Gizem TABAN/İZ GAZETE- Türkiye’nin 10 ilinde etkili olan ve on binlerce can kaybına neden olan depremin ardından başlatılan “İzmir Yardıma Koşuyor” adlı kampanya çerçevesinde, İzmir Ticaret Odası (İZTO), İzmir Ticaret Borsası (İTB) ve Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO) şubat ayı ortak olağan meclis toplantısı Jeolog ve Bilim Akademisi Üyesi Prof. Dr. Naci Görür’ün katılımıyla gerçekleşti. İZTO Çok Amaçlı Salon’da yapılan toplantıda; İZTO Başkanı Mahmut Özgener, İTB Başkanı Işınsu Kestelli, EBSO Başkanı Ender Yorgancılar ve Prof. Dr. Naci Görür, deprem sürecine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

db817fed-0a6f-41c7-b234-ef758cbc5f58

Çağ dışı strateji

“Şu anda 60-70 bin kişi göçük altında, binlerce insanımız acı çekiyor. Bütün millet, yöneticiler olarak konuşmalıyız utanmalı mıyız ne yapmalıyız, bilemiyorum” diyerek konuşmasına başlayan Jeolog ve Bilim Akademisi Üyesi Prof. Dr. Naci Görür, “Ülkemizde depremi konuşmamak sanki tabu; ‘Konuşmamayayım, korkuyorum’, ‘Duymayalım, huzurumuz kaçmasın.’ Maalesef bu strateji bu ülkenin yöneticilerinde de uzun zamandır var. Deprem olduktan sona çizmelerimizi çeker sahaya ineriz, ‘Türkiye hükümeti büyüktür, kimseyi aç susuz bırakmaz, her şeyi yaparız, geçici ve sürekli konutlar yaparız, yara sararız.’ Bu strateji yara sarma edebiyatı… Bu çağ dışı bir strateji… İnsanına önem vermeyen anlayışın getirdiği bir strateji… ‘Deprem bizim elimizde değil, oluyor ne yapalım, olduktan sonra gücümüzü gösteririz.’ Bilgi toplumlarında, bilimin ışığı altında yürüyen toplumlarda, bilim gücüyle yönetilen toplumlarda böyle bir strateji yok. Çağdaş toplumlar, deprem gelmeden, insanlar ölmeden, afet her tarafı kasıp kavurmadan önce gerekeni yapıyorlar. Yurt dışında birçok yerde bu tür depremlerde 5-6 kişi ölüyor, o da tesadüfen… Biz ise, utanıyorum söylemeye… Şu an 42 bin insan görünüyor ama çok daha fazla olacak, inşallah yanılırım” açıklamalarında bulundu.

Biz uyardık ama…

Kahramanmaraş merkezli, 10 ili etkileyen depremle ilgili daha önceden uyarıda bulunduğunu hatırlatan Prof. Dr. Görür, “İnsanlarımızı kaybettik, üstelik bu geliyorum diye bağıran bir deprem… Gece-gündüz ‘Maraş’a deprem geliyor, dikkat’ dedik ama anlaşılan uyarılara rağmen bir şey yapılmamış. Yapılsaydı böyle olmazdı. Elbette ki bir yer darbe yerse on binlerce insan ölürse, çadır verecek çorba götüreceksiniz. Konu ne götürdüğümüz ne kadar desteklediğimiz değil, neden bu depremin zararlarını azaltamadık, bunları konuşalım. İstanbul depreme hazır mı? Hayır. Hiçbir şey yapılmadı mı? ‘Yapılmadı’ demek haksızlık olur ama yeterince yapılmadı. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bu hükümet bu stratejik düşünceyi değiştirmeye kalktı, 2010’a doğruydu, Cumhurbaşkanımız ‘Deprem olmadan önce zararları azaltma sistemine geçmemiz lazım’ dedi, çok umutlandım. Bu ülkede depremden daha gerçek ne var, en temel sorun deprem… Peki hiç tartıştık mı depremi? Deprem olmadan önce sektörlerde deprem tartıştık mı? Siyasilerden hiç duydunuz mu? incir çekirdeğini doldurmayan konular TV’lerde saatlerce konuşuluyor ama deprem yok. Biz de o ara cılız sesimizle depremi hatırlatmaya çalışıyorduk. Hatırlatmak için, konuşmak için 60-70 bin insanımızın ölmesi mi gerekiyor?” diye konuştu.

