UTKUCAN AKTAŞ- Bir hayali gerçekleştiren ekibin parçası olmak, ötesine geçip onun yeşerip filiz verdiğini görmek çok az kişinin başına gelebilecek özel bir durum. Henüz ikinci sezonunda, oyunlarını izlemek isteyen tiyatroseverlerin deyim yerindeyse kapı pencere yıktığı İzmir Şehir Tiyatroları’nın oyuncuları, bu mutluluğa şimdiden ulaştı denebilir… Söyleşi serimizin 24’üncü konuğu, ‘Benim Naçiz Vücudum’ adlı oyunda ‘Ziya Hurşit’, ‘Bahar Noktası’ oyununda ise ‘Dimitri’ karakterine hayat veren Efe Ünal oldu. Oyunculuğun yanı sıra ‘müzisyenlik’ ceketini de sırtında taşıyan sanatçı, hayattaki en büyük başarının iyi bir insan olarak, içimizdeki çocuğu öldürmemekten geçtiğini hatırlatarak dünyaya ve çocuklara güzel şeyler bırakmak istediğini söylüyor. 

6-6

Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?  Efe Ünal kimdir?

Kastamonu’da doğdum. Sekiz yaşıma kadar çok güzel ve dolu dolu bir çocukluk yaşadım orada. Babamın işi dolasıyla Adana’ya taşındık ve benim hayatla ve sanatla tanışma serüvenim de orada başladı. İlkokul dördüncü sınıftayken bir gün, müzik hocam beni odasına çağırdı ve bir şarkı çalıştırdı bana. Ben şarkıyı öğrenip, söyledikten sonra müziğe çok yetenekli olduğumu, ailemle konuşup, konservatuvara gitmem gerektiğini söyledi. Benim müziğe ilgim hep vardı. Ama profesyonel birinden buna yeteneğim olduğunu duymak, beni çok heyecanlandırmıştı. Akşam eve gelir gelmez büyük bir iştahla anneme ve babama bahsettim bu durumdan. Bana sonuna kadar destek olacaklarını söylediler.

‘Sanat eğitimi almak istiyorum’ dediğiniz noktayı hatırlıyor musunuz? Buraya sizi taşıyan unsurlar, olaylar neydi? 

Aşırı hareketli bir çocuktum ve içinde bulunduğumuz ezbere dayalı, tekdüze eğitim sistemi sanki elimi kolumu bağlayan bir engele dönüşüyordu önümde. Bu yüzden ilk ve orta öğrenimim boyunca ilgim olmayan derslerde ya arkadaşlarımın karikatürlerini yapardım ya da kalemleri baget, sırayı da davul gibi kullanıp, içimden şarkılar söyler dururdum. Bir gün hocalarımdan biri başka bir şeylerle uğraştığımı fark edip, defterime bakmak istediğini söyledi. Sınıf arkadaşlarımın karikatürlerini yapıyordum o deftere. Defteri elimden kapıp, karikatürleri gördü, bütün defteri yırttı ve beni azarladı. Yaşadığım bu olaydan sonra anlaşılamamak hissi ve bir sanat okuluna gitme fikri içimde daha da büyüdü. Güzel sanatlar lisesinin sınavına girdim ve çello bölümünü kazandım. Ne yazık ki hayal ettiğim gibi bir eğitim yoktu orada. Bu yüzden ikinci sınıfta eğitimimi yarıda kesip, tekrar Çukurova Devlet Konservatuvarı Opera Şan Bölümü’nün sınavlarına girdim ve lise eğitimimi orada tamamladım. Müziğin matematiğini, formunu orada öğrendim diyebilirim. O dönem oyunculuk hocam Cahangir Novruzov’un ve çevremin yönlendirmesi ile üniversite hayatıma tiyatro eğitimini de katmak istedim. Bilkent Üniversitesi Oyunculuk Bölümü’nü kazandım ve üniversite eğitimimi de orada tamamladım. Çok önemli hocalardan dersler alma imkanım oldu ve bu sayede müzik eğitimimi, tiyatro eğitimi ile pekiştirip harmanlayabildim. 

