Anılarla ‘bazı’ kitaplarda yazılanlar neden örtüşmez? Acaba özellikle İzmir kent tarihinin 1830’lardan başlayan süreci 1940’lara kadar ‘doğru mu’ yazılmış? Adına ister ‘resmi’ tarih deyin isterseniz ‘okul kitaplarındaki tarih’ yazık ki, çoğu zaman ve yerde ‘yazan’ yapana sadık kalmamış! İddia ve ısrar ediyorum ki, bu böyle.
Sanki İzmir 15 Mayıs 1919’da ‘pat’ diye işgal edildi. 
Sanki İzmir 9 Eylül 1922’de ‘pat’ diye işgalden kurtuldu.
Sanki Cumhuriyet de 29 Ekim 1923’te ‘pat’ diye ilan edildi.
Öncelerinde bir şey olmadı, hep ‘kahramanlıklar’ ve ‘doğa üstü güçler’ sayesinde yaşandı ‘önemli’ olaylar. 
1830’lardan 1930’lara kadar her fenalığın, yangının, yağmanın, katliamın, işgalin, talanın ardında İngiltere olduğu halde, bizim “tarih yazıcılarımızın” sadece Yunanlarla, Ermenileri ve Rumları ‘düşman’ diye belletmesi normal mi? 
Ya da işgalden kurtuluşa ‘her şeyi’ sadece kıyılarda yaşanmış gibi göstermek, acaba ‘kimlerin’ işine yaradı? Bugün ‘arka sıralar’ dediğimiz ve hala da ‘arka sıra’ olan mahallelerde işgal ve kurtuluşun yansımaları neden ‘ders’ olmadı okullarda? 
15 Mayıs 1919 itibariyle İzmir’de, özellikle de geceleri ‘yaşananları’ nine ve dedelerimizden öğrendik ama öğretmenlerimizden duyamadık. İşgalde şehit olan ‘Hasan Tahsin Recep’ için heykel diktik ama Miralay Fethi Bey sadece ‘okul adı’ oldu.
Onun bile şehadet öyküsünü doğru düzgün bilmiyoruz. Yıllardır şu yangın meselesinde “Türkler yaktı, Ermeniler yaktı” falan diye hamaset konuşturuyoruz ama, işgalin ‘patronu’ İngiltere ile o zamanki yancısı ABD’ni hiç sorgulamıyoruz. Zamanın ABD İzmir Konsolosu Horton’un düşmanca anılarını okumadık, bilmiyoruz. İşgalin İzmir’deki en büyük destekçisi Metropolit Hırisostomos’un linç edilmesini ballandıra ballandıra anlatıyoruz da Mustafa Kemal’in Nutuk’ta sayfalarca hedef aldığı ‘Sakallı Nureddin’i’ masaya yatırmıyoruz?
İşgal günü, İngiliz istihbaratından dostları olan Türklerin kurtulduğunu, sonra da ‘milli kahraman’ kıyafeti giydiğine dikkat etmiyoruz. Ya da işgal sırasında İtalyan dostluğunu göklere çıkarıyoruz da nedenlerinin ‘ders olabileceğini’ varsaymıyoruz.
Birinci Dünya Savaşı sırasında ve hemen sonrasında İzmir’deki ‘bazı’ Levanten ailelerin, nasıl ‘ikili’ oynadığını, İngiliz ve Fransız ‘istihbaratına’ mekân olduklarını, İzmir’de ‘asayiş kalmadı’ raporlarını Londra’ya yollamak için, dağdaki eşkıyalarla ‘iş pişirdiklerini’ hiç tartışmıyoruz. 
İzmir yangınından sonra ‘organize getirilen’ grupların nasıl ‘abad olduklarını’ ve kadim İzmir kimliğinin 1950’lere kadar nasıl imha edildiğini konuşmuyoruz. 9 Eylül’den 9 Eylül’e bazı akademik papağanlıkları, sanki ‘yeni şeyler söyleniyormuş’ gibi dinleyip, elde bayrak ‘İzmir’in dağlarında çiçekler açar’ diye gün yaşıyoruz. Kimin nereye bayrak astığı merak konusu ama Halkapınar Şehitliği’nin bir kara rant gölgesinde kalması umurumuzda değil. 
1919 işgali, nedenleri ve gelişmesiyle sonucu tamamen eksiktir tarihimizde. 9 Eylül 1922 ve sonrası ise daha da eksiktir. Sürekli tekrarlananlarla da ne yazık ki 100’üncü yılın farkı yaşanamıyor. 