örürrürrr

El koyma zamanı

“Bir şey yapmamız lazım, millet olarak kendi devletimize sahip çıkmanın, sorunlara millet olarak el koyma zamanı” sözleriyle açıklamalarını sürdüren Prof. Dr. Görür, “Nasıl? Söyleyeyim; depremi oluşturan mekanizma bu topraklarda 13 milyon sene önce başladı. Sadece Türkiye’de değil, etrafında da 13 milyon seneden beri depremler süregeliyor. Ve daha milyonlarca sene devam edecek. Depremi durduracak gücümüz olmadığına göre, depreme rağmen yaşamak mecburiyetinde olduğumuza göre depremin biz vereceği zararları bilim ve teknolojinin gücüyle azaltmalıyız. Bu depremlere yıkılmamalıyız. Minimum zararla bu işi atlatmalıyız. Bu yeni yaklaşıma biz ‘risk analizi’ diyoruz. Türkiye’de yaşadığımız yerleşim alanları deprem dirençli olursa en az zararla atlatırız” ifadelerini kullandı.

Dirençli yapmalıyız

Dirençli kentlere giden yol haritasını anlatan Prof. Dr. Görür, kentsel dönüşüme dair de uyarılarda bulundu. Prof. Dr. Görür, şunları söyledi: “Kentin bileşenlerini depreme dirençli yapacağız. Bir kent nelerden meydana gelir? Yönetim, halk, alt yapı, yapı stoku, çevre ve ekosistemi, ekonomi… O halde kenti deprem dirençli yapmak demek bu parametreleri deprem dirençli getirmek demektir. Kentsel dönüşüm sadece motor gücü olarak müteahhitlere bırakılırsa onun adı rantsal dönüşüm olur. Yapı stokunu deprem dirençli yapmamız lazım” dedi.

İzmir’den kuşkuluyuz

İzmir’e dair uyarılarda bulunan Prof. Dr. Görür, “Gelelim İzmir’e… İzmir’den kuşkumuz var. Bunu dediğimizde, ‘Hemen yarın deprem olacak eve girmeyin’ demiyoruz. İzmir’den endişemiz var. Neden? Canlı faylar var. Canlı fay demek; günün birinde tekerrür periyodu doğduğunda harekete geçip deprem üretebilir. Bu faylar özellikle çevrede olan faylarla tetiklenebilir, stresleri artmış olabilir. Daha önce Sisam’da olan depremde, bu fayların önemli bir kısmı yüklendi. Kendileri zaten bir stres, zaman geçtikçe yüklüyorlar. Bir de çevredeki depremlerden stres geldiği zaman yüklüyorlar. Artık fay-deprem tartışmasını bırakalım, İzmir gerçek anlamıyla deprem kenti. Çok az kentte bu kadar az aktif fay sistemi var, bunlar bugün olmazsa yarın, elbet deprem yaratacak. O zaman üzüleceğiz. Sisam depreminde 70-80 kilometre mesafede 117 kişi öldü, burayı deprem dirençli yapmak lazım” ifadelerini kullandı.

Doğru bir iş yapıyor

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından kentte gerçekleştirilen mikro-bölgeleme çalışmasının çok doğru bir iş olduğunun altını çizen Prof. Dr. Görür, şöyle konuştu: “İzmir Belediyesi şu anda mikro bölgeleme çalışması yapıyor. Bu çalışmadan sonra onun ışığı altında İzmir, deprem dirençli hale getirilmelidir. Mikro bölgeleme çalışması demek bir kentin doğasını bütün ayrıntılarıyla bilip, yönetim ile doğa verilerini iç içe geçirip kenti öyle yönetmektedir. İzmir’in doğasını, jeolojisini, jeofiziğini, topoğrafyasını bilmezseniz o kenti yönetemez, mekan planlamasını yapamazsınız. Bu mikro bölgeleme çalışmasını yapmadan; hangi faylar var, deprem üretme periyodu ve kapasitesi nedir, yineleme periyodu nedir, üretirse nereleri nasıl etkiler, bunu bilemezsiniz. Bu ayrıntıları bilmeden kenti planlayamazsınız.”

Halk olarak zorlayın

İzmirlilere çağrıda bulunan Prof. Dr. Görür, “İzmir’de yapılacak iş belli… Mikro bölgeleme çalışmasından sonra evlerinizi muayene ettirin.1999 sonrasındaki yeni yönetmeliklere göre, kaçak olmadan, doğru mühendislik hizmeti almış, zemin etütleri yapılmışsa, o binalar çökmez, sizi öldürmez, depremde içinden sağ çıkmasına müsaade eder. İzmir’deki belediyeyi zorlayın, üniversiteleri halk olarak zorlayın, evlerini muayene ettirin. Parası olmayana da devlet el atsın veya belediye bedava yapsın. Muayene ettirirseniz evinizin depremdeki davranışlarını görebilirsiniz, Güçlendirmeyle zafiyet gideriliyorsa güçlendirme yaptırın, eğer olmuyorsa deprem odaklı kentsel dönüşüme girmek için hükümeti zorlayın, talep edin” dedi.

