Özel, Halk TV'de canlı yayınında soruları yanıtladı. Partisinin 39'uncu Olağan Kurultayı sonrasında kendisini arayarak tebrik eden siyasilere teşekkür eden Özel, "Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dan arama geldi mi?" sorusuna, "AK Parti'den geçmişte siyaset yaptığımız arkadaşlarımız, yöneticiler, değerli yöneticiler aradılar ama Sayın Erdoğan'dan yok. Aslında onun geleneğinde böyle bir şey yok. İlk seçildiğimde de aramamıştı. Devlet Bey ile sıcak bir görüşme geçti. İçeriğiyle ilgili bir şey söyleyemem ama Devlet Bey hem kurultayla hem de benimle ilgili güzel mesajlar verdi, sağ olsun. Biz de karşılıklı iyi dileklerde bulunduk. Siyasi değil, nezaket içerikli bir görüşme oldu" yanıtını verdi.

Özel, konuşmasında şunları söyledi:

"CHP'NİN DEDİĞİ OLDUĞU OLMASIN' DİYE RET VERDİLERSE HEMEN HAFTAYA ÖNERGELERİNİ VERSİNLER"

"Şimdi iki ihtimal var. Ben bunu açıkça da ifade ettim ve buna muhataplarımızdan cevap da bekliyorum. Birinci ihtimal, önergeyi biz verdik de 'CHP'nin dediği olduğu olmasın' diye ret verdilerse hemen haftaya önergelerini versinler. Biz onların önergesine kabul vereceğiz. Kanun teklifini getirsinler. Hatta görüşülmekte olan yasalardan, torbalardan birine bu akşam, yarın akşam bir madde ilave etsinler. 'Evet' diyelim, geçelim. Yok, öyle değilse durum çok vahim. Çünkü yazın demişlerdi ki, hatta Devlet Bey benim ismimi anarak, 'Özgür Özel böyle böyle bir şey söylüyor, bu isabetli bir yaklaşımdır' deyip, 'Bu iddialar ortaya atılmalı, adalet milletin önünde gerçekleşmeli' falan diyerek; suçun da iddianın da ispatın da orada olmasına yönelik bir açıklamada bulundu. Biraz da tonu, hani 'millet suçluları görsün' tonu idi, onu da kabul edelim. Kuvvetli bir iddianame beklediği belliydi yani. 'Madem öyle diyorlar, hadi bakalım' falan diyordu. Sonra Sayın Erdoğan da 'Devlet Bey böyle dediyse uygundur' falan dedi. Şimdi ikisi birden 'hayır' diyorlar.

"EN ÇARPICI İDDİALAR BOMBOŞ ÇIKTI"

Biz önerge verdik diyeyse kendi önergeleri hemen gelsin. Ama değilse, o zaman şu: İddianamenin bekledikleri gibi çıkmadığını, arkadaşlarımızın masumiyetinin iddianameyle ispatlandığını, somut delillerin olmadığını, 'somut' denen delillerin yeterince somut olmadığını ama beklenen o güçlü iddiaların bir ahtapot gibi bütün Türkiye’yi sarmış, kolları bir rüşvet ve işte şey çarkı falan nerede, nerede olduğunu sorguluyoruz. Ve en çarpıcı iddialar, en çarpıcı iddialar bomboş çıktı.

