CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun yakın çalışma arkadaşları ile cezaevlerinde tutulanların yakınları Aile Dayanışma Ağı’nı kurdu. Özgürlükleri ellerinden alınanların aileleri, kamuoyu vicdanına seslenmek, hukuki süreçlerin adil yürütülmesine ve hızlandırılmasına etkide bulunmak, tutuklu yakınlarının haklarını savunmak için düzenli aralıklarla sürdüreceği Saraçhane Parkı'ndaki ilk buluşmasını gerçekleştirdi.

İmamoğlu’nun eşi Dr. Dilek Kaya İmamoğlu, yanlarındaki tutuklu yakınlarıyla birlikte konuşma yaparken Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özer’in kızı Avukat Seraf Özer, Aile Dayanışma Ağı’nın ortak açıklamasını kamuoyuyla paylaştı.

Buluşmada CHP Genel Başkan Yardımcısı Suat Özçağdaş, İBB Başkanvekili Nuri Aslan, CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik ile milletvekilleri ve ilçe belediye başkanları da tutuklu yakınlarıyla dayanışma içerisinde olmak için açıklamanın yapıldığı Saraçhane Parkı'ndaydı.

Bir annenin, bir babanın, bir eşin, bir kardeşin, bir evladın yerini doldurulamayacağını belirten Dr. Dilek Kaya İmamoğlu, “Her gün, ailemizden bir kişi eksik yaşıyoruz” dedi. İmamoğlu, şunları söyledi:

“Ama bu özlem sadece sevdiklerimize değil, adalete ve demokrasiye de duyduğumuz özlemdir. Çünkü çok iyi biliyoruz: Adalete kavuştuğumuzda, sevdiklerimize de kavuşacağız. Bugün öyle bir noktadayız ki, tarihte benzeri az görülmüş bir biçimde, hukuki süreçler sadece bireyleri değil, tüm aileleri hedef alıyor. Operasyonlar anneye, babaya, kardeşe kadar uzanıyor. Oysa biz, aileye el uzatılmaz diye büyüdük. Aile bizim en kutsal değerimizdir.

“Tüm toplumun vicdanında yankılanan bir feryat"

Bugün; çocuklar babasız, anneler evlatsız, eşler sevdiklerinden uzakta bırakılıyor. Tutuklular, ailelerinden uzak cezaevlerine sürülüyor. Bir annenin, ağır hasta evladını sadece hastane penceresinden görebilmesine bile tahammül gösterilmiyor. Kadın tutuklular çocuklarından ayrı, yerde yatıyor. Babalar çocuklarının doğumunu, büyümesini sadece hayal edebiliyor. Hastalar bakımsız, yaşlılar çaresiz… Ve biz, her gün bir çocuğun ‘Anne, babam nerede’ sorusuna, boğazımız düğümlenerek cevap veremiyoruz. Bu sadece bir annenin, bir babanın, bir çocuğun değil; hepimizin, tüm toplumun vicdanında yankılanan bir feryat.

“Konuşamayanların da sözcüsü olmak için buradayız”

Bu yüzden bir araya geldik. Sadece kendi hikayemizi anlatmak için değil, herkesin hikayesini paylaşmak için. Adaleti yalnızca mahkeme salonlarında değil, toplumun vicdanında da aramak için… Sessiz bırakılanların, susturulanların, içeri alınanların sesi olmak için… Bizler bu ülkede yaşayan onurlu yurttaşlar olarak, milletimizin iradesine, halkın vicdanına güvenerek yola çıktık. Adaleti arayan herkesin sesini büyütmek, konuşanlar kadar konuşamayanların da sözcüsü olmak için buradayız. Bugün yaşadığımız adaletsizlik, sadece bizim değil, bu ülkede adalet isteyen herkesin meselesidir.

“Hala ortada bir iddianame yok”

19 Mart’ın üzerinden 4 ayı aşkın bir süre geçti. Hala ortada bir iddianame yok, ne zaman yazılacağı belli değil. Belki ilk duruşmada beraat edecek insanlar, aylarca özgürlüklerinden mahrum bırakılıyor. Peki, bu geçen sürenin bedelini kim ödeyecek? Bu ülkede hafıza kısa, ama acılar kalıcı. Özellikle son 20 yılda nice hak ihlali yaşandı. Şimdi bizim yaşadıklarımız da o acı bellekte yerini aldı. Bizim mücadelemiz, sadece bu acıyı dindirmek değil, gelecekte bir daha kimsenin böyle bir acıyı yaşamaması içindir. Bir çocuğun çocukluğunun elinden alınmaması, kadın cinayetlerinin cezasız kalmaması, emekçilerin ihmaller yüzünden can vermemesi, depremde, selde, yangında göz göre göre ölümler olmaması, adaletin, gecikmeden yerini bulması içindir bu nöbet.

