Eski İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, tutuklu bulunduğu cezaevinden kaleme aldığı “Cezaevi Günlüğü” yazısında bu kez neoliberalizmi eleştirdi.

Soyer, 45 gündür cezaevinde bulunduğunu ve bu süreçte 20 kitap okuduğunu belirterek, “Hayatımın hiçbir döneminde olmadığı kadar bol okuyorum, bol yazıyorum” dedi.

Soyer sosyal medya hesabı üzerinden yayımladığı yazısı şu şekilde:

“Cezaevi günlüğü

18 Ağustos 2025

LİBERALİZMİN FRANKENSTEİN’I: NEOLİBERALİZM

Seferihisar’da minikler şenlikle coştu
Seferihisar’da minikler şenlikle coştu
İçeriği Görüntüle

Değerli Dostlar,

Mapusta geçen 45 günde 20 kitap okumuşum. Hayatımın hiçbir döneminde olmadığı kadar bol okuyor, bol yazıyorum. Ne okuyorsun derseniz; Felsefe, tarih, deneme, roman, öykü, şiir… Her şeyi okuyorum. Çağdaş dünya düzenini anlatan yeni kitaplar da var elimin altında.

Bugün size, hiçbirimizin dilinden düşmeyen neoliberalizm hakkında yazmak istiyorum. Tarihsel sürecini ve demokrasinin yerine nasıl geçtiğini kısaca anlatmaya çalışacağım. Okurken benim zihnim açıldı, açıklayıcı olduğunu düşündüğüm bu özet dilerim sizin için de aydınlatıcı olur. Bu teorik değerlendirmeleri okurken memleketimizi de gözünüzün önüne getirmenizi rica ediyorum.

İnsanlık tarihinin en önemli kilometre taşlarından biri Sanayi Devrimi’dir. Sanayi Devrimi ile birlikte yayılarak güçlenen kapitalist üretim ilişkileri, iki büyük Dünya (paylaşım) Savaşına yol açmış ve kapitalizm, paylaşım savaşlarına kaynaklık eden faşizmden sıyrılarak liberal düşünceyi yol gösterici hale getirmiştir.

Liberalizm daha sonra neoliberalizme evrilmiştir.

Neoliberalizm terimi ilk kez 1938’de kullanılmış. Michel Foucault’nun “Liberalizmin yeniden programlanması” amacıyla adlandırdığı “Neoliberalizm” 1947’de Mont Pelerin Cemiyeti tarafından yeniden tanımlanmıştır.

Fikrin siyasal ve düşünsel temelleri, Walter Lippmann Kolokyumunda bir araya gelen araştırmacılar tarafından geliştirilmiş, aşağıdaki politikalar demeti şekillendirilmiştir.

- Kamu mülkiyetinin ve hizmetlerin özelleştirilmesi

- Sosyal devletin radikal ölçüde küçültülmesi

- Emeğin dizginlenmesi

- Sermayenin kuralsızlaştırılması

- Yabancı yatırımcılar için vergi ve gümrük dostu bir ilham yaratılması

Mont Pelerin Cemiyeti’nin “Amaçlar Bildirgesi”; “Medeniyetin merkezi değerlerine” sahip çıkmak ve “her türlü mutlak ahlaki standardı reddeden bir tarih görüşüne” alternatif oluşturmak amacıyla hazırlanmış.

Avrupa faşizminin potasında biçimlenmiş olan neoliberalizm ile faşist güçlerin tekrar gelişmesi olasılığına karşı piyasaya liberal düzenin aşılanması hedeflenmiş. Büyük sanayi kollarının ve sermaye sahiplerinin kamu politikalarını manipüle etmeleri kınanarak, girişimciliğin siyasallaşmasından vazgeçilmesi önerilmiş.

Ancak hayata geçirilen “düşünce” yavaş yavaş doğuşundaki özgürlükçü ve demokrat görünen yanını bambaşka bir yöne çevirmiş.

Nihayet, 1970’lerin sonunda Margaret Thatcher ve Ronald Reagan neoliberal programları başlattı. Sermaye kurallardan kurtuldu, örgütlü emeğin gücü kırıldı, kamu mülkleri ve hizmetleri özelleştirildi ve sosyal devlet küçültüldü.

1980’lerin sonunda “Duvar”ın yıkılmasıyla birlikte, Doğu Avrupa’nın büyük kısmı devlet hümanizminden neoliberal kapitalizme geçiş yaptı.

Ulus devletlerin ekonomik egemenliği, Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası ve İMF gibi ulusüstü kurumlarca konmuş kurallar ve imzalanmış anlaşmalara tabi hale getirildi.

Sermayeyi serbest bırakarak dünyanın dört köşesinde ucuz emek, kaynak ve vergi cenneti kovalamasını sağlamak, işçi sınıfının ve orta sınıf nüfusun yaşam standartlarının düşmesine, sömürünün artmasına ve eşitsiz gelişimin teşvikine yol açtı.

Bu süreçler demokrasiye çok yönlü saldırının artmasına ve hukuka dayalı toplumsal adaletin yerine geleneksel ahlakı geçirme gayretine hız verdi.

Demokrasinin temeli olan “siyasal eşitlik” ortadan kalktıkça, siyasal iktidar belli bir kesim tarafından ve bu kesimin çıkarına kullanılmaya başladı, halkın yönetimi içi boş bir görsel haline geldi.