Buradan bir kez daha hatırlatmak isterim; örneğin Gaziosmanpaşa Belediyesi’nden görüntüleri TRT altına kıpkırmızı bir şey çıktı: 'Gaziosmanpaşa’da gizli kasaya ulaşıldı'. Ben de izliyorum. Kasa açıldı, kasanın içinden çıkar çıkar bitmiyor dolarlar. Döndüm, yanımda Şevket vardı, basın danışmanımız. 'Gaziosmanpaşa Belediyesi arama tutanağını isteyin avukatlardan.' Belediye başkanının masasının arkasında bir gizli kasa, içinden milyonlarca dolar çıkıyor. O görüntüler doğru olsa Bodrum’dakinden farklı olmaz, Manavgat’takinden farklı olmaz. Gaziosmanpaşa’da derim ki 'ilişiği kesilmiştir.' Çünkü biz suçluyu falan savunmuyoruz; biz iftiraya karşı hakikati savunuyoruz. 'Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı’nın odasındaki gizli kasadan dolarlar çıkıyor' dediler. Arama tutanağı geldi, bir not: 'Bu gizli kasa neymiş?' dedim. Gaziosmanpaşa Belediyesi AK Parti’den alınmış, AK Parti döneminin gizli kasasıymış. Koca kasa. Arama tutanağında belediyeye ait mühür, teslimatın alındığı güne ait evrakların, hani mali durum falan saklandığı hard disk… Daha doğrusu bu dijital disk, devir teslimde verilmiş. 'Mali durumumuz budur, bu da mühürdür.' Peki dedim, bu görüntüler ne? Arayın TRT’yi. TRT dedi ki 'Anadolu Ajansı’ndan geldi.' Anadolu Ajansı’nı aradık. 'Gaziosmanpaşa’nın canlı arama görüntüleri elimizde olmadığı için biz stok video kullandık. Daha önceden stok video, yani bir kasadan para çıkma görüntüleri.' Şimdi bunun yapıldığı bir soruşturmadayız. Devletin televizyonu, devletin ajansı; Atatürk’ün, cepheden doğru haber versin diye kurdurduğu ajans; devletimizin kamu yayıncılığı yapsın, güvenilir, kanuna ve ahlaka bağlı, kamuyu bilgilendirsin diye kurduğu televizyon…"

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, "İddianame bir çıksın, bir aya kadar birbirlerinin yüzüne bakamayacaklar" dediğini belirten Özel, "8 ay sonra iddianame… Konuşan bir tane AK Partili yok, AK Parti yerine gazeteciler var" dedi.

Özdağ erken seçim için tarih verdi
Özdağ erken seçim için tarih verdi
İçeriği Görüntüle

Özel, "bin 200 cep telefonunun İBB tarafından satın alınıp CHP delegelerine dağıtıldığı, parkenin altından 2 milyon avro çıktığı" yönündeki iddiaların ispatlanamadığını ifade ederek, "Şimdi arkadaşlara soruyoruz; video oynatıyoruz, 'Hani bunlar?' Birisi 'Ben öyle duymuştum, her duyum doğru çıkacak diye bir şey yok' diyor. Öbürü de diyor ki, 'İnsanlar bazen yalan söyler.' Yalan söyleme hakkı gibi bir şey savunuyor yani. Olur mu ama? Bunlarla insanlar içeride" diye konuştu.

"EKREM BAŞKAN ŞU ANDA MİLLETİN ADAYIDIR"

Ekrem Başkan ne Özgür Özel’in ne CHP’nin adayıdır; şu anda milletin adayıdır. Bir partinin genel başkanı, talep ettiği takdirde doğal olarak o partinin adayıdır. Ben kendi adıma bu hakkı kullanmayacağımı söyledim. Partinin yetkili organları aday belirler. Bunu daha geniş bir yetkiyle kullanacağımızı söyledik. Ön seçim dedik. Ön seçimin gününe tutuklama yaptılar, mahkeme koydular. 15,5 milyon insan geldi oy verdi. Şimdi bu milletin adayı dururken, ikide bir başka başka tartışmalar çıkarılıyor. Efendim, işte 'Siz aday olacak mısınız? Ekrem Bey olmazsa aday Mansur Bey mi?' Yok efendim köşe yazarlarından notlar gidiyor. AK Parti iletişim ekibinden, hatta Cumhurbaşkanlığı iletişim ekibinden. Biz onlara erişiyoruz ve söylüyoruz, inkar da etmiyorlar. 'Efendim, bu hafta yoğun bir şekilde şey yazılsın: 'Özgür Özel, İmamoğlu'nu tasfiye etti, şimdi Mansur Yavaş’ı tasfiye edecek, kendi aday olacak.' Bilmem ne… Buradan benimle Ekrem Başkan, Ekrem Başkan’la ben; benimle Mansur Başkan, Mansur Başkan’la Ekrem Başkan arasında sanki kendi partilerinde olan saray oyunları bizde varmış gibi bir algı oluşturulmak isteniyor. Ya Ekrem Başkan tutuklandığı gün, Mansur Başkan dedi ki, 'Bu hal değişene kadar ben bütün gücümle arkasındayım.' Asla böyle bir şey yok. Zaten başta gitti, ön seçimde kendisi oy kullandı.