Kariyerinizin başından bugüne kadar olan süreci düşününce sizin için kilometre taşı olmuş ne gibi çalışmaları sayabiliriz?

 İlk profesyonel oyunculuk tecrübemi, hali hazırda Kurucu Genel Sanat Yönetmenimiz olan Yücel Erten’in yönettiği, İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenen, ‘Savaş İkinci Perdede Çıkacak’ oyununda edindim. O yüzden de bendeki yeri ayrı bu oyunun. Sonrasında aynı kurumda birkaç oyunda daha görev aldım. Bunlardan bir tanesi Sidikli Kasabası Müzikali… Benim hala dönüp geçmişime baktığımda, içinde bulunmaktan gurur duyduğum işlerin başında geliyor. Ardından Türker İnanoğlu Maslak Center‘da sahnelenen, yine Yücel Erten’in yönettiği Balım Müzikali’nde ve Şakir Gürzümar’ın yönettiği ‘İstanbulname’ müzikalinde çalışma fırsatım oldu. Zorlu PSM Çocuk Tiyatrosu ile Kibritçi Kız Müzikali, Yolcu Tiyatro ile Joko’nun Doğum Günü oyunlarında yer aldım. Devlet Tiyatroları’nın farklı bölgelerinde sahnelenen birçok oyunun müziklerini besteledim. Bir oyuncu arkadaşımla birlikte yazıp yönettiğimiz bir kukla tiyatrosu sahneledik. Elimizde kuklalar, İstanbul’un anaokullarını semt semt gezdiğimiz bir dönemdi. Çocuklarla aram iyi olduğu için, çok keyif alarak çalıştığım bir süreç olmuştu.

Her tecrübe çok şey kattı

Farklı alanlarda birçok önemli tecrübe geliyor geçmişinizden. Bunları genel olarak düşündüğünüzde sizde nasıl izler bıraktılar?

Elbette bütününde hep olumlu tecrübeler olarak zihnimde. Ancak böyle görünse de, ben de neredeyse her oyuncu arkadaşım gibi, bu işin güzelliklerini de zorluklarını da tattım İstanbul’da. İstanbul Devlet Tiyatroları’nda sözleşmeli oyuncu olarak çalışmak, ne İstanbul’da yaşamaya ne de sanatsal anlamda kendini ve sanatı keşfetmeye çok hevesli olan bana, maddi olarak tek başına yeterli olmuyordu elbette. O yüzden bir yandan müzik grubumla ekstra işlere gittim, bir yandan auditionlara girdim. Tim Maslak Center’da müzikal oynadığımız dönem, ülkede bombaların patladığı, acı ve talihsiz zamanlara denk geldi, oyunlarımız iptal oldu. Birkaç dizi ve sinema tecrübem de oldu, vadedilen ama yerine getirilmeyen onlarca söz ve iş tecrübem de. Ama her biri de ayrı ayrı çok şey kattı bana, o yüzden onlara da teşekkür etmem lazım.

1-38

Müziğin evrensel bir dili var

Oyunculuktan önce bir müzisyenlik geçmişiniz var. Bu süreç, oyunculuğunuzla kesiştiği veya desteklediği noktalar var mı?

Müziğin evrensel bir dili var. Sahne üstünde konuştuğumuz ve hatta çoğu zaman sustuğumuz anlarda, hep o dil hakim. Müzik ve oyunculuk bu noktada kesişiyor. Sonuçta her bir kelimenin       o anın gerçekliği ile uyumlu, müzikal bir titreşimi var. Önemli olan o kelimeleri hangi vurguyla, hangi duyguyla, nasıl söylediğimiz. İşte burada müzikal kulak devreye giriyor. Kelimelerin müziğini içimizde duyabilirsek, doğru melodiler bir bir yerlerini buluyor.

Müzisyen geçmişimin olması, bir enstrüman çalıyor olmam, bana bu anlamda ciddi bir konfor alanı hep sağladı. 