Demokrasi; toplumsal ve ekonomik eşitsizliklerin siyasal eşitliği tehlikeye atmasına çare arar. Neoliberalizm ise demokrasiden o kadar uzaklaşır ki, “toplumsal”ı ortadan kaldırmaya gayret eder.

Friedrich Hayek, “Toplumsal adaletin bir serap olduğunu ve özgür bir medeniyetin değerlerinin çoğuna ciddi bir tehdit yarattığını” ileri sürer.

Thatcher, “toplum diye bir şey yoktur” ünlü vecizesini, “sadece bireyler ve aileleri vardır.” diye tamamlar.

Nihayet, Trump’ın damadı Jared Kushner; “Hükümet büyük bir Amerikan şirketi gibi yönetilmeli, yurttaş olan müşterilerimiz için başarıya ve verimliliğe ulaşabileceğimizi umuyoruz.” der.

Hayek’e göre, özgürlüğümüzün temelinde hukuk ya da siyaset değil, kaynaşmış bir halk oluşturan evrimleşmiş, çoğu durumda söze dökülmeyen davranış ve ilkeleri “özgürce” kabul ettiğimiz ve uyduğumuz ilkeler vardır.

“O yüzden bu ortak ilkeler demokrasinin değerlerinden kıymetlidir. Böylece din ve aile kurumlarının meşruiyetlerini güçlendirmeli ve kamusal kültürü biçimlendirmelerinin önü açılmalıdır.” der.

Siyasal hayattan çekilen hakikat, yerini geleneğin otoritesine kök salan ahlaki ve dinsel normlara bırakır. Geleneğin, eşitlik ve adaletin yerine geçmeye başlaması halk egemenliğinin meşruluğunu ortadan kaldırır.

Demokrasinin boğazını sıkmak neoliberal düşüncenin tali değil, temel niteliğidir. Bu nedenle demokrasinin yerine teknokrasi ve kuvvetli, özerk bir devlet getirmeyi amaçlar. Yaşam standartlarında düşüş ve gelecek kaygılarının artması ile birleşen popülist öfkenin demokrasiye saldırısı kaçınılmaz hale gelir ve çare arayışı böyle bir devleti üretir.

Neoliberal düzenlerde demokrasi karşıtı siyasal güçler ve enerjiler hem genişledi hem yaygınlaştı. Eşitsizliği ve güvencesizliği artıran düzen öfkeli sağ popülizme yol açtı ve otoriter ve popülist liderleri güçlendirdi. Bu durum neoliberallerin rüyalarındaki sakin, uyumlu yurttaşlarla; ulusallıktan arındırılmış ekonomilerle; incelmiş ama kuvvetli devletlerle, sermaye birikimini kolaylaştırmaya ve rekabete istikrar kazandırmaya odaklanmış uluslararası kurumlarla tahkim edildi.

Devlet, büyük sermayeden yalıtılıp ekonomiye yön verebilecek hale gelmek yerine giderek büyük sermaye tarafından daha fazla araçsallaştırıldı. Tarımdan petrole, ilaçtan finansa tüm büyük sektörler yasama çarkına el attılar.

Kamusal hayatın giderek daha büyük bir kısmı (eğitim, sağlık, yollar, köprüler ve diğer şehir hizmetleri) özelleştirildikçe, bu eşitsizlik sahip olmayanları sıkışık ve kötü hizmet verilen sefil yığınlar haline getirirken, sahip olanlara, sıkışıklıktan, beklemekten ve acı çektirmekten parayla kurtulma imkanı yarattı.

Demokratik düzen açıklık, çeşitlilik, toplumsal ve siyasal eşitlik, hukukun üstünlüğüne bağlılık içerir. Neoliberal düzen ise, geleneksel ahlak normlarıyla şekillenmiş, duvarlarla çevrelenmiş, homojen, birleşik, hiyerarşik ve otoriterdir.

Sınır tanımayan piyasa düzeni ve toplumsal adaletin yerine ikame edilen geleneksel ahlaki normların hakimiyeti, yurttaş eşitliği ve kamu yararı kavramının koruduğu ortak paydaları ortadan kaldırır.

Değerli Dostlar;

Özeti daha fazla uzatmak istemiyorum. İktidarın neoliberalizm politikalarından ne kadar etkilendiğinin takdirini sizlere bırakıyorum.

Frankenstein’ın en vahşi yüzü Gazze’de kendini gösteriyor. En az İsrail kadar bu katliam ve soykırıma seyirci kalan devletlerin maskesi de dökülüyor. Sadece orada değil Afganistan’da, Suriye’de, Ukrayna’da, dünyanın hem güneyinde hem kuzeyinde pek çok yerde canavarın çirkin korkunç yüzü ortaya çıkıyor. Böylece can çekişmeye başladığını ve foyaları meydana çıktıkça sonunun da yaklaştığını görüyoruz.

İnsanlık tarihi böyle karanlık dönemlere, hatta daha kötülerine tanıklık etmiş olsa da, aydınlık ve çok aydınlık süreçleri de hafızasında taşır.

Evrim bitmez, daha iyisinin arayışı ve hayat akmaya devam eder.

Değişim elimizdedir ve iki anahtarı vardır.

Bu insanlık dışı süreci demokrasiye ve birbirimize sahip çıkarak, toplumsal dayanışmayı güçlendirerek sonlandıracağız.

Sağlıcakla kalın.!

İzmir 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu

Koğuş B/63

Buca – Kırklar”

Muhabir: DOĞUKAN FİKRİ FİDAN