43 milyonluk yardım

Acıları paylaşmak ve depremin yarattığı ağır yıkımın etkilerini hafifletmek için büyük bir dayanışma anlayışıyla çalıştıklarını belirten İZTO Başkanı Mahmut Özgener, “İzmir’in tüm kardeş kurum ve kuruluşları olarak depremin olduğu sabah çok hızlı bir organizasyonla bir araya geldik. Odamız, Ege Bölgesi Sanayi Odası, İzmir Ticaret Borsası, Ege İhracatçı Birlikleri başta olmak üzere 36 kurum koordinasyonunda ve İzmir Valiliği izniyle “İzmir Yardıma Koşuyor” nakdi ve ayni bağış kampanyasını başlattık. Depremden sadece 15 saat sonra başlattığımız “İzmir Yardıma Koşuyor” Kampanyamıza üyelerimiz ve vatandaşlarımızın destekleriyle şu ana kadar 43 milyon 422 bin 259 TL bağış topladık” diye konuştu.

16138993-5966-413b-b818-df924e1af03e

Değişime uğramalıydı

Deprem sürecine yönelik eleştirilerde bulunan Özgener, şu ifadeleri kullandı: “1999 yılından itibaren birçok akademisyenimiz bize tehlikeleri anlattı. Neler olabileceğini ayrıntılı bir şekilde aktardı. 30 Ekim 2020 İzmir depremi yapılan tüm uyarılara rağmen yerimizde saydığımızı gösterirken, Cumhuriyetimizin yüzüncü yılının ilk günlerinde anladık ki, maalesef dersleri iyi alamamışız. Ülke olarak en büyük sorunlarımızdan biri uzun vadeli plan yapamamamız. Deprem ve diğer felaketlerle ilgili alınacak önlemler 5-10-20-50 yıllık olmalıydı... Mimari geleneklerimiz, kent kültürümüz, plan ve proje alışkanlıklarımız baştan aşağı değişime uğramalıydı. Bunu yapamadık. Önceliklerimizi yanlış belirledik, başka gündemlerin içinde kaybolduk. Şimdi yine dersler çıkarmak zorunda olduğumuz bir felaketle karşı karşıyayız. Bilim insanlarımızın anlattıklarına göre yeni felaketler de pek uzak değil. İki büyük felaket, doğanın bizlere "Artık dönüşün, yeni acılar yaşamamak için değişin" uyarısı...Bu dönüşümü nasıl gerçekleştireceğimizin sırrı ise bilimde, teknolojide… Bilim, hayatımızın her alanına ışık tuttuğu gibi, bu alanda da her zaman en önemli yol göstericimiz olmalı. Ortaya koyacağımız projeleri verilere dayandırarak aklın ve bilimin liderliğinde oluşturmalıyız.”

Afet Bakanlığı kurulmalı

Deprem faciasına ilişkin değerlendirmelerde bulunan EBSO Başkanı Ender Yorgancılar, acilen Afet Bakanlığı kurulması gerektiğini söyledi. Yorgancılar, “Bilim, liyakat, vicdan, ahlak, denetim eksikliği bize bunları yaşatmıştır. Çok büyük yangın, sel felaketlerinde, depremlerde de görmekteyiz ki, ülkemizde bir Afet Bakanlığına acilen ihtiyaç vardır. Depremzedelerimizin barınma sorunu yaşadığı ve yaşayacağı en az 1-2 yıl yabancılara ev satışının yasaklanmasının da gerekliliğine inanıyorum. Ayrıca, enkaz atıklarının da alternatif hammaddeye dönüştürülmesi yönünde toplanmasının da altını çizmek isterim.  Bu acı bizleri yeniden kenetlenmeye, yeniden Cumhuriyetimizin değerlerine sahip çıkmaya ve yeniden akıl ve bilim yolunda büyük bir fedakarlıkla mücadeleye ihtiyacımız olduğunu göstermiştir. Hatalarımızdan ders çıkarma, eksiklerimizi kabul etme erdemliliğini gösterip, işi kılıfına uydurarak değil de artık işi olması gerektiği gibi uzmanları ile birlikte yapalım” diye konuştu.