Şimdi ben, bu süreçte sarayın yönlendirmesiyle bana güzellemeler yapanların ya da Ekrem Başkan’a, Mansur Başkan’a güzellemeler yapanların yapmaya çalıştığı şeyin belli olduğunu söylüyorum. Bizde bir adaylık tartışması başlatacaklar. O yüzden adayımız da A, B, Z planımız da Ekrem İmamoğlu. Bunu net olarak söylüyoruz. Onun dışında da işimize bakıyoruz. Mansur Başkan ise her zaman olduğu gibi görevine odaklı; en iyi hizmeti yapmak ve bir yandan da milletin gönlündeki yeri korumak, o noktayı yüceltmek. Buna kimse engel olamaz. Benim de görevim, partimi hem seçime hazırlamak seçim güvenliği açısından tüzüğümü değiştirmişim, değiştirmişiz; programımızı değiştirmişiz. Şimdi Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi'yle bu programı bir hükümet programına çevireceğiz. Buradan politika notları çıkacak.

"BU KADAR ÇOK KONUŞMAK İSTİYORSA, KONUŞTURMAMAKTA MİLLİ MENFAAT VARDIR"

2 bin kişilik en az ama gönüllülerle 2 milyon kişilik bir ekiple ve üyeyle, gönüllülerle, 15,5 milyonun bir kısmını mobilize edip 'Geleceğim, çalışmak istiyorum' diyen gençlerle tarihin görülmüş en büyük seçim ordusunu kurup her birini Cumhurbaşkanı adayı yapıp, her birine doğru bilgiyi, nerede üstleneceğini de kendisinden de sorup… Örneğin gidip işçiye sendikalaşma hakkını, CHP iktidarında bunun karşılığını bulacağını işçi duraklarında, işçileri servisleriyle iş yerine uğurlarken mi, fabrika önünde mi anlatmak istiyor; yoksa dili tarıma dönük, köylerde gidip tarım politikasını mı anlatmak istiyor; ev hanımlarını evlerinde kapısını çalıp bir kahve içmeye, bir çay içmeye, elinde pişmiş kahvesiyle bir ziyarete gidip onlara ev hanımlarının nasıl sigortalı olacağını ya da temel vatandaşlık gelirini mi anlatmak istiyor... Bu gibi bir büyük propaganda ordusuyla birlikte Türkiye’nin, belki dünya siyaset tarihinin en renkli, en güçlü, en kalabalık kampanyasını yapmak. Aday A da, B de, Z de Ekrem İmamoğlu diyoruz. Harf bitti, bir şey yap. O gün geldiğinde yapılır. O güne kadar aday tartışmasının partiye bir faydası yok. Herkes şunu bilmeli: Zaten bir meseleyi yandaş köşe yazarları bu kadar çok konuşmak istiyorsa, o meseleyi konuşturmamakta milli menfaat vardır. Partinin de, milletin de menfaati ortaktır.

"ERDOĞAN ZATEN KENDİ SÖZ VE EYLEMLERİYLE ASLINDA YARGIYA MÜDAHALE NOKTASINDA SUÇÜSTÜ DURUMUNDADIR"