“Bu hukuksuz sürece sessiz kalamayız”

Dayanışmamızla büyüyor sesimiz. Her paylaştığımız hikâye, bir daha böyle hikâyelerin yazılmaması içindir. Çünkü biz biliyoruz ki: Hikâyemiz ortak. Mücadelemiz ortak. Geleceğimiz ortak. Bu hukuksuz sürece sessiz kalamayız. Ülkemizin, milletimizin ve tüm evlatlarımızın geleceği için; herkes için adalet, demokrasi ve güvenli bir gelecek talebimizi kararlılıkla sürdüreceğiz. Aile Dayanışma Ağı olarak birbirimize omuz veriyor, derdimize derman oluyoruz. Bugün ilkini gerçekleştirdiğimiz ve anı yerde, aynı saatte devam ettireceğimiz bu buluşmalar, sadece bir eylem değil; bir dayanışma ve iyileşme alanıdır. Adaletsizlikle yüzleşen herkesin buluştuğu bir çatı…

“Birlikte oldukça güçlüyüz”

Ve biz, bu büyük ailenin fertleri olarak biliyoruz ki: Birlikte oldukça güçlüyüz. Ve asla yalnız değiliz. Bu meydanda anlatılan her hikaye, sadece bir kişinin değil… Haksız yere içeride tutulanların, hukuksuzluk karşısında susmayanların hikayesidir. Bugün burada sadece konuşmak için değil; hep birlikte tanıklık etmek için toplandık. Tanıklığımızı çoğaltmak, duymayanlara duyurmak, unutanlara hatırlatmak istiyoruz."

"Adalet topaldır, ama er ya da geç gideceği yere varır"

Konuşmasının sonunda bir tutuklu yakının mektubunu paylaşan İmamoğlu’nun duygu yoğunluğu altında okuduğu satırlar şöyleydi:

“Pek çok kişi için alelade sıradan birkaç ay gibi görünse de benim için hayat dört aydır durdu. Dört aydır annemden ayrı kaldım… Bütün hayatım olan anneme sadece 6 defa sarılabildim. Bunu da istediğimde veya özlediğimde değil, yalnızca izin verildiğinde yapabildim. Bu hayatta bir evladın annesine, bir annenin evladına sarılabilmesi için izin verilen tarihleri beklemesinden daha acı verici ne olabilir ki? Ben dışarda bu acıyı yaşıyorken, annemin hiçbir suçu yokken ona reva görülen dört duvar arasında neler hissettiğini, neler yaşadığını tahmin bile edemiyorum.

Aslında içimde günlerce anlatabileceğim duygularım, yaşadıklarım, kötü anılarım var. Bugüne kadar en kötüsü dilimdekini söyleyememek sanırdım. Ama sözlerin kifayetsiz kaldığı yerde olmak daha betermiş. Artık bunu anladım. O yüzden sözün bittiği yerde söyleyebileceğim tek şey annemi çok özledim. Sözlerimi her zaman söylediğim şu dizelerle noktalamak istiyorum; ‘Adalet topaldır, ama er ya da geç gideceği yere varır.’ Her kapıya varması dileğiyle...”

“Ailelerden ortak açıklama”

Hakkındaki davalardan birinden tahliye kararı verilen ancak ikinci bir dava nedeniyle tutukluluğu devam eden Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özer’in avukat kızı Seraf Özer, Aile Dayanışma Ağı’nın ortak açıklamasını kamuoyuyla paylaştı. Aile Dayanışma Ağı’nın birincisini gerçekleştirdiği Saraçhane Buluşması'ndaki ortak açıklamasının tam metni şöyle:

“Özgürlüklerinden ve sevdiklerinden mahrum ediliyor”

"Türkiye, maalesef Cumhuriyet Halk Partisi belediyelerine yönelik büyük bir yargı operasyonunun hukuki, insani, ekonomik ve siyasal alanda olumsuz sonuçlarını yaşamaya devam ediyor. Her biri ülkemizin iyi yetişmiş, liyakatli ve seçimle iş başına gelmiş belediye başkanları, meclis üyeleri, yöneticileri ve iş insanları şafak operasyonları ile göz altına alınıyor, günlerce kötü koşullarda bekletiliyor, bir tedbir kararı olarak uygulanması gereken ve istisna nitelikte olan tutukluluk tedbiri bir genel yargı pratiğine dönüştürülerek görevlerinden uzaklaştırılıyor, özgürlüklerinden ve sevdiklerinden mahrum ediliyor.

