Güleser Yaren Karaaslan/ İz Gazete- İlk olarak, kitaplarla arkadaşlığınız nasıl başladı? Çocukluk çağınızdan beri iyi bir okur musunuz?

Yazmayı ve kitabı her zaman sevmişimdir. Yanımda kitap görmek istemişimdir, önümde beyaz bir sayfa, kalemler görmek istemişimdir.  Yaşamımda ne kadar geriye gidersem gideyim, gençlik, çocukluk,  gözümün önüne kitaplar, kağıtlar kalemler geliyor.

Tiyatro yazarlığı dışında öykü, roman ya da şiir dalında da çalışmalarınız var mı?

Ben tiyatro yazarlığı eğitmeni olarak Karşıyaka Belediyesi’nde 2000 senesinde ders vermeye başladım. Benim öğretmenlik senelerim öyle başladı. Gelen öğrenciler tiyatro yazarlığına çok isteyerek geliyorlardı.  Tiyatro yazarlığı ve senaryo yazarlığı öğretir misin diyorlardı.  Ben de elimden geldiğince onlara öğretmeye çalışıyordum fakat aralarda ‘hocam ben öykü yazmayı daha çok seviyorum gibi geldi‘ diyenler olunca  ‘sen de öykü yaz o zaman‘ diyordum. Onların öykülerini okuyarak öyküyle birbirimize yaklaştık, öykünün içine beni öğrencilerim çekti diyebilirim. Tabi bu çok uzun yıllar sürünce, öykü konusuna da yoğunlaştım.  Tiyatro yazarlığının yanı sıra öykü yazarlığı dersi de vermeye başladım. Bunun yanı sıra ben deneme yazmayı çok severim. “Yazarlığın De Hali” kitabıma da deneme ağırlıklı diyebiliriz.

Son yıllarda yazarlık atölyelerine ve yazarlığa ilgi arttı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok güzel bir soru. Ben, şöyle söyleyebilirim. Öğretmenlerin yani yazarlık atölyesi öğretmenlerinin gerçekten öğrencilerini çok seven, onları ileriye götürmek isteyen öğretmenler olmasını isterim.  Şimdi atölye atölye değerlendiremem ama iyi bir örnek olarak Sayın Hidayet Karakuş’un atölyesinden çok yararlandıklarını söyleyebilirim.  Çünkü öğrencilerini seven ve yazıları ile ilgilenen örnek bir öğretmen.  Çok güzel duyumlar aldığım gibi ‘yazarlık çok zor bir uğraşıdır, siz nasıl yapacaksınız bunu’ mesajı ve tavrı ile derslerini veren, yazma cesaretini kıran eğitmenler olduğunu da duyuyorum. Yani iyi olduğu kadar kötü örnekler de duyuyorum açıkçası. Dediğiniz gibi yazmaya ilgi duyanlar kendilerini geliştirmek için atölyelere geliyorlar. İyi ki gelmişim dediklerini duyalım.

Bir söyleşinizde ‘klişeleri sevmem, çok okumalı sözü yerine doğru okumalı sözünü tercin ederim.” demişsiniz… İyi bir okur olmak ya da iyi bir yazar olmak için çok okumak gerekmez mi ya da yetenek de tek başına yeterli midir yazarlık için?

Şimdi önce okumak konusunu ele alalım.  Okunan kitap sayısı değil kitapların sizi ilerletip ilerletmediği önemlidir. Bu da hem yazara hem de size bağlıdır. Benim elimde her zaman bir kitabım vardır.  Okuduğum bir kitabımın olmadığı zamanı hatırlamıyorum. Ama bu ‘Saymaya kalksam o kadar çok kitap okudum ki’ meselesi değildir. Önerilerde bulunacak olursam, ben okumaya karar verdiğim kitap konusunda çok seçiciyimdir. Hem zaman hem gözlerimiz adına… Okurken sayfa kenarları aldığım notlarla doludur. Çok güzel betimleme, iyi bilgi, iyi düşünce gibi notlar alırım. Hemen bitirip başka kitabı okumaya geçeyim gibi bir kitap şımarığı değilimdir. Güzel bir kitaba duyduğum saygı, o kitaba biraz daha fazla zaman ayırabileceğim konusunda beni uyarır.