Erdoğan zaten kendi söz ve eylemleriyle aslında yargıya müdahale noktasında suçüstü durumundadır. Zaten bir ülke düşünün ki hâkimler, savcılar mezun oluyorlar; onların hepsini birden saraya götürüyorsunuz ve sarayda onlara yürütmenin başı konuşma yapıyor. Yürütmenin başı, gencecik hâkimlere, savcılara ya da kamu görevini adalet ve hakkaniyetle yapması gereken gencecik kaymakamlara, kaymakam adaylarına siyasi siyasi konuşmalar yapıyor; ana muhalefete laflar ediyor; işte bugün adını olumlu bir şekilde andıkları Sayın Genel Başkanımıza hakaretler ediyorlardı o zamanlar falan, olur olmaz şeyler… O yüzden zaten Tayyip Bey hani bir yargı bağımsızlığı değil, kuvvetler birliği olmasını, onun da kendine bağlı olmasını içselleştirmiş; bir tek dilinde var 'yargı bağımsızdır' falan lafları. Tayyip Bey 'Turbun büyüğü heybede' dediği gün, sonradan çıldıran gizli tanık ifadesinde Ekrem Başkan hakkında tutuklanmasına gerekçe olan iftiraları atmıştı. Sonra o çıldırıp intihara kalkışan, 7. kata girişi yasaklanan, apar topar dışarı atılan gizli tanığın söylediği tüm ifadeleri, İlke adında yeni bir gizli tanığa söylettiriyorlar.

Ekrem Başkan tutuklanırken avukatlarına, kendisine 'Bakın, Çınar sizin hakkınızda neler diyor?' deyip, 'İşte filancayla filanca yerde görüşmüşsünüz, filancadan şu kadar şey istemişsiniz, onu şuna vermesini söylemişsiniz' türü… 'Yok mu orada? Kimden almışım? Aldıysam o para ne olmuş?' Yalan falan beyanlara, gizli tanık beyanlarına dayanılıyor. Anayasa Mahkemesi’nin kararı var; tek başına gizli tanık beyanı tutuklama veya cezalandırma gerekçesi olamaz diye. Buna uymuyorlar. Hatta Akın Gürlek kendisi söylüyor şey diye: 'Sadece beyanla tuttuğumuz yok, varsa çıkarın.' diyor. Hemen 40 tane söyledik, birini bile çıkarmadılar. Sabah açıklamalarında, HSK’nın yasaklarına rağmen 'suç örgütü' diyerek, 'şüpheli' demeyerek, 'suç örgütü lideri' diyerek… HSK’nın 'Bir açıklama yapacaksan kamuoyunu bilgilendirmek için dar kapsamlı, yönlendirici olmayan, somut bilgiye dayalı ve yapılacak yargılamada etkileyici olmayacak.' diyen kararlarına rağmen bunları yapıyor. Çünkü onun artık iddianameden okuyup bir karar vermesi, soru sorması lazım. Açıklamaları yapan o, ikide bir basın toplantısı düzenleyen o.

Bizim hakkımızda davalar açıldı, yargılamalar yapıldı; parti kapatmayla, partinin kurultayının iptaliyle ilgili zorlu günler geçti. Bir sürü kişi ifadeye çağrıldı. Ama İstanbul’daki gibi bir muameleye muhatap olmadığımız için hangisine bir laf etmişim, hangisine laf etmişiz? İzmir’de arkadaşlarımız yargılanıyor. İlk gün dedim ki, 'İstanbul ekolünde bir partizanlığın parçası olunursa aynı muameleyi yapalım; tarafsız bir yargılamaya yönelik izlenim olursa gelir duruşmayı izlerim.' Gittim duruşmayı, gayet sessiz sakin; oraya saygılı, orada saygı gördük, izledik, ayrıldık. 100 tutuklu vardı. Tensip zaptıyla birlikte yüzünün birçoğu bırakıldı; 10 tutuklu, 7 tutuklu, 4 tutuklu, 3 tutuklu, 2 tutuklu… Arkadaşlarımız haftaya da şey var. Ben İzmir’in bu başsavcılarını ben atamıyorum; Ankara’nın, Antalya’nın, Manavgat’taki karı koca, AK Parti’ye belediye kazandırmaya çalışanları ayrı geçiyorum. Veya herhangi bir şehrin başsavcısına ne laf etmişiz biz? Hiç ağzımızı açmayız. Ben bugün yüksek yargı ziyaretlerini tamamladım.

"ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARININ BAĞLAYICILIĞI VE HERKESİN ANAYASA SINIRLARINDA ÇALIŞMASINI İSTİYORUZ"

Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, en son bugün Uyuşmazlık Mahkemesi… Sadece adalet, sadece yargı hakkı, bağımsızlığı; yargının kararlarına herkesin uyması; Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı ve herkesin anayasa sınırlarında çalışmasını istiyoruz biz. Ama sen oraya bir, ilk önce bütün siyasi davaları gördürdüğünüz ben o zaman söylemiştim, hatta tazminat da ödedim; hatta Akın Gürlek bir adli yıl açılışında bana o tazminatı da hatırlatmıştı 'Seyyar Giyotin' demiştim. Mahkeme mahkeme gezdiriyorlardı ve bütün kararları ona aldırttılar. Canan Kaftancıoğlu’nun kararını da o aldı, Selahattin Demirtaş’ı da o aldı, Sırrı Süreyya Önder’i de o aldı, Selçuk Kozağaçlı’yı da o aldı. Grup Yorum’u da ona yaptırdılar. Aklınıza gelebilecek her türlü haksız siyasi davada kararları o aldı. Sonra ödülü aldı, geldi bakan yardımcısı oldu. Bakan yardımcılığı Tayyip Bey’in tanımlamasıyla söylüyorum eskiden bakanlar siyasiydi, müsteşarları teknikti; şimdi bakanlar teknik, yardımcıları siyasi. Siyasi bir makama geldi. Sonra bu operasyonu yapmak için özel görevle 2 Ekim tarihinde atandı, 9 Ekim tarihinde göreve başladı. 30 Ekim’de Esenyurt’ta kayyum atanması sonucunu doğuracak Ahmet Özer tutuklamasıyla başladı; 9 Ekim–30 Ekim arasında ve devamında… Telefon çalıyor Beylikdüzü’nde, açıyor: 'Buyurun?' 'Ben başsavcılıktan arıyorum'. Zaten millet korkuyor, dolandırıcı mıdır, bilmem ne midir… 'Gelin, bir şey soracağız.' 'Ne soracaksınız?' 20 yıl önce Ekrem İmamoğlu’ndan, kendisinden, babasından, şirketinden daire almışım. Parayı resmî şu kadar vermişim, açıktan da vermişimdir… Şimdi Türkiye’nin böyle bir realitesi var mı? O mahallede bir ayıp var; resmi gerçek fiyatından satış yapıldığı takdirde öbürlerine de vergi çıkıyor diye 'Şu kadarını da açıktan istiyoruz, yoksa satmıyoruz daireyi' falan… Bu tip bir şeyden açıktan para verilmesini yakalayıp onu başka bir şeye yoracak, başka bir şeyde kullanacaklar. Yok diyorlar; Ekrem Başkan’ın kendi ifadesidir: 'Siyasete girdiğimiz andan itibaren milimetrik şaşmadan her şey resmidir, açığımız maçığımız yoktur.' 15 yıl önce Ekrem Başkan’dan daire almış bilmem ne… Ekrem Başkan ve babası 2 bin 500 daire yapmışlar ve satmışlar bu görevlere gelene kadar veya işte bugünlere kadar. Yüzde 10’u dairesi kalsa ki bu müteahhit için de düşük sayılır, bilmiyorum 250 dairesi olur zaten.

"EKREM BAŞKAN’IN HELAL YOLDAN KAZANILMIŞ PARASINI YEMEYE MECALİ YOK"

