BİLGE CAN ÜNBAL YILMAZ/ İZ GAZETE- Bu yıl da her yıl olduğu gibi binlerce kadın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü için alanlarda olacak. Dünyanın her yerinde kadınlar eşitlik ve özgürlük taleplerini yükseltirken, Türkiye’deki kadınlar ise milyonlarca insanı etkileyen, on binlerce insanın hayatını kaybettiği depremin gölgesinde 8 Mart’a çıkacak. Kadınlar bilindik sıkıntıların yanında deprem bölgesinde hâlâ temiz su, çadır, hijyenik ped gibi temel ihtiyaçlara ulaşamayan kız kardeşlerinin taleplerini de yükseltecekler. Biz de bu yıl farklı iş kollarında çalışan kadınların seslerini ve 8 Mart mesajlarını sizlere duyuralım istedik. Görüşlerine başvurduğumuz kadınlar, birbirinden farklı sıkıntılardan bahsetti ancak konu hep aynı yere bağlandı; “Birlikte olursak başaramayacağımız bir şey yok!”

Sizi kadınların hikâyeleriyle baş başa bırakırken, bazı kadınların iş güvenceleri nedeniyle isimlerini ve fotoğraflarını kullanamadığımızı belirtmek isteriz;

Efsun Kesal

Ek işe gidiyorlar

Sağlık emekçisi kadınların yaşadığı sıkıntıları anlatan Efsun Kesal, kadınların geçinebilmek için ek işler yapmak zorunda kaldığı söyledi. Kesal, emekçi kadınların yine de dayanışmayı büyütmek için çaba sarf ettiğini söyleyerek, “Sağlık emekçilerinin sorunu en bariz şekilde pandemi döneminde ortaya çıktı. Pandemi, sağlık emekçilerinin sorunlarını görünür hale getirdi de diyebiliriz aslında. Pandemi ve deprem gibi süreçler bizlere haklarımızın önemini daha da iyi hatırlatıyor. Benim çalıştığım alandaki sağlık emekçilerinin yüzde 80’i kadın. Bu kadınların üzerine, çalışan olmak, kadın olmak, anne olmak gibi sorumluluklar yükleniyor. Toplumsal olarak evin ve çocuğun bakımı paylaşılmıyor, bu durum zaten yoğun tempoda çalışan kadın sağlık çalışanlarına ekstra bir sorumluluk yüklüyor. Biz sağlık emekçisi kadınlar olarak iş yerlerimizde, insanca ücretlere, erkek çalışanlarla eşit ücret almak için mücadele ediyoruz. Bu ekonomik krizde ayakta kalabilmek için çaba sarf ediyoruz. Buradaki mesaisinden sonra gündelik işlere, temizliğe giden arkadaşlarımız var. Ona rağmen afet bölgelerine gitmek isteyen arkadaşlarımızın eli kolu bağlandı. Biz dayanışma için afet bölgesine gitmek istediğimizde izin verilmedi. Hasta kapasitemizde bir yoğunluk olmamasına rağmen yıllık izinlerimiz iptal edildi. Oysa arkadaşlarımız yıllık izinlerinden, ailelerinden çocuklarından fedakârlık ederek dayanışmak için bölgeye gitmek istemişti” dedi.

Bu 8 Mart’ı depremzede kadınlara adadıklarını söyleyen Kesal, “Biz Sağlık-İş İzmir Kadın Komisyonu olarak bu 8 Mart’ı afeti yaşamış ve kaybettiğimiz kadınlara adayacağız. Kadın dayanışmasının önemini göstermek ve dayanışmayı büyütmek için alanlarda olacağız. Öte yandan, ‘Eşit işe eşit ücret, insanca yaşayacak ücret ve insanca yaşayacak vardiya, sosyal haklarımız gözetilsin, taleplerimizi de yükselteceğiz. Biz kadınlar birlikte olursak kazanamayacağımız hak yok” ifadelerini kullandı.