İzmir Şehir Tiyatroları’na gelişiniz nasıl oldu? Sınava girmeye karar verme süreciniz, sonrasında bu çatı altında sanat hayatınızı sürdürüyor olmak size nasıl hissettiriyor?

Pandeminin hemen öncesi Kıbrıs’ta yaşıyordum ve müzik yaparak geçimimi sağlıyordum. Hastalığın yükselişi ile çalıştığım mekanlar kapanınca İstanbul’a dönmek zorunda kaldım. Sonra sırası ile tiyatrolar, eğlence mekanları bir bir kapandı. O aralar aile içi acı bir kaybımız da oldu ve benim artık İstanbul’da yaşayamayacağımı düşündüğüm, bir çıkış yolu aradığım zamanlardı. Hayat bazen tam da ihtiyacın olduğu anda tuhaf sürprizlerle çıkıyor karşına. Tam o sıralar İzmir Şehir Tiyatroları’nın sınav açtığını, jürinin başında Yücel Erten’in olacağını duydum. Tabii ki hiç tereddüt etmeden sınava başvurumu yaptım. Sınava hazırlanma sürecimde çalışmak için bir sahne bulamadığımdan, kimi zaman evde, ev kalabalık olduğu zamanlarda kumsala inip, geceleri mehtaba karşı içimden geldiği gibi yüksek sesle çalışma imkanı buldum. Eşimin bu anlamda bana büyük desteği oldu. Hep ona oynadım sahneleri ve o da bana dış göz oldu.

İkinci bir okul gibi

Peki burada olmak, bu kentte tiyatro yapabilmek size nasıl hissettiriyor?

İzmir gibi büyük ve önemli bir şehrin, yetmiş yıl aradan sonra kavuştuğu Şehir Tiyatroları’nın bir parçası olmaktan gurur duyuyorum. Yücel Erten gibi bir duayen ile bire bir çalışabilme imkanı bulabildiğim için de, buradaki sanat yaşamımı ikinci bir okul gibi görüyorum. 

Her ne kadar belgesel oyun olsa da, Benim Naçiz Vücudum da en nihayetinde sanatın yaratıcı düzleminde hayat buluyor. Bir tiyatro karakteri olarak Ziya Hurşit’i ele aldığınızda; kendiyle ilgili ne düşünüyorsunuz?

Aslında benim için eğitici bir süreç oldu diyebilirim.  Laik düzene ve cumhuriyete bağlı bir insan olarak, oyunun suikast planını gerçekleştiren tarafı oynamak, o karakterle empati kurmaya çalışmak, çok farklı bir tecrübe oldu benim için. Bir yandan da oyunun belgesel oyun niteliğinde olması, oyuncu olarak oyunun devamlılığını yakalayabilmek ve tutarlı bir rol kişisi çıkarabilmek adına daha önce deneyimlemediğim, zorlayıcı ve güzel bir süreçti.

Tek nefes olmayı başardık

Sahneye hazırlanırken yaşadığınız süreci anlatmanız mümkün mü? Nasıl bir hazırlık evresinden geçtiniz?

Bu role yaklaşırken; ‘bu insan nasıl konuşur, nasıl susar, nasıl yürür, nasıl bakar, etrafını bu plana nasıl güçlü bir şekilde ikna eder, neye öfkelenir ve hatta bazı durumlarda neden ağlar?’ diye düşünerek, bunlara odaklandım. Ziya Hurşit’i böylesine bir suikastı planlamaya kadar iten bir travması var mıydı?  Ziya Hurşit’in kendini haklı görme sebebi neydi? Bunların hepsi boş bir sayfa gibi önümdeydi. Bu soruların cevaplarını aradım role hazırlanırken. İzmir Suikastı’nı anlatan bir sürü video seyrettim ve konu ile ilgili kitaplar, makaleler okudum. Yücel Hoca’nın bu süreçte oyuncuların duygu geçişlerini, birbiriyle ilişkilerindeki tepkilerinin dozunu tıpkı bir tonmaister gibi ayarladığını fark ettim. Yani tabiri caiz ise oyunun bütününe ve sahnenin gerçeğine uymayan, fazla gelen ne varsa kesti, biçti ve oyun son halini aldı. Müzik direktörümüz Cem İdiz, harika bir eğitmen ve arkadaş oldu bize bu süreçte. Ve onun müzik direktörlüğünde, kalabalık bir koro olarak, tek vücut, tek nefes olmayı başarabildik.