Ekrem Başkan’ın helal yoldan kazanılmış parasını yemeye mecali yok ve ne kadar yardımsever bir aile olduğunu herkes biliyor. Bunlar 'Oradan şunu mu aldınız, buradan bunu mu aldınız?' falan diye iftiralarla bizi uğraştırıyorlar. Net bir şey söylüyorum, çok net bir şey söylüyorum: Büyük bir kötü niyetle üzerimize doğru geldiklerini ve herkeste bir şey yakalayıp oradan bir iftira kurgulamak üzere hazırlandıklarını biz gördük, yaşadık, biliyoruz. Ben buna Özgür Özel olarak adım kadar emin olmasam bu işin bu kadar arkasında durmam. Ama burada bir de tarihi bir sorumluluk var. Sonuçta burası baba ocağı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu parti. Bu partide biz aday yapmışız, göreve getirmişiz; arkadaşlarımızı koymuşuz, belediye meclis üyeleri koymuşuz. Bu arkadaşlar seçim kazanmışlar. Bu arkadaşlar büyükşehirlerde ikinci kez aday olmuşlar, kazanmışlar; ilk kez koymuşuz, anketlerin ötesinde oy almışlar. Hepsinin ötesinde memnuniyet oranları var. Bir bakıyorsunuz CHP yerel yönetimlerdeki başarıyla milletin gönlüne de gözüne de girmiş, iktidara yürüyoruz. Bu yürüyüşü kesmek için bu iş yapılıyor. İçeriye atılan kim varsa onlar, onların aileleri benim ailemdir. Çünkü bu yürüyüşü kesmek, AK Parti’nin kara düzenine, o çarka çomak soktuk diye bizim bu arkadaşlarımız içeri atıldı.

"EKREM’İ GERİDE BIRAKINCA BİZE UMUT BAĞLAYAN TÜRKİYE’DEKİ BÜTÜN YOKSULLARI DA GERİDE BIRAKMIŞ OLURUM"

Yoksa kendisine emanet ettiğimiz kamu görevini kendi zenginleşmesi için kullanan birisi varsa Allah onun bin kere belasını versin; arkasında duran da namussuzdur. Ama bizim pozisyonumuz başka. AK Parti’nin kara düzenine çomak soktuk diye bu insanlara bu yapılıyorsa, o insanların haysiyeti, namusu genel başkana emanettir. 'Efendim, sen bırak bunları, bunları tepelesinler, sen git kendin bu tarafa bak; hatta işte adaylığını koy cumhurbaşkanı ol…' Millet kendi ailesine sahip çıkmayana kendi ailesini emanet etmez. Milletin gözü önünde oluyor. Millet, bu kadar haksızlığa karşı susan, dilsiz şeytana Türkiye adına bir görev vermez; onun dilinden çıkan diğer lafa cevap vermez. Bu millet sahicilik ister. O yüzden hiç öyle kimse kimseye 'Ekrem’i bırak, kendi yoluna bak' falan demesin. Ben Ekrem’i bırakınca kendi haysiyetimi, kendi onurumu; ben Ekrem’i geride bırakınca bize umut bağlayan Türkiye’deki bütün yoksulları da geride bırakmış olurum. Çünkü bugün arkadaşını satan, bugün belediye başkanını satan, bugün adayının arkasında durmayan, yarın gariban işçinin, emeklinin, emekçinin mi arkasında duracak? O zaman bir başka teklifle de onları satar. Öyle bir şey yok yani. O yüzden kimse bizden öyle böyle bir yalpa beklemesin. Biz bu ülkede iktidarı değiştirmeye, bu düzeni değiştirmeye talibiz.