Esenyurt Belediye Başkanımız Prof. Dr. Ahmet Özer 30 Ekim 2024’te, Beşiktaş Belediye Başkanımız Rıza Akpolat 17 Ocak’ta, Beykoz Belediye Başkanımız Alaattin Köseler 3 Mart’ta, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız Ekrem İmamoğlu, Beylikdüzü Belediye Başkanımız Mehmet Murat Çalık ve Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan 23 Mart’ta, Avcılar Belediye Başkanımız Utku Caner Çaykara, Büyükçekmece Belediye Başkanımız Hasan Akgün, Gaziosmanpaşa Belediye Başkanımız Hakan Bahçetepe, Ceyhan Belediye Başkanımız Kadir Aydar, Seyhan Belediye Başkanımız Oya Tekin 3 Haziran’da, Manavgat Belediye Başkanımız Niyazi Nefi Kara 4 Temmuz’da, Antalya Büyükşehir Belediye Başkanımız Muhittin Böcek 5 Temmuz’da, Büyükçekmece Belediye Başkanımız Hasan Akgün yerine göreve gelen Başkanvekilimiz Ahmet Şahin 5 Temmuz’da, Adana Büyükşehir Belediye Başkanımız Zeydan Karalar 8 Temmuz’da, Şile Belediye Başkanımız Özgür Kabadayı 14 Temmuz’da tutuklandılar.

Bu tutuklamaların yanı sıra; Esenyurt Belediye Başkanımız Prof. Dr. Ahmet Özer’in yerine 31 Ekim 2024’te, Tunceli Ovacık Belediye Başkanımız Mustafa Sarıgül’ün yerine 22 Kasım 2024’te, Şişli Belediye Başkanımız Resul Emrah Şahan’ın yerine 20 Mart 2025’de kayyım atandı.

“Dalga dalga şafak operasyonlarıyla...”

Adıyaman Belediye Başkanımız Abdurrahman Tutdere 8 Temmuz’da ‘konutu terk etmeme’ adli kontrol tedbiri ile karşı karşıya kalarak görevinden uzaklaştırıldı. Yaşanan süreç yalnızca Belediye başkanlarımız ile sınırlı değil. Ülkesine büyük bir bağlılık ve liyakatle hizmet eden belediye başkan yardımcılarımız, genel sekreter yardımcılarımız, daire başkanlarımız, şirket genel müdür ve genel müdür yardımcılarımız, memur ve bürokratlarımız, çalışanlarımız dalga dalga şafak operasyonlarıyla sürecin ana mağdurları haline getirildiler, ailelerinden koparıldılar, özgürlüklerinden mahrum edildiler. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız ve 15,5 milyon yurttaşımızın oyları ile Cumhuriyet Halk Partisi’nin Cumhurbaşkanı adayı olan Sn. Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının yetkisi olmayan üniversite yönetimi tarafından 18 Mart 2025 tarihinde iptal edildiği açıklandı.

“Hukukun en temel ilkeleri açıkça ihlal edildi”

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın üniversite yönetimine gönderdiği yazılarla hızlandırılarak alınan bu hukuksuz kararın üzerinden 12 saat bile geçmemişken, 19 Mart’ta büyük bir yargı operasyonu başlatıldı. Dalga dalga yapılan operasyonlarla, aralarında belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, bürokrat ve iş insanlarının olduğu yüzlerce kişi gözaltına alındı, tutuklandı. Bu operasyonlar sırasında hukukun en temel ilkeleri açıkça ihlal edildi. Bugün itibariyle 25 milyondan fazla vatandaşımızın yaşadığı 13 farklı ilde, görevden uzaklaştırılan 17’si CHP’li 27 Belediye Başkanı’na oy veren 17.363.049 seçmenimizin iradesi bugün bu kentlerimiz ve ilçelerimizde geçersiz kılınmış bulunuyor.