2022’nin ülke içi şartları o kadar tuhaf ki… 100’üncü yılda ‘olmayacak’ ne varsa yaşanıyor aslında. İzmir’in kurtuluşunu Anadolu’nun ‘kurtuluş’ sembolü olarak görmek istemeyen bir iktidar var mesela… 9 Eylül’ü tarihsel anlamında 15 Mayıs 1919 ile de karıştıran bir atanmış İzmir Valiliği. Üstelik İzmir valiliği 100’üncü yılda, 100 yıldır Afyon’dan getirilen ‘toprağı’ kabul ‘buyurmadı’. Ama ‘konu da olmadı’. 
Ya 13 Eylül 1922 tarihli ‘yangın’? O net olarak açık mı? Her şeyi biliyor muyuz? Yoksa ‘her şeyi’ bilmemizi 100 yıldır ‘engelleyen’ bir zihniyet mi var? Neden İzmir kent tarihinde ‘15 Mayıs 1919’ günüyle ‘9 Eylül 1922’ günü çok fazla ‘vurgulanmış’? Bu tarihlerin önceleri, sonraları neden hiç merak edilmemiş? Bu meraksızlık programlı olabilir mi acaba? İşgal ve kurtuluş mücadelesi on yıllardır hep aynı kaynaklardan anılarla söylene geliyor. Ama ayrıntılar? Benim gibi 4’üncü kuşak İzmirlilerin, hem de ‘Basmane’nin kuzeyinde’ yaşayanların anıları kitaplara doğru düzgün neden yansımamış? Yangından sonra neden İzmirlilerin ‘bazıları’ arasında ‘yangın yeri korkusu’ çıkmış? Yangın alanlarında kol gezen ‘eli silahlı başı külahlı’ gruplar kimlermiş? Yangından sonra kimler ‘hazine avına’ çıkmış da başkaları çıkmasın diye ‘yüze yerlerden destek’ görmüş? Kim kime nasıl yetki vermiş de mesela, sonraki kuşaklara ‘İzmir yangını’ sadece “Yunan kaçarken yaktı, sonra orası fuar oldu” diye anlatılmış? 
Ben size söyleyim mi… Söz konusu ‘İzmir’in son 200 yılı’ olduğunda, artık okuduğuma da inanmıyorum, sorgulama ihtiyacı duyuyorum. Çünkü 100’üncü yılda yaşadıklarımız bende sadece kaygı yarattı. Oysa sırada ‘Cumhuriyet’in 100’üncü yılı’ var. Öncesinde İktisat Kongresi, Lozan ve sonrasında Mübadele’nin de 100’üncü yılları geliyor. Sizce var mı bir heyecan ve hareket? 
Yok…
Yok çünkü sorun ‘kimlik’ sorunu… İzmir’in kimliğine yangın sonrası vurulan darbelere 100 yıldır tedavi yolu bulunamadı. 100’üncü yılda sorgulanması gereken, kimlik sorununu devam ettiren kent sermayesiydi de o da çoğumuz için ‘dokunulmaz’ sanıyorum. 
İzmir, 9 Eylül 1922’deki kurtuluşunun ilk şehitlerini bile ‘unutan’ bir kenttir bugün… İktidar da atadıkları da seçilmişler de ‘Halkapınar’daki yavrucakları’ bir an konu etmedi. Babası tarikat ehli diye, 15 Mayıs’ın onca mukaddes şehidinin içinde sadece Miralay Fethi Bey’i sembol çıkardı iktidar. İzmir’in sözde soyluları da sadece Hasan Tahsin’i kabul etmemişler miydi bir zamanlar? 
İzmir’in 100’üncü kurtuluş anlamının üzerinde tarihi gölgeler var. Bunların kalkması gerek diye düşünürken, tam da 100’üncü yılda hem de iktidar siyaset taraftarları yeni ve daha korkunç gölgeler düşürdü. 100’üncü yılda ‘yeni şeyler söylemek lazımdı’. Özellikle ‘seçilmişlerin’ herkesten fazla gayret göstermesi gerekiyordu. Meclisteki vekilden, mahalledeki muhtara kadar hepimizi 100’üncü yıl coşkusu sarmalıydı. Lakin anlıyorum ki ve belki de ‘100’üncü yıl’ nutukları atan bazıları, bir yandan da ‘gölgelerin’ oluşması için çalıştı. 
Garip ve en acı olan da bu.
‘Mayıstan eylüle, eylülden ekime türlü gölgeler’ derken işte bunları anlatmaya çalıştım. Umarım 200’üncü yılda gelecek kuşaklar tarihe daha objektif ve net analizler getireceklerdir. Bir gün mutlaka ama mutlaka 1919 – 1922 arası gerçek kahramanlarla, kahraman görünenler birbirinden ayrılacaktır.
 

Editör: Duygu Kaya