STOCKHOLM SENDROMU VE ELİTİST TARTIŞMALARINA YANIT VERDİ

Bin odalı sarayda oturan adam bize 'elitist' diyor. Dünyada 10 tane limuzin Mercedes var. Bunları Merkel üretti. Bir tanesini Birleşik Arap Emirlikleri’ne, birini Katar’a, birini Suudi Arabistan’a falan, iki tanesini de bize sattı. Dünyanın en pahalı limuzinine binen adam, bana 'elitist' diyor. Bin odalı saray burada. Muğla’nın en güzel koyunda yazlık saray… Kışlık saray Ahlat’ta. Uçan saraylar Katar’dan. Bunlara binen, bir de yüzen sarayı var. Bunların hepsinden birden istifade eden, hepsini her türlü kullanan, hiç çekinmeyen birisi bize 'elitist' diyor. Gidin bakalım, gidin Meclis’in bahçesine bakın. İktidar partisinin otoparkına bakın elitist arabalarını göreceksiniz. Bir bakın Halk Partisi’nin kullandığı arabalara, Halk Partililerin kullandığı arabalara bakın. 11 sene Renault Latitude’e bindim ben. Gülüyordu arkadaşlar; 11 sene milletvekilliğinde… 2011 yılında milletvekili oldum. 2012 yılında az kilometreli, elden düşme bir Renault Latitude aldım. Ondan sonra da, işte şimdi kendime ait bir aracım var; markasını söylemeyeyim şimdi ama… Diyeceğim şu; yani millet, kimin elitist, kimin böyle hani bir yüzükle başlayıp da buralara kadar geldiğini, kimin ne noktada olduğunu biliyor. Benim Erdoğan’a önerim var: Siyasi Ahlak Yasası’nı çıkaralım. Sayın Erdoğan’ın ve benim başta olmak üzere bütün milletvekillerinin, bütün belediye başkanlarının; mesela hem Mansur Yavaş’ın hem Mansur Yavaş’tan önce 'metal yorgunluğu'ndan istifa ettirilen arkadaşın da mal varlıklarına, birinci derece yakınlarının mal varlıklarına bir bakalım. Bir Mansur Yavaş’a, Mansur Yavaş’ın evlatlarına fokuslanalım; bir de dönelim Gökçek ailesine fokuslanalım. Bir gün çalışmadan edinilen servetlere bir bakalım. Televizyonlar nasıl olmuş? Villalar nasıl olmuş? Konutlar nasıl olmuş? O paralar o kadar nasıl olmuş, bakalım. Kim elitistmiş, kim biraz daha mütevazıymış, onu görelim.

CHP'nin kurultayından elbette aldığımız oydan ve anahtar listemizin tarihte ilk kez delinmeyen bir anahtar liste çıkarabilmiş olmasından büyük memnuniyet duyuyorum. Ama CHP kurultayı gündem belirledi. Kurultayda söylediğimiz o sözler… Ben o sözlere gerekli açıklamayı yaptım, konuştuk. Bir duyguya karşılık geldiği için bu kadar çok yankı buluyor. Ben onu açık açık söyledim, herkes açar okur. O kadar özenli bir metindir ki o… 19 Mart sonrası partimize Saraçhane’de ve genel merkezimizde ziyaret ederek, sahip çıkarak gelen, konuşan bütün muhalefet liderlerine teşekkür ediyorum. Dönüyorum; DEM Parti’nin eş başkanlarının tutulmasının da Zafer Partisi’nin genel başkanının hapiste tutulmasının da bize, bizim arkadaşlara yapılanın da aynı şey olduğunu söylüyorum. Ve diyorum ki: Hangi partiden olursa olsun kimse, işte dün 'Parti kapatılsın, kapatmıyorsa Anayasa Mahkemesi’nde kapatılsın' diyenlerin demokratlığını unutmasın. Ve devamında aynı cümlenin içinde de diyorum ki: Hangi partiden olursa olsun, tüm seçmenler de kimse celladına aşık olmasın. Ben burada DEM Parti’nin yönetimini hedef alır mıyım? Ya ben zaten muhalefetin muhalefete kavgasına itiraz eden, 'Muhalefete muhalefet etmek, iktidara kıyak çekmektir' lafının sahibiyim ben Meclis’te.

"BUNLAR 'TERÖRİST' DERKEN BEN DEM PARTİ İLE AÇIK İLİŞKİDEN BİR SANTİM GERİ GİTMEDİM"

Ben iki muhalefet partisi kavga ederken onların arasını bulmaya çalışıyorum. Ben gidip DEM Parti’nin yönetimine ne laf edeceğim ? Ama bir duyguya karşılık geldiği için, sahada çok ciddi bir duyguyu ifade ettiği için… Yani bu 'AK Parti ile MHP istedikleri zaman dövecekler, istedikleri zaman sövecekler, istedikleri zaman sevecekler; hep de bu arkadaşlar denklemin bir yerinde olacaklar' duygusu muhalif seçmende ciddi rahatsızlık yaratıyor. Biz ne çözüme ne barışa ne masaya ne komisyona karşı olduğumuzu yüz kere söyledik. DEM Parti’ye bunlar 'terörist' derken ben DEM Parti ile açık ilişkiden bir santim geri gitmedim. Çünkü 'Milletin oy verdiği, 6,5 milyon kişinin oy verdiği; Kürtlerin çok önemli bir kısmının oy verdiği bir partiyi nasıl yok sayabiliriz' dedim. O yüzden bir kere işin bu tarafında bizden yana bir kusur yok. Hatta yanıt da vermedim kendilerine. 'Üstlerine alınmışlar, canları sağ olsun' dedim. Onların bana ettikleri laflara da cevap vermedim.