Mücadeleden vazgeçmiyoruz

Manisa’da bir metal fabrikasında çalışan Pelin Açıkgöz, fabrikada yaşadığı zorlukları şu sözlerle anlattı: “Ben Manisa OSB’de metal fabrikasında çalışıyorum. İşimiz ‘erkek işi’ sayıldığı için, ’bizler için zorluk daha fabrikaya adım atmadan başlıyor. Sabah 6.15’te bineceğimiz servise giderken karanlık sokaklardan geçmek en çok biz emekçi kadınlara zor, iş yerinde çalışırken akşam evde yapılacak işleri düşünmek yine bizim görevimiz. Çalıştığım fabrikada da şartlar biz kadınlar için çok daha zor. Hastalandığımızda, rapor alacağımız zaman kırk kere düşünüyoruz, çünkü rapor aldığımızda gördüğümüz muameleden ötürü aldığımıza alacağımıza pişman oluyoruz. İzin almak için kesinlikle şefimizi ikna etmemiz gerekiyor. Bir hayatımızın olması, kişisel işlerimizin olabileceği akıllarına bile gelmiyor. Çalışırken özel ihtiyaçlarımızdan ötürü erkeklerden daha fazla tuvalete gitmemiz gözlerine batıyor! Hemen uyarılıyoruz. Baskının her türlüsü kötü, fakat biz kadınlar bu baskının altında da iki kat eziliyoruz... Fakat yine de ne üretmekten ne mücadeleden vazgeçiyoruz.” 

Kadınları 8 Mart’ta alanlara çağıran Açıkgöz, “Emekçi kadınların üretimden, hayattan uzaklaşarak değil; aksine hayatın her alanına tırnaklarımızla tutunarak bir şeyleri değiştirebileceğimizi düşünüyoruz. Erkek egemen kapitalist sistemin çanına ot tıkayacak gücün her alanda korkmadan bir adım öne çıkan emekçi kadınların iradesinde olduğunu biliyoruz. Yaklaşan emekçi kadınlar günü bu iradeyi önce birbirimize, sonra patronlara gösterdiğimiz gün. Kelimenin tam anlamıyla dosta güven düşmana korku verdiğimiz gün. Gelin kız kardeşler, 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü’nü tarihine yakışır bir şekilde; kenetlenerek, gücümüzü göstererek geçirelim!” dedi.

ayşe erim

Oturmak yasak

İlk gençliğinden bu yana tekstil fabrikalarında işçi olarak çalışan Ayşe Erim, tekstil işçisi kadınların sorunlarını anlattı. Erim “Çok uzun zamandır tekstil işçisi olarak çalışıyorum. Ama evlenmeden önce zorluğu başkaydı, görece daha rahattı. Eve geldiğimde bir şekilde annem temizliği ve yemeği yapmış oluyordu. Şimdi anlıyorum, evli ve çocuklu olan kadınların sorunları kat be kat artıyor. Mesela çocuğu olan arkadaşlarımızın çocuğu rahatsızlanıyor ama izin alamıyor. Evine gitmesi lazım ama gidemiyor. Zorunlu mesailer oluyor, kadınların eşi mesaiye kalmasına izin vermiyor, iş yeri ile eşi arasında kalan kadınlar oluyor. Birçok arkadaşımız bu baskılar nedeniyle işi bırakmak zorunda bile kaldı. Bazı bölümde aynı işi yapmalarına rağmen kadınlarla erkekler aynı ücreti almıyor. Kafalarda erkek ev geçindiriyor mantığı var. Aslında kadın da ev geçindiriyor” dedi.

Kadın işçilerin regl dönemlerinde ayakta çalışmaya zorlandığını söyleyen Erim, “Bizim sektör kadınların ağırlıklı çalıştığı bir sektör, kadınlar regl oldukları zaman saatlerce ayakta çalışmak zorunda kalıyor. Mesela oturmamız kesinlikle yasak. Rapor da alamıyorsun iki kere üst üste rapor alsan hemen dikkat çekiyorsun. Bizim çalıştığımız gibi fabrikalarda patronu zaten görmüyorsun onun adamlarını görüyorsun. Onlarda bir erkek işçiye sergileyemeyecekleri tavırları kadınlara sergiliyor. İzin istediğinde, ‘izin senin neyine’ diyebiliyorlar. Borcun olduğunu işten çıkmaman gerektiğini biliyorlar, bunu koz olarak kullanıyorlar. Ne zaman izin istesen işten çıkarmakla tehdit ediyorlar. Biz bunlar yaşanmasın diye sendikalı olmak istedik bunun için mücadele ettik” diye konuştu. Örgütlü mücadelenin önemine dikkat çeken Erim, “Sendika mücadelemiz bize gösterdi ki birlik olmadan kazanmamız mümkün değil. Özellikle biz kadınların birlikte olup da aşamayacağı bir engel yok. Bu nedenle 8 Mart’ta birliğimizin gücünü göstermek ve eşitlik talebi için alanlarda olacağız” diye konuştu.

