmektedir. Dolayısıyla bu krizle "samimi" bir mücadele ancak ve ancak sistem karşıtı bir çizgi üzerinden yürütülebilir. Sorunun kaynağı ortadan kaldırmaya dönük bir strateji içermeyen, kapitalizm içi reformist çözüm önerilerinin (Yeşil ekonomi, fosil yakıtlar yerine yenilenebilir ‘temiz’ enerjiye geçiş, adil dönüşüm gibi) iklim krizini, küresel ısınmayı durduracağını beklemek, ummak sorunun daha da derinleşmesinden öte bir sonuç vereceğini düşünmüyorum. Özetlersek; iklim krizine karşı ‘samimi’ mücadele ancak ve ancak anti-kapitalist bir çizgide yürütülebilir.

‘RANT ODAKLI DEĞİL, HALK İÇİN’

Türkiye'nin iklim krizi mücadelesinde atması gereken ilk adımlar nelerdir?

İlk adım AKP iktidarının ve temsil ettiği sermaye rejiminin bir an evvel Türkiye'nin siyasi yaşamından çekip gitmesi, ülkeye daha fazla zarar ermesinin önlenmesidir! AKP'nin bu ülkeye, ülke insanına, iklimine, geleceğine katabileceği hiçbir olumlu değerin olduğuna inanmıyorum. AKP'nin iktidardan gitmesi sonrası iş başına gelecek siyasi iktidarlar eğer AKP'nin ve ondan önceki sermaye partilerinin politikalarını, programlarını izleyeceklerse yine Türkiye'nin iklim krizi mücadelesi diye bir şeyden söz etmek son derece zor olacaktır. O nedenle emekten, halktan, demokratik değerlerden, doğadan, barıştan yana bir siyasi iktidar ancak gerçek bir iklim krizi programını yaşama geçirebilir. Ancak bu geçiş sürecinde başta termik santrallerin kapatılması, doğayı katleden vahşi madencilik işletmelerinin durdurularak doğanın rehabilite edilmesi ya da kendini onarması için doğaya bir şans tanınması, enerji ve maden politikalarının kar-rant odaklı değil halk için, kamusal yarar gözetilerek planlanması ve uygulanması, ülke sularının, göllerinin, sulak alanlarının ve ormanlarının titizlikle korunması, kirletilmesinin, farklı amaçlara tahsisinin önlenmesi gibi bir dizi ‘iklim acil önlem paketi’ uygulamaya sokulabilir. 

SOMUT SONUÇ YOK

COP26 Zirvesi’nin dünya ve ülkemiz için öneminden kısaca bahseder misiniz? COP26 zirvesi ne vaat ediyor? Beklentiler neydi ve karşılandı mı?

COP26 adı verilen İklim Zirvesi kendinden önceki 25COP toplantısı gibi iklim krizinin her geçen gün daha yakıcı bir şekilde kendisini hissettirmesi üzerine bu soruna çözüm yolları aramak amacını taşıyordu. İklim krizi gerçeğinin artık bilimsel bir olgu olarak ortaya konup buna dönük uluslararası toplantıların başladığı yıllardan günümüze kadar yapılan onlarca ‘iklim zirvesi’nde kararlaştırılan programların hiçbir işe yaramadığını gösteren veriler önümüzdeyken COP26'dan bir beklenti içinde olmak ancak aşırı saf bir iyimserlik ya da siyasi körlükle açıklanabilirdi. Nitekim COP26'da kendinden önceki 25 toplantıda olduğu gibi somut bir sonuç ortaya konmadan sona erdi. Çözüm kapitalizm dışı politikalarda ve bu politikaları hedefleyen mücadele alanlarından üretilebilir. Dolayısıyla kapitalist ülkelerin düzenlediği bu zirveden de bir sonuç çıkmamasında bence şaşıracak bir şey yoktu.

‘BAŞARISIZ BİR ZİRVE OLDU’

Zirve, Paris İklim Anlaşması’nın hedefleri canlı tutulmuş olsa da küresel ısınma ve etkilerini azaltma konusunda sizce yetersiz mi kaldı?