Yüksek Seçim Kurulu verilerine göre, 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde Türkiye geneli toplam kayıtlı seçmen sayısı 61.441.882 kişiydi. Bu durumda, görevden uzaklaştırılan belediye başkanlarının görev yaptığı bölgelerdeki toplam seçmen sayısı, Türkiye geneli toplam kayıtlı seçmen sayısının yüzde 28,26 sına denk geliyor.

“Hukuka dönün"

Bu ne demek mi oluyor? Yüzde 28,26 seçmenin iradesi, oy verdikleri belediye başkanları ile birlikte hapsediliyor! Bu da her oy veren seçmenden yaklaşık üçünden birinin iradesinin yok sayıldığı anlamına geliyor! Tutuklu yakınları olarak bizzat tanığı ve mağduru olduğumuz bu zor ve zincirlenmiş süreç içerisinde ‘Olağanüstü Hal’ koşullarında dahi görülmeyen usulsüzlüklerle, birçok hak ihlalleriyle karşılaşmaktayız. Sevdiklerimize yapılan hukuksuzlukların tanıkları ve mağdurları olarak bu yargılamaların bir suç soruşturması değil, siyasi tasfiye girişimi olduğunu görüyor ve buna en yüksek perdeden itiraz ediyor, 'hukuka dönün' çağrısı yapmayı zaruri görüyoruz.

Biz ne mi yaşıyoruz? Tutuklu yargılama istisna iken bir cezalandırma biçimine dönüştürüldüğü için tutuklama şartları olmaksızın, tamamen siyasi saiklerle sevdiklerimizi, annelerimizi, babalarımızı, eşlerimizi, kardeşlerimizi aylardır demir parmaklıklar ardında ancak görebiliyoruz. Çünkü sevdiklerimiz yargılanmıyor, doğrudan cezalandırılıyor. Masumiyet karinesi ve lekelenmeme hakkı en üst seviyede ihlal edilerek sadece içeride siyasi tutsak olan sevdiklerimiz değil, aileleri olarak bizler de cezalandırılıyoruz.

"Masumiyet karinesi ayaklar altına alınıyor"

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/2. maddesine göre, 'Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır' Anayasamızın 38/4. maddesi de 'Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz', demesine rağmen sevdiklerimiz henüz ortada iddianame dahi yokken, henüz verilmiş bir karar yokken suçlu ilan ediliyor, masumiyet karinesi ayaklar altına alınıyor ve bu vesileyle aileleri olarak bizler de hedef gösteriliyoruz.

En temel evrensel insan hakkı olan adil yargılanma hakkı ihlal ediliyor. Buna son verilmesini, yargılamaların makul süre içerisinde sonuçlanmasını talep ediyoruz.

Varsayımlar ve vehimlere dayanılarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Henüz iddianame dahi ortada yokken ve verilmiş bir karar yokken yakınlarımız tutuklu yargılamalara maruz bırakılıyor. Bizler de doğrudan cezalandırılıyor ve hedef haline getiriliyoruz. Birçok avukatın gözaltına alınması ve adli kontrolle serbest bırakılmaları akabinde yaşanan hukuksuzluk Sn. Ekrem İmamoğlu’nun avukatı Av. Mehmet Pehlivan’ın tutuklanması ile zirveye çıktı. Avukatlarımız üzerinde kurulan yargı baskısının sona erdirilmesini talep ediyoruz.

"Belgeler dahi verilmedi"

Bunları neden talep ettiğimizi kısaca izah etmek isteriz. Bugüne kadar, 4 günlük gözaltı sürecinde şüphelilerin tutulduğu İstanbul (Vatan) Emniyet Müdürlüğü etrafındaki bir kilometrekarelik çapta barikatlar kurulmuş, Emniyete girişler engellenmiş, aşırı kötü hava koşulları altında derme çatma bir barikat önünde elindeki boş kâğıda isim yazan polis memurlarının koyduğu sıraya göre avukatlar, müvekkilleriyle görüşmeye çalışmıştır. 10- 14 saat bekleme akabinde ilk görüş gerçekleştirebilmiştir. Dosyadaki kısıtlılık/gizlilik kararı gerekçesiyle, CMK madde 153 uyarınca avukatlara verilmesi gereken 'Masak Raporları' ve 'Bilirkişi İncelemeleri' gibi belgeler dahi verilmemiştir. Dosya sözde gizli olmasına karşın, belirli basın mensuplarına ya da sosyal medya kişilerine düzenli olarak operasyona ilişkin bilgiler sızdırılmış, gözaltılardan önce çarşaf çarşaf şüpheli isimleri ve operasyonların ne zaman olacağı birtakım sosyal medya hesapları üzerinden duyurulmuştur. Bu yapılırken de kişilerin masumiyet karinesi ve lekelenmeme hakkı en ağır şekilde ihlal edilmiştir.

