ŞERMİN ÇOLAK- İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın (İzBBŞT) oyuncularını yakından tanımak, yaşam hikâyelerini öğrenmek ve tiyatro sanatının değerlerini topluma yansıtabilmek amacıyla başlattığımız söyleşi serisinin 22’nci konuğu, Benim Naçiz Vücudum oyununda ‘Ankara Valisi Abdülkadir Bey’i; Bir Felakt Kutlaması-Tavşan Tavşanoğlu oyununda ise polis karakterini canlandıran Cengiz Eşiyok oldu. İstanbul dışında bir şeyler yapma düşüncesini pek olmadığını belirten Eşiyok; “Ama İzmir Şehir Tiyatroları’nın kurulacağını, başına da Yücel Erten gibi bir yaşayan efsanenin geçeceğini duyunca planlarınız hızla değişebiliyor” dedi; İzmir Şehir Tiyatroları geleneğinin başlangıcında bir parça olabilmekten çok memnun olduğunu dile getirdi.

  • Kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Çocukluğunuz ve okul yıllarınız nasıldı? Nerede yaşadınız?

37 yaşında ve İstanbul doğumluyum. Bütün çocukluk ve gençlik yıllarım da yine İstanbul’da geçti. Çocukken edebiyata çok ilgili olduğumu ve ne bulursam okuduğumu hatırlıyorum. Bunun etkisiyle de yazmaya merak salmıştım. Kendimce şiir ve hikayeler yazmaya çalışıyor, ileride de yazar olmak istiyordum. Tabi sahnelere ve oyunculuğa dair henüz hiçbir fikrim yoktu... 90’ların başında çocuk olanlar hatırlar, çok popüler bir televizyon programı vardı: Plastip Show. Dönemin politikacılarının kuklalarıyla siyasi taşlamalar yapan, eğlenceli ve kısa skeçlerden oluşan bir programdı. Bir arkadaşımla beraber, kendimizce o programa skeçler yazıyorduk. Hayalimiz, yazdıklarımızın çekilip o şovda yayınlanmasıydı. Yapımcıların bu hayalimizden hiç haberi olmadı elbette. Ama en azından ısrarlarımıza dayanamayan öğretmenimizin de izniyle, bu skeçleri sınıf arkadaşlarımıza birkaç kez oynamayı başarmıştık. Oyunculuğa dair ilk kıpırtılar da burada başlamış olabilir. Sonra yazarlık hayalim, daha realist (!) meslek fikirleri arasında biraz gerilerde kaldı maalesef.

  • Tiyatroyla yollarınız hangi dönemlerde kesişti? Ailenizin etkisi oldu mu ya da tiyatroya yönlendiren başkaları oldu mu?

Yine ilkokul yıllarında sınıfça İstanbul Şehir Tiyatroları’nın bir çocuk oyununa gitmiştik. O tiyatro salonunun, oyuncuların, ışığın, dekorun ve kostümlerin etkisinden günlerce çıkamamıştım. O günden sonra beni tiyatroya götürmeleri için annemi ve babama sürekli ısrar ettiğimi hatırlıyorum. Maalesef çevremde, tiyatronun bir meslek olarak yapılabileceği konusunda beni yönlendirebilecek ya da bunun için model alabileceğim, sanatla ilgilenen birileri olmadı. Bu yüzden de uzun bir süre fırsat buldukça oyun izlemek ve iyi bir seyirci olmakla yetindim.

Daha sonra lise yıllarımda tiyatro çalışmalarına katılmaya başladım. Ardından da amatör bir tiyatro topluluğuna dahil olduktan sonra kafamda şimşekler çaktı: Tiyatrocu olmalıydım! Tabi ya… Başka bir seçenek olamazdı. Bütün bunların adından 2011 yılında Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Oyunculuk Bölümü’nden mezun oldum. Sonrasında da İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müzikal Oyunculuk Bölümü’nde eğitim gördüm.

‘BU KONUDA ŞANSLIYIM’

  • Sahnelerin yanında sunuculuk başta olmak üzere çeşitli projelerde izledi seyirci sizi. Bugüne kadar ne tür çalışmalarda ve tiyatrolarda yer aldınız?