Taciz değil şikâyet yasak

Bir kamu kurumunun çağrı merkezinde çalışan Aylin Tadım, “Çağrı merkezi çalışanı olmak görünenden çok daha yıpratıcı olabiliyor. Bizi çoğunlukla çözüm kapısı sanıyorlar ama bizim işimiz ilk talebi alıp ilgili servise aktarmak. Bunu vatandaşa anlatmak çok zor oluyor. Hakarete maruz kaldığımız, kurumla vatandaş arasında kaldığımız çok oluyor. Çoğunlukla kadınlar çalıştığı için sapık tipler de çıkıyor. Örneğin geçtiğimiz gün bir kişi, arka arkaya defalarca arayarak farklı arkadaşları taciz etti. Buna ilişkin hiçbir şey yapamıyoruz, şikâyet edemiyoruz, bu motivasyonsuzlukla çalışmaya devam ediyoruz. Şimdi deprem ile birlikte çağrı merkezimizin hizmet alanı genişledi. Ancak yeterli personel yok. Onlarca çağrı cevaplıyoruz, ‘insanlar sırada bekliyor’ diye yemek molalarımızdan fedakârlık ediyoruz. Ancak o kadar acı olay var ki psikolojik olarak çok yıpratıcı hale gelebiliyor. Uzun vadede bu nasıl sürer bilemiyoruz” dedi.

Sendikalı oldukları için birçok hakka sahip olduklarını söyleyen Aylin haklarını kullanırken sıkıntılar yaşadıklarını anlatarak, “Bizim regl iznimiz var ama yoğun dönemlerde bu hakkı kullanamıyoruz. Sınavın var diyelim o ay regl iznini kullanamıyorsun. Bir durum olduğunda, ilk regl izninden vazgeçiliyor. Örneğin bu hafta gece vardiyasındayım, 8 Mart’a kadınların yapacağı yürüyüşe gelmek için izin istiyorum. Ama izin alamıyorum, rapor alsam yine personel eksik, birçok kadının benim gibi sorunları olduğunu biliyorum” ifadelerini kullandı.

Şükran-inan

Okumak isterdim

Evin tüm sorumluluğunu almak durumunda kaldığını söyleyen 48 yaşındaki ev emekçisi Şükran İnan’ın anlattıkları kadınların evin içindeki görünmeyen emeğini gözler önüne serdi. İnan, bir gününün nasıl geçtiğini, hayatı paylaşmanın, ortak iş bölümünün önemini şu sözlerle anlattı: “Sabah kalkıyorum önce eşimin arzu ve isteklerini yerine getirmekle başlıyorum. Kahvaltıyı hazırlıyorum krallar gibi. Onun yetiştirilme tarzı sorumluluk almaya müsait değil. Sonra hayat başlıyor. Yemek yap, temizlik, market alışverişi her şey bende. Hesap kitap, parayı yetiştirme derdi, her şey benim sorumluluğumda ve haliyle yoruyor. Eşimin belirli bir kazancı var, onun dışına çıkmamak için her adımımı yetiştirmek üzere atıyorum. Bu sorumlulukları eşim almıyor ama çok çabalıyor kendisi de hakkını yiyemem. Ama 25 yıllık evliliğimde gördüğüm, yetiştirilme tarzı insanların hayatlarını etkiliyor. Benim çocuğum yok, olmadı. Ama herkese nasihatim; bir çocuk bir bireydir. Kız erkek ayrımı yapılmadan her şeyi öğretmeliler.”

Maddi olanaksızlıklar nedeniyle okuyamayan İnan şimdi geriye dönse en çok istediği şeyin okumak olduğunu söyleyerek, “Bir kadın olarak her yerde hakkımı aramak isterdim. Araba kullanmak isterdim, her yere istediğim şekilde gitmek isterdim. Eşimin sorumluluklarını yerine getirmek istemezdim, ona hediye almak isterdim. Ailemiz bize hayatı çok açık öğretti ama maddi durumumuz bunları öğrenmeme yetmiyordu. Üreten bir toplum olsak, aileler değişse, bakış açıları değişse belki dünya daha güzel olur” dedi.


 

Editör: Duygu Kaya