“Hem avukatların hem de müvekkillerinin savunma hakkını derinden etkilemiştir”

Müdafilerde dahi olmayan şüpheli ve tanık ifadeleri, bu kimseler tarafından hiç umursanmadan kamuoyuna aktarılmıştır. Şüpheliler adliyeye sevk edilirken bu sefer aynı olağanüstü önlemler İstanbul Adliyesi'nde yapılmış, vatandaşa tamamen kapatılan Adliye’ye avukat girişi de kısıtlanmıştır. Sadece emniyet ifadesi sürecinde bulunan avukatların alındığı adliyeye girmek isteyen vekaletli avukatlar bile büyük zorluklarla karşılaşmıştır. 4 günlük gözaltı sürecinin ardından 5. günü adliyede geçiren kişiler, 24 saat Adliyede zor şartlarda bekletilmiş ve sabah saatlerinde Sulh Ceza Hakimliği’ne çıkarılmıştır. Bu aşırı yorma hali hem avukatların hem de müvekkillerinin savunma hakkını derinden etkilemiştir.

Film setinde korkutan yangın: Çok sayıda ekip sevk edildi
Film setinde korkutan yangın: Çok sayıda ekip sevk edildi
İçeriği Görüntüle

Aylık tutukluluk incelemeleri müdafilerin Sulh Ceza Hakimlikleri önünde hazır olmalarına rağmen adeta bir formalite icabı avukatsız yapılmış, tutuklamaların devamı kararları, müdafilere çoğunlukla tebliğ edilmeyerek CMK ihlal edilmiş ve böylelikle müdafilerin savunma ve itiraz hakları kısıtlanmıştır. Mal varlığına el koyma kararları dahi avukatlara tebliğ edilmemiş dilekçe ile talep edilmesine rağmen verilmemiş, avukatlar göremedikleri ve erişemedikleri el koyma kararına karşı itiraz etmek zorunda kalınmıştır. Tutukluluğun devamı kararlarına karşı itirazlar CMK uyarınca 3 gün içerisinde itiraz mercine gönderilmesi zorunlu iken, bu süreye riayet edilmeyerek, 1 hafta 10 gün gibi sürelerde gönderilmeye devam edilmiştir.

“Tüm itirazların tek bir hakime düşürülmesi sağlanmıştır"

Soruşturmanın yürütüldüğü İstanbul Adliyesi 7. katı, Türkiye içerisinde avukatların erişiminin kısıtlandığı tek yargı alanı olarak tarihe geçmektedir. Müdafiler olarak bırakın soruşturma savcılarını, savcıların katipleri ile dahi görüşmek olanaksız kılındığından, avukatlar müvekkillerinin hak savunuculuğunu yapmakta açık bir şekilde engellenmektedir. Bu soruşturmada birçok şüpheli esasen Gizli Tanık Kanununa da aykırı olacak şekilde, sadece 'gizli tanık' ifadesi/iftiraları ile tutuklanmıştır.

Bugüne kadar hiç görülmemiş şekilde, ismi gizlenen ama gizli de olmadığı söylenen sadece 'tanık' denen kişilerin ifadeleri ile birçok şüpheli tutuklanmıştır. Tutuklama kararı için olmazsa olmaz 'kuvvetli suç şüphesi' ve 'somut delil' şartları lafügüzafta kalmış, CMK hiçe sayılmıştır. Anayasa madde 141 gereği 'gerekçeli karar' zorunluluğu tutuklama devam kararlarında yok sayılarak, hukuk güvenliği ilkesi ihlal edilmektedir. Farklı tarihlerde yapılan tutuklamaya ilişkin itirazlar bilerek ve kasten bekletilmiş ve tabii hâkim ilkesine aykırı olarak, tüm itirazların her nedense tek bir hâkime düşürülmesi sağlanmıştır!