Aslında sunuculuk dört, beş senedir deneyimlediğim bir iş. Ama televizyonda biraz bununla görünür olunca, sanki başta o varmış gibi geliyor. Bir oyuncu olarak anlatıcılık işimizin önemli bir parçası elbette. Anlatılanlar da halihazırda ilgili olduğum ‘popüler bilim’ konuları olunca, büyük bir zevkle de yapıyorum açıkçası. Tabi bunun çok öncesinde daha öğrenciyken, özel tiyatrolarda ve İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda sözleşmeli oyuncu olarak sahne almaya başlamıştım. Okul bitince İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda birkaç sezon daha oyunculuk ve yönetmen asistanlığı yapmaya devam ettim. Fakat Devlet Tiyatroları’nın o dönemdeki sözleşmeli sanatçı istihdam koşulları beni oradan ayrılmaya itti. Ayrıca yeni mezun bir oyuncu olarak deneyimleyecek birçok şey vardı. Bu sayede İstanbulimpro, Tiyatro Ak’la Kara, Zorlu PSM Çocuk Tiyatrosu, Don Kişot Prodüksiyon Tiyatrosu gibi çeşitli özel tiyatrolarla sahne aldım; müzikallere ayrıca bir ilgim olduğundan birkaç müzikal prodüksiyonda oynama fırsatım oldu. Ancak İstanbul’daysanız televizyon ve sinema bir şekilde sizi dürtüyor. Bundan dolayı çeşitli sinema, dizi ve reklam filmlerinde çalıştım. Yazmaksa, çocukluk hayalimdeki gibi olmasa da işimle ilgili alanlarda öne çıktı. Bir arkadaşımla birlikte yazdığımız uzun metraj senaryomuz filme çekilip, geçtiğimiz senelerde vizyona girdi. Programlara metin yazarlığı yaptım. Bunun yanında her zaman oyun yazmaya gayret ettim. Hatta bir çocuk oyunum, geçtiğimiz yıllarda bir oyun yazma yarışmasında birincilik ödülü aldı. Ancak televizyona veya herhangi başka bir mecraya ne iş yaparsam yapayım, hayatımda tiyatro yoksa ve sahnede değilsem kendimi hiçbir şey yapmıyormuş gibi hissediyorum. Neyse ki bu konuda da çok şanslıyım, çünkü hemen hemen her sezon mutlaka birkaç oyunda yer alma şansım oldu.

  • Geçen yıl da bir ödül almışsınız sanırım…

O aslında pandemiden dolayı sürekli ertelenen, önceki sezondan kalma bir ödül töreniydi. Tiyatro Ak’la Kara’nın, Agatha Christie’nin aynı adlı romanından uyarlanan “On Küçük Zenci” oyunuyla, Yeni Tiyatro Dergisi 8. Emek ve Başarı Ödülleri’nde En İyi Çıkış Yapan Erkek Oyuncu Ödülü… Aslında ‘pandemiden sağ salim çıkış yapan’ olarak bakıyorum ben ona...

‘PARÇASI OLDUĞUM İÇİN MUTLUYUM’

  • Türk tiyatrosuna karşı eleştirileriniz, değiştirmek istedikleriniz, isyan ettikleriniz ya da ‘iyi ki’ dedikleriniz var mı?

Hepsi için söylenecek şeyler var. Mesela ödenekli kurumlar, ülkemiz tiyatrosunun temel dinamikleri. Ancak bir yerden sonra kendi içinde kontrol edilemeyen bir yapıya dönüşüyorlar. Sürekliliği olan bir üretim kulağa hoş gelse de idari yapısı, kendi içinde bağımsız olamaması, sanatsal kalitenin devamlılığını sağlayamama gibi bir sürü sorun baş gösteriyor. Bu nedenle sanat kurumlarımızın, nereye bağlı olurlarsa olsunlar, kendi içinde özgürleşmeleri çok önemli.

Özel tiyatrolarda da durum hiç iç açıcı değil. Ben de buraya gelmeden önce, yıllarca kendi sahnesini ayakta tutmaya çalışan bir özel tiyatro ekibinin üyesiydim. Her ne kadar daha serbest diyebileceğimiz bir yapıda görünseler de acımasız vergiler, kurumlardan, yerel yönetimlerden destek bulamama; dışarıdan uygulanmaya çalışılan sansürler, baskılar gibi birçok sorunla boğuşarak, maddi ve siyasi bir çalkantının içinde yaşamaya çalışıyorduk. Hele ki ülkedeki ekonomik durum ve yaşanan pandemi sürecini de düşününce durum tam bir felaket. Biz ekip olarak o süreci bir şekilde yara almadan atlatabilmiştik. Ama birçok arkadaşımız sahnelerini kapatarak ya da uzun süre sahnelerden uzak kalarak bunun acısını yaşadılar ve hala da yaşamaya devam ediyorlar. İşte bir an önce bu sorunları çözmek ve şartları dengelemek gerekiyor.

  • İzmir ile yollarınızın kesişimi hakkında neler söylemek istersiniz? İzmir Şehir Tiyatroları’na gelişiniz; İzmir ve İzmirli seyircinin hissettirdiklerini nasıl tanımlarsınız?