2-31

William Shakespeare’e İzmir havası aldıran Bahar Noktası’nda ‘Dimitri’ karakterini canlandırıyorsunuz. Shakespeare oynamak bir oyuncu için kolay olmaz denir. Bu oyunda sahnede olmakla ilgili siz nasıl hissediyorsunuz?

Bahar noktası Shakespeare’in temposu en yüksek oyunlarından biri. Dolayısıyla en ufak bir zamanlama hatası, bütün oyunun sürecini olumsuz etkileyebiliyor. Bununla birlikte, oyuncular olarak Shakespeare’in yarattığı şiirsel bütünlüğe de sadık kalmak durumundayız. Ekip olarak bunu iyi bir şekilde başardığımızı düşünüyorum.

ÜNAL’IN ENLERİ

Tiyatroya dair en büyük hayaliniz nedir?

Her oyuncu gibi benim de oyunculuk sanatına dair keşkelerim ve hayallerim var elbette. Ama içinde bulunduğumuz Türkiye gerçeğinde bu keşkeler ve hayaller çok bireysel kalabiliyor. Ben bu yüzden öncelikle özgürce sanatımızı yapabileceğimiz, kendimizi özgürce ifade edebileceğimiz bir Türkiye’nin hayalini kuruyorum. 

Bugüne kadar oynadıklarınız arasında en sevdiğiniz rol ya da oyun hangisi oldu?

Oynadığım her rol ve oyun bana bir şeyler katmıştır muhakkak. Joko’nun doğum gününde oynadığım Sir Bernett rolü müthiş bir deneyimdi mesela. Sidikli Kasabası Müzikali’nde oynadığım memur Barrel rolü yine öyle. Çocukluk kahramanım Zeki Alasya ile Balım Müzikali’nde düet yapmak yine ömrüm boyunca unutamayacağım bir deneyimdi. Son olarak Ziya Hurşit rolü yapısı gereği hepsinden ayrılan, benim farklı bir pencereden kendime bakmama vesile olan bir rol oldu diyebilirim. 

Oynamadığınız ancak oynamayı en çok isteyeceğiniz oyun hangisi?

Müzikleri, dansları, şarkıları ile her şeyini kendimizin yaptığı, yaşadığımız topraklara ait evrensel ezgileri ve değerleri anlatan bir müzikal harika olurdu.

Keşke bu isimle aynı sahnede olsam dediğiniz kişi kimdir?

Paylaşıma açık bir partner olduğu müddetçe sahnedeki her oyuncu ayrı bir dünya sunuyor insana. Kiminle nasıl bir uyum içinde olacağın da, sahneyi paylaştıkça şekillenen bir şey. İzmir Şehir Tiyatroları’nda gün itibari ile birçok arkadaşımla sahneyi paylaştım ama göz göze oynamayı beklediğim daha birçok arkadaşım var.

Tiyatroya ve yaşama dair en çok ilham aldığınız isim kimdir?

Sanırım bu hayattaki en büyük başarı iyi bir insan olabilmek ve içimizdeki çocuğu öldürmemekten geçiyor. Bu anlamda gerek zekası, gerek insanlığı ve gerekse duruşu ile bana rehber olmuş kişi Aziz Nesin’dir diyebilirim. Çocukluğumda okuduğum ilk kitaplar yine onun kitaplarıydı. Ben de onun gibi, dünyaya ve çocuklara ardımda güzel şeyler bırakmak istiyorum.


 

Editör: Duygu Kaya