Kesinlikle hiçbir somut sonuç doğurmayan başarısız bir zirve oldu. Dağ fare bile doğramadı ki zaten bu zirvenin kendisine büyük umutlar besleyip ona "dağ" gibi bir yakıştırma yapmak da baştan hatalıydı. Glasgow Anlaşması’nın en önemli çıktısı olarak değerlendirilen kömür tüketiminin aşamalı olarak yavaşlatılması bile gevşetildi, sulandırıldı. Oysa raporlar iklim krizinin yavaşlatılması için kömürden, fosil yakıtlardan, doğa talanına yol açan enerji-maden faaliyetlerinden derhal vazgeçilmesi gerektiğini ortaya koyuyordu.

‘AKP'DİR, NE YAPSA YERİDİR!’

Kömür, iklim değişikliğine en fazla yol açan fosil yakıt. Türkiye’de 2053 net sıfır hedefinde kararlıysa kömürden de çıkış yapmak durumda. 40’dan fazla ülke kömür kullanmayı durduracağını söylemesine rağmen Türkiye’nin bunlara taraf olmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye'nin 506 milyon ton CO2 eş değeri olan sera gazı salımlarının yüzde 72’si fosil yakıtla üretilen enerji sektörü tarafından yapılıyor. Ancak Türkiye fosil yakıtlardan çıkmak bir yana yeni yeni termik santral projeleri yapılıyor. Tarım alanları, ormanlar, meralar yok edilerek geniş odobanlar, konut alanları, taş-beton-asfalt ekonomisi teşvik ediliyor.  Şu saatten sonra "delidir ne yapsa yeridir" özdeyişini "AKP'dir, ne yapsa yeridir!" gibi bir cümleye bağlamak isterim geldiğimiz acıklı durumu anlatabilmek için. Bu siyasi iktidar(lar)ın ülkeye, dünyaya, insanlığa ve canlı yaşamına verebileceği yegâne iyilik kendisini ortadan kaldırmak olabilir. Bunu sadece AKP iktidarı için söylemiyorum. Tüm sermaye iktidarları ve bizatihi kapitalist sistem için de söylüyorum. Bindiği dalı kesmekten kendini alamayan ucube bir sistem var karşımızda çünkü!..

‘AYAKLARI HAVADA KALAN İDDİALAR’

İzmir’de Büyükşehir Belediyesi’nin yürüttüğü iklim krizi mücadelesini nasıl değerlendirirsiniz?

Ülke genelindeki siyasi garabetlere bakınca İzmir'deki yerel yönetimlerin bir nebze de olsa temel bazı sorunlarda bir adım önde olması, örnek olması, uygulamalarla bunu ortaya koyması gerekiyor. "Halkçı, sosyal demokrat, kamu yararı gözeten ve ekolojik" belediyecilik iddiaları bu anlamda altı doldurulmadan ayakları havada kalan iddialardır. İzmir'de son yerel seçimlerin ardından artan yeşil alan miktarı, şehirleşmede ekolojik çözüm odaklı yaklaşımlarla ilgili somut veriler olmadan bu yönde bir görüş belirtmem doğru olmaz. Ancak kentin bence en önemli sorunu olan Efemçukuru Altın madeni hala "İzmir'in damı"nda işletilmeye devam ettikçe, sularımızı kirletmeyi sürdürdükçe, Gaziemir'deki nükleer atıklar orada yaşayan yüz binlerce insanın oturduğu bir bölgede varlığını korudukça, Aliağa-Foça arasındaki ağır sanayi kirliliğinin yarattığı çevresel sorunlar (su, hava, toprak, deniz kirliliği) sürdükçe ve buna benzer daha bir çırpıda sayabileceğim bir dizi ekolojik sorun odakları var. İzmir için de "samimi" bir iklim mücadelesinden bahsetmenin pek gerçekçi olmayacağı kanısındayım.

‘1,5 derece için geçmiş olsun!’

İklim kriziyle mücadelede küresel ısınmayı 1,5 derece ile sınırlandırma hedefine ne kadar yakınız? 1,5 derece hedefi hayal mi?

Bu hedefin 10 yıl içinde belki daha da erken aşılacağı son BM raporlarında açıkça ortaya kondu. BM Çevre Programı (UNEP) tarafından hazırlanan 2021 üretim açığı raporu, hükümetlerin 2030 yılına gelindiğinde küresel ısınmayı 1.5°C ile sınırlandırmak için gereken fosil yakıt üretiminin iki katından fazlasını (yüzde 110) planladığını ortaya koyuyor. Bu, 2°C ısınma hedefindeki sınırın ise yüzde 45 üzerinde seyrediyor.

Editör: Haber Merkezi