İzmir’e daha önce birkaç kez turne için gelmiştim. Aklımda da yaşanacak, güzel bir şehir ve kaliteli, iyi bir seyirci kitlesi kalmıştı. Açıkçası İstanbul dışında bir şeyler yapma düşüncem pek olmamıştı. Ama İzmir Şehir Tiyatroları’nın kurulacağını, başına da Yücel Erten gibi bir yaşayan efsanenin geçeceğini duyunca planlarınız hızla değişebiliyor. Sonuç olarak sınava giren bütün oyuncu arkadaşlarım gibi ‘Mutlaka denemeliyim’ diyerek çıktığım bu yolda, İzmir Şehir Tiyatroları geleneğinin başlangıcında bir parça olabildiğim için çok mutluyum.

‘PROVALARA BAŞLADIK’

  • İlk sezon boyunca ‘Bir Felaket Kutlaması – Tavşan Tavşanoğlu’ oyununda yer aldınız. Bu rolün yanında yeni sezonda ise ‘Benim Naçiz Vücudum’da ‘Ankara Eski Valisi Abdülkadir Bey’ olarak izleyici karşısındasınız. Yeni rolünüz ve oyun ile ilgili neler söylemek istersiniz?

Oyunlarımızın sayısı hızla artıyor. İkinci sezonumuzda, ‘Benim Naçiz Vücudum’ gibi bir belgesel oyunla seyirci karşısına çıktığımız için çok heyecanlıyız. Yücel Erten Hocamızın yazıp yönettiği bu oyun, Mustafa Kemal Paşa’nın 1926’daki İzmir ziyaretinde, ona düzenlenmek istenen bir suikastı, suikastçıların cephesinden anlatıyor. Oynadığımız roller yakın tarihten önemli kişiler olunca, bu rollerin ağırlığını üzerimizde biraz fazla hissediyoruz tabii. Hele ki oyunun İzmir’de, gezip dolaştığımız yerlerde geçmiş olması da apayrı bir his. Bu oyunun hemen ardından, Şubat ayında prömiyerini yapmayı planladığımız “3 Nalla 1 At” isimli oyunun provalarınaysa şimdiden başladık.

  • İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir tiyatroları yeni sezona oldukça hızlı başladı. Tüm oyunlar kapalı gişe oynanıyor, seyircinin bu ilgisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Seyirciyi kandırmak hiç kolay değildir. İyi olanın farkına varır ve hakkını da her zaman verir. Bunun çok etkili olduğunu düşünüyorum. Ayrıca şehre yeni bir soluk olduğumuz için de İzmir seyircisi kendi tiyatrosunu daha çok benimseyip kucaklayacaktır şüphesiz.

CENGİZ EŞİYOK’UN EN’LERİ:

  • Tiyatroya dair en büyük hayaliniz nedir?

Yönetmenliğe ve yazmaya eğilmek... İmkan bulursam kendi yazdığım metinleri sahnelemek istiyorum. Ama tabii, bir oyuncu olarak da oldukça iştahlıyım ve her yaşımın rolünü oynayabildiğim kadar çok oynamak istiyorum.

  • Bugüne kadar oynadıklarınız arasında en sevdiğiniz rol ya da oyun hangisi oldu?

Sahneye ilk kez 2004 yılında Sermet Çağan’ın ‘Ayak Bacak Fabrikası’ adlı oyunuyla, sözde aydın sınıfını temsil eden Öküz rolüyle çıkmıştım. İlk olmasının yanı sıra içimde çok güzel hisler bırakan, beni buralara kadar sürükleyen bu oyunu ve rolü söyleyebilirim.

  • Oynamadığınız ancak oynamayı en çok isteyeceğiniz oyun hangisi?

Birini söylesem diğerinin boynu bükük kalacak… Ama bir ‘3. Richard’ veya herhangi bir Çehov oyununun düşüncesi bile heyecanlandırıyor.

  • Birlikte oynamayı en çok isteyeceğiniz oyuncu kimdir? ‘Keşke bu isimle aynı sahnede olsam’ dediğiniz kişi kimdir?

Bizim oyuncu arkadaşlarımızla iki tip ilişkimiz var: sahne dışında ve sahnede. Burada, henüz birlikte sahneye çıkmadığım, o sahne ilişkisini kurmak istediğim çok arkadaşım var. Bu yüzden öncelikle o oyuncu arkadaşlarımla bir de sahnede tanışmak istiyorum.

  • Tiyatroya veya yaşama dair en çok ilham aldığınız isim kimdir?

Maalesef çıkar ilişkilerinin çok yoğun yaşandığı bir çağda yaşıyoruz. Herkes kendi kişisel faydasını biraz fazla önde tutuyor. Bu sebeple başkalarına, çevresine, yaşadığı topluma gerçekten faydalı olmaya çalışan insanlar bana her zaman ilham veriyor.

Editör: Haber Merkezi