Savunma görevini ifa etmekte olan avukatlar, bu faaliyetleri gerekçe gösterilerek gözaltına alınmış, tutuklamaya sevk edilmiş ve haklarında adli kontrol tedbirleri uygulanmıştır.

“Mehmet Murat Çalık, sağlık sorunlarına rağmen hala tahliye edilmemiştir”

Yargılamaya esas yer İstanbul olmasına rağmen bazı tutuklular ailelerinden kilometrelerce uzak yerlerdeki cezaevlerine (İzmir’e, Kocaeli’ne, Çorluya, Tekirdağ’a, Sakarya’ya) adeta sürgün edilircesine gönderilmiştir. Kadın tutuklular zor koşullarda tutulmuş, yer olmayan koğuşlarda bazıları günlerce yerde yatmıştır. Beylikdüzü Belediye Başkanımız Mehmet Murat Çalık, aşırı kilo kaybına, eski hastalıklarının nüks etmesine, heyet raporlarına rağmen hala tahliye edilmemiştir. Hükümlü olmaması nedeniyle hukuken gerekmediği halde Adli Tıp kararı istenmektedir.

Sağlık durumları tüm kamuoyu tarafından bilinen Antalya Büyükşehir Belediye Başkanımız Muhittin Böcek ve önceki dönem Sarıyer Belediye Başkanımız Şükrü Genç’in tutukluluk halleri halen devam etmektedir. Tutukluların eşi, oğlu, yeğeni, kardeşi gibi aile üyeleri gözaltına alınmakta, ailelerin topyekûn üzerine gidilmektedir. Birtakım kanallarda hiçbir gerçeğe dayanmayan aleni yalanlar kamuoyuna gerçek dışı görüntüler ile servis edilmektedir. Kişilerin malvarlıklarına fütursuzca tedbir kararları uygulanmakta, ailelerince birkaç kuşaktır verilen emeklerle edinmiş oldukları helal iş ve özel varlıklarına el konulmaktadır.

Hakkında iddianame bile düzenlenmemiş tutuklular suç örgütü üyesi olarak ilan edilmiş, sesleri, görüntüleri, resimleri yasaklanmıştır.

“Sevdiklerimiz için de zulümdür”

Sonuç olarak, yukarıda çok özet bir biçimde kamuoyunun dikkatine sunduğumuz tüm bu hak ihlalleri, ülkemiz için bir ayıp olduğu kadar biz ve özgürlüklerinden mahrum bırakılan sevdiklerimiz için de zulümdür! Ülkemizin anayasamızda hüküm bulduğu şekliyle adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti ilkesi doğrultusunda ilerlemesini istiyoruz.

Yargının siyasi hesaplaşmaya ve keyfiliğe yol açacak uygulamalara alet edilmemesini, kuvvetler ayrılığı ilkesinin yeniden tesis edilmesini, tutukluluk hallerine son verilmesini, adil yargılamanın sağlanarak hukuka aykırılıkların giderilmesini teminen -gecikmeksizin- 'iddianamelerin' tanzimini ve kayyım atamalarına son verilmesini, seçilmiş belediye başkanlarımız ve meclis üyelerimizin görevlerine iade edilmesini, seçmenin iradesinin tanınmasını talep ediyoruz.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ifade ettiği gibi; 'Herhalde dünyada bir hak vardır ve hak kuvvetin üstündedir.' Masumiyet karinesini ve lekelenmeme hakkını ayaklar altına aldığınız tutukluklar, bizim annelerimiz, babalarımız, dedelerimiz, çocuklarımız, eşlerimiz, yakınlarımız, kısacası canımız, sevdiklerimizdir! Onlara eziyet etmeyin! Sevdiklerimizin sağlıklarını tehlikeye atmayın! Ailelerin feryatlarına kulaklarınızı tıkamayın"

"Her şey tekrar çok güzel olacak"

Ortak açıklamayı paylaşan Seraf Özer konuşmasını “Ve gönülden inanıyorum ki biz birbirine sıkı sıkıya bağlı, güçlü bir şekilde, bu süreci hep birlikte dayanışmayla atlatacağımızdan eminim. Her şey tekrar çok güzel olacak” sözleriyle tamamladı.

Kaynak: ANKA