İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Tunç Soyer, Independent Türkçe'nin sorularını yanıtladı. Yeniden aday olup olmayacağından, "İzmir’de CHP’den kim aday olursa olsun, mutlaka seçilir” algısının doğru olup olmadığına kadar çeşitli değerlendirmelerde bulunan Soyer, Cumhurbaşkanı yardımcılığı tartışmasında dışarıda bırakılmadığını düşündüğünü de söyledi.

Röportajın ilgili kısmı ise şu şekilde:

Önümüzdeki bir seçim var ve biz yakın zamanda Millet İttifakı’nda bir kriz yaşadık. Bu kriz, sayın Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın cumhurbaşkanı yardımcılığı senaryosu ile çözüldü. Bu senaryo konuşulurken sizin de isminiz bilhassa sosyal medyada çok fazla geçti “Neden Tunç Soyer de katılmıyor?” diye. Sizce bunun nedeni İstanbul ve Ankara yönetiminin uzun süre sonra AK Parti elinden alınması mı? İzmir bir “başarı” olarak görülmüyor mu? Cumhurbaşkanı yardımcılığı tartışmasında siz dışarıda bırakıldığınızı düşünüyor musunuz?

Hayır, zaten böyle bir talebimiz de beklentimiz de yoktu. Dolayısıyla “dışarıda bırakılmak” gibi bir durum görmüyorum kendi açımdan.

Ama şunu söyleyeyim: O masa devrildikten sonra tekrar kurulduysa, bu toplum buna izin vermediği içindir. Olağanüstü büyük bir tepki gösterildi. Olağanüstü büyük bir itiraz dile getirildi ve siyasetin aktörleri kararlarını yeniden gözden geçirmek zorunda kaldılar. Bu çok umut verici bir şey. 

Yani siyasetin aktörleri, dinamikleri artık toplumu yok sayarak, bir tarafa bırakarak karar alamaz hale geldiler. Bence en kıymetli yanı bu. Yoksa kimin cumhurbaşkanı, kimin yardımcı olacağı meselesi işin detayı. 

Gelecek sene de belediye seçimleri var. Aday olacak mısınız?

Bu da benim irademle sonuçlanacak bir şey değil. Bu konuda hem genel merkezimizin hem toplumun, İzmirlilerin memnuniyetine bakmak lazım. Ondan sonra ortaya çıkacak bir karar olur bu. Nazım’ın çok güzel bir lafı vardır. “Hiç ölünmeyecekmiş gibi yarın ölecekmiş gibi yaşayacaksın bu hayatı” der. Ben de öyle yapıyorum doğrusu. Bu görev sürem içinde son nefesime kadar elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum. 

“Göreve devam et” derlerse büyük bir heyecan ve gururla yapmaya devam ederiz. “Yeteri kadar çalıştın, kenara çekil” derlerse tabii ki kenara çekilir otururuz. 

Diyelim ki aday gösterilmediniz bu durumda bir B planınız var mı? Daha spesifik olmak gerekirse sayın İmamoğlu ve Yavaş’ın cumhurbaşkanı olduğu bir senaryoda, Millet İttifakı’nın iktidarı ele geçirdiği bir senaryoda sizin bir milletvekili olma planınız var mı?

Yok. Şöyle söyleyeyim: Ben siyaseti çok severek yapıyorum. Siyasetin hayatı dönüştürme sanatı olduğunu düşünüyorum. O nedenle hangi platformda, hangi konumda, hangi sıfatla, hangi koltukta oturduğumun bir önemi yok. Hayatı dönüştürmek, hayatı iyileştirmek için nerede olursanız olun yapacak çok şey var. 

Ben de çok uzun yıllardan beri bu kararı vermiş bir insanım. Ben hayatımı buna vakfettim. Bu topraklar üzerinde yaşayan insanların, doğanın, çok daha iyisini hakettiğini düşünüyorum. Olanca birikimimi, gücümü, enerjimi bunu mümkün kılmak için harcıyorum. O nedenle belediye başkanlığı koltuğu olur, bir vakıfta çalışmak olur, bir dernek bünyesinde çalışmak olur… Her şey olabilir. Çok seviyorum bu memleketi ve nerede olursa olsun onun için çalışmaya devam edeceğim. 

 “İzmir’de CHP’den kim aday olursa olsun, mutlaka seçilir” diye bir algı var. Sayın Aziz Kocaoğlu döneminde belediye hizmetleri de bu anlamda eleştirilmişti. Size yönelik de benzer eleştiriler oldu. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu algıyı ve değerlendirmeleri?

Doğru bulmuyorum. Şu nedenle doğru bulmuyorum: İzmir, nasıl 100 yıl önce Türkiye İktisat Kongresi’ne ev sahipliği yapmışsa bu bir tesadüf değil. Bunun arkasında birçok sebep var. 

İzmir yüzyıllar boyunca hep Anadolu’nun öncüsü olmuş bir şehir. Anadolu’nun o kadar çok ilki İzmir de doğmuş ki… İlk operadan ilk futbol takımına ilk gazeteye kadar… İzmir tarih boyunca bu ilklere ev sahipliği yapmış. Neden? Çünkü bir liman kenti olarak doğunun en batısı, batının en doğusu olma konumuyla, farklı kültürlerin tüm farklı etnik yapıların, farklı dinlerin, dillerin bir arada yaşayabildiği bir coğrafya olmuş. 

Bu ne demek? Birbirinin dinini dilini bilmeyen insanların, birlikte iş yapması ve birlikte ekmek büyütmeleri demek. Öyle olduğu için de aslında demokrasi inşa etmişler. Demokrasi esasında birlikte yaşamanın hukuku ve kültüründen ibarettir. 
 
İzmir yüzlerce yıl boyunca demokrasinin hukukunu, birlikte yaşamanın kültürünü yaşamış ve yaşatmış bir şehir. Öyle olduğu için de bu değerlerine, bu erdemlerine çok yer açan bir şehir. 

Size somut bir örnek vereyim: Bir Kahramanmaraşlı bir Mardinli vatandaşımız, dünyanın neresine giderse gitsin ömrünün sonuna kadar Kahramanmaraşlı ya da Mardinli olmaya devam eder. Ama bu vatandaş İzmir’e gelmişse en geç altı ay bir sene sonra kendini İzmirli hisseder. Bu benim yakıştırmam değil, bunun somut örneklerini biliyorum. 

Neden böyle? Çünkü insanlar, burada kendilerini bu şehre ait hissederler ve bu şehirdeki - adeta sosyal gen diyeceğim- birlikte yaşama kültürü ve hukuku içine alır, kucaklar, sarar sarmalar ve kendinden yapar. 

Dolayısıyla İzmirliler, bu erdemlerine sahip çıkma bilinci konusunda çok ileri düzeydedirler. Öyle her konulan adayı desteklemek, sadece partisine bakarak bir karar vermek, böyle bir şey olduğunu düşünmüyorum. Ama bu kültürleri ve bu erdemleri koruyacağını düşündükleri adayı destekleme konusunda da hiç tereddüt göstermezler. O kültüre zarar vereceğini düşündükleri, o kültürü bozacak, ayrıştıracak, bölecek, parçalayacak, düşmanlaştıracak, kutuplaştıracak kimseyi seçmezler. 

Editör: Duygu Kaya