Önerileri sıraladı

Süreçte, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’ne (TOBB) ilettikleri önerilerden bazılarını aktaran Yorgancılar, “Mecliste teklif olarak sunulan imar barışının tekrar uygulanmasına müsaade edilmemesi. Faaliyetleri iptal edilen yapı denetim firmalarının, deprem riski taşıyan illerde onay verdiği inşaatların incelenmesinin sağlanması. Yıkılan binalarda sorumluluğu olan herkesin tutuklanması. KOSGEB’in bölgeye özel destek kredisi açması, hibe programları oluşturması, destek programları projelerinin sürelerinin 6 ay uzatılması. Kurumsal kredi taksitleri ve ödemelerinin 6 ay ötelenmesi. Dönemsel olarak verilen vergi beyannamelerinin ileri bir tarihe ötelenmesi. 10 vilayete yönelik acilen yıllık ve ardından 5 yıllık altyapı ve yatırım destek fonu oluşturulması. İşlerini kaybetmiş çalışanlar ile işletmesini/ürününü tamamen kaybetmiş olanların her türlü vergi, sigorta primi, elektrik, gaz, su vb. borçlarının tamamının silinmesi…” açıklamalarında bulundu.

99c45f7e-f92e-43bc-bc19-61c0da3e8887

Ders alma zamanı

Konuşmasında İzmir özelinde de mesajlar veren Yorgancılar, “İzmir’de bulunan fay hatları ve risklerimiz malumlarınız. İmar Barışı kapsamında değerlendirilmiş olan yapılar için Yapı Kayıt Belgesi alan illerin başında geliyoruz. Bu da durumun vahametini göstermektedir. Artık, acılardan ders alma zamanıdır” dedi.

İzmir depremi uyarıydı

2020 yılında İzmir’de yaşanan depremi hatırlatan İTB Başkanı Işınsu Kestelli, “Aslında merkez üssü İzmir olmayan ama özellikle Bayraklı’da, uygun olmayan zeminde, gerekli şartlara sahip olmayan binalar nedeniyle 117 can kaybına neden olan o deprem bize bazı şeyleri hatırlatmıştı; ‘Deprem değil çürük binalar öldürür’ cümlesinin ne kadar doğru olduğunu bir kez daha idrak etmiştik. Binaların altındaki iş yerlerini genişletmek adına kesilen kolonların kaç hayata mal olduğunu yaşayarak görmüştük. Anlamak isteyenler için İzmir depremi bir uyarıydı. Ama 11 ilimizde yıkıma neden olan Kahramanmaraş ve ardından gelen Hatay depremleri, uyarının yeterince dikkate alınmadığını da bizlere gösterdi” ifadelerini kullandı.

9e35be0d-d4e2-4abd-b271-2e9a0ed448d9

Hayati öneme sahip

Yıkıcı deprem fırtınasının ekonomiye olan etkisinin göz ardı edilmemesi gerektiğini vurgulayan Kestelli şöyle konuştu: “Bölge, ülkemizin tarım, gıda, içecek ihracatında yüzde 24’lük bir paya sahip. Toplam ihracattan aldığı pay ise yüzde 9... Toplam tarım alanlarımızın yüzde 17’sine sahip olan deprem yaşanan illerimiz tarımsal milli gelirden de yüzde 15 pay alıyor.  Pamuğun yüzde 73’ü, narenciyenin yüzde 60’ı, buğdayın yüzde 18’i, mısırın yüzde 32’si, tütünün yüzde 31’i, kuru kayısının hemen hemen tamamı, antep fıstığının yüzde 75’i, zeytinin yüzde 17’si bölgedeki 11 ilimizde üretiliyor. Tekstil üretiminde de yüzde 40’ı aşan bir paya sahip. Dolayısıyla tarım, tekstil gibi sektörler için çok acil ve çözüm üreten, kalıcı önlemlere ihtiyaç var. Bu önlemler bölge halkının topraklarını terk etmemesi, ekonomik faaliyetlerin, kısacası yaşamın canlanması açısından da hayati öneme sahip. Hayati olan bir diğer konu, hatta en önemli konu ise çocuklarımız… Depremde ailelerini, yakınlarını kaybeden çocuklarımızın mutlaka ama mutlaka devlet korumasına alınması gerekiyor. Devlet, en yüksek koruma hizmetlerinden çocukların yararlandırılmalarını sağlamakla mükelleftir.”

Editör: Duygu Kaya