Bize bu 'adaya gitmeme' meselesi üzerinden… DEM'in çevrelerinden, önceki yöneticilerinden, yazarından, çizerinden çok ağır laflar edildi. Onlar öyle yaptı; biz de bir kurultaydayız. Kurultayda yine de ben iki sayfa Kürt meselesiyle ilgili önemli şeyler söyledim. Bu meseleyi de tüm seçmenlere söylerken onu öyle bir üzerlerine çekip, onun üzerinden CHP'ye yüklenme aracı hâline getirdiler. Ben dedim, canları sağ olsun. Eş Genel Başkanların açıklamalarını da oradaki o mahallenin bu işi çok üstüne alınıp CHP’ye bir söz söylenmesi talebini tatmin yönünden anladım, algıladım. Ben de bir cevap vermedim artık. Çünkü kastım o değil. O olsa söylerim; niye çekineyim? Ama Cumhuriyet Halk Partisi’nin bir kurultayı, kurultayındaki birçok başlık bu kadar gündem oluyorsa bu iyi bir şeydir. Kimse bunda bir kötülük düşünmesin. Sadece siyaset yapıyoruz. Esastan siyaset yapıyoruz. Bir kurultayı kurultay gibi yapıyoruz; coşkusuyla, söylemiyle, sonucuyla, kadrosuyla. O yüzden ben fevkalade, kurultayın bütününden ve çıktılarından keyifliyim.

Şimdi, geçmişte böyle bir şey olurdu: Bütün Türkiye AK Parti’nin kurultayında Tayyip Bey’in söylediği bir sözü konuşur, konuşur, konuşur; ona yanıt verirdik, oh ne güzel… Ben kurultayımı yapmışım; günler sonra Tayyip Bey hala uğraşıyor, benim kurultayımdan kendisine bir ekmek çıkarmaya. O ekmek çıkmaz. Sen öyle süreçler yaşatacaksın ki Kürtlere; hem de öyle 100 yıl önce, 80 yıl önce falan değil, bugün, daha dün… Daha onların seçtikleri eş genel başkanları 9 yıldır içeride olacak. Sur olayları sırasında cenazelerini almak isteyen kadınların üzerine ateş açtıracaksın. 7 gün cenaze yerde kalacak. Milletvekilimiz Aysel Hanım’ın da annesinin cenazesinin gömüldüğü yere saldıracaklar, böyle bakacak senin İçişleri Bakanlığın… Neler neler yaşanacak. Sonra bugün bir anda her şey geçmiş gibi davranacaksın. Sonra sen gideceksin 80 yıl, 100 yıl geriye. Ben deyince 'CHP Cumhuriyet’in kurucu partisidir.' Hadi ya, o zaman 'Biz de oradaydık, tek parti vardı, hep birlikte kurduk, benim dedem de oradaydı' diyeceksin. Vatan kurtulurken dedeler beraber; Cumhuriyet kurulurken beraber; demokrasi gelirken beraber… Ondan sonra cellat deyince sadece bizim dedeler… Dönecek, gidecek oraya bakacak: 'Ne celladı ya, sen kime laf ediyorsun, kime laf ediyorsun?' Yani o yüzden bu ülkenin geçmişinden husumet çıkaracaksan, o husumetteki sorumluluğa da ortak olacaksın. Öyle tutup da CHP'ye 'Bütün iyilikleri birlikte yaptık, bir yerde kusur varsa tek başına CHP’nin sırtına vurur.' O konforlu siyaset geçerli değil. Tayyip Bey’e buradan ekmek çıkmaz."

Kaynak: ANKA