Yazarlık atölyenize katılıp yazarlığa devam eden katılımcılarınız oldu mu?

Örneğin çocukluğundan beri ufak ufak da olsa yazanlar atölyeye geldiği zaman daha sıkı sarılıyorlar. O ana kadar yazmaya hiçbir ihtiyaç duymamış bir kişi yazarlık atölyesinden sonra bir süre devam ediyor. Yani içlerinde hep bir yazma ateşi varsa öğrendikleri ile daha sağlam ve güçlü yollarına devam ediyorlar. Başarılarını sevinerek izliyorum. Ama hiç yazma hissi gelmemiş insan senin ona verdiğin güçle, moralle gidiyor ama nereye kadar gidiyor onu bilemiyoruz.  Giden de var gidemeyen de var.

Bir söyleşinizde daha, yazan ve yazar arasında fark olduğunu söylemişsiniz. Bu konuya biraz değinebilir miyiz?

Kitabını bastırmak isteyen kişi eski yıllardaki gibi yayınevinde sıraya girip acaba benim kitabımı basılmaya uygun görecekler mi endişesi ile beklemiyor. Ödemesini yapıp kitabını bastırıyor. Her kitabı basılana yazar diyebilir miyiz bunu düşünmek lazım.  Bence hepimiz “yazan” olalım. Geçen yıllar hangimizi yazar hangimizi yazan olarak değerlendirecek bekleyelim. 

Tiyatro yazarlığının zorluklarından bahsedebilir misiniz?

Tiyatro yazarlığının zorlukları… Tiyatro yazarlığının, tiyatroyu seven bir insan için zorluğu yok. Sevinci var, mutluluğu var. Şimdi, diyalog yazmayı seviyorsanız, konularınız varsa, kurgu yapabiliyorsanız bu sizin için güzel bir zevk. Ama yazdığınız diyaloglar çok uzun ve gereksiz cümlelerle doluysa tiyatro için uygun olmuyor. Hem oyuncu bu cümlelere düşüncesini ve duygusunu katmakta zorlanır hem izleyici oyundan kopar.  İyi bir tiyatro izleyicisi olarak ve tiyatro oyunları okuyarak tiyatro yazarlığınızı geliştirebilirsiniz.

İzmir’de tiyatroya olan ilgiyi nasıl buluyorsunuz?

Devlet tiyatroları kapalı gişe oynuyor.  İzmir’de sayıları gittikçe artan ve uygun ücretlere oynayan özel tiyatrolarımız var. Ancak bunların yeterince desteklendiğini düşünmüyorum.  İyi ve kaliteli işler yapıyorlarsa  sevinmeli , eksikleri , hataları varsa iletişim kurarak  bunları iyileştirmek için çaba göstermeli .. .Yani kısaca yerel tiyatrolara sahip çıkmalıyız. İstanbul’dan geldi, bir dizinin başrol oyuncusuydu, şu filmde oynamıştı  diye bin kişilik salonları doldurup şehrimizde ayakta kalmaya çalışan tiyatrolara gereken ilgiyi göstermemek pek adil olmuyor.                               

Edebiyatımızda yeni, genç isimleri nasıl buluyorsunuz?

Genç isimleri, zeki , bilgili ve kalemlerini akıcı buluyorum. Zaman içinde yaşadıkça, okudukça, olaylar üzerine düşündükçe,  kültür, tarih ve dünyadaki olayların da içinde bulunduğu bir bakış açısı oluşturdukça  ve sorumluluk duyguları arttıkça yazıları farklılaşacaktır. Burada felsefi bakış, tarih bilgisi, anlatımın gelişmesi yazan için önemli donanımlardır.

Sizce yazarlar edebi metinlerde toplumsal sorunlara değinmeli mi?

Toplumsal özellikler, toplumsal sorunlar ve kişisel özellikler, sorunlar iç içedir zaten. Okuyan neden, nasıl diye sorarak okuyorsa bunları fark eder. Yazar bu unsurlardan hangisini ön plana çıkarmak isterse ona göre yazar. Ama genelde karakterleri ön plana almak yazana da okuyana da daha çekici geliyor. Direk toplumsal bir sorun üzerine yoğunlaşıp bunu karakterlerle olaylarla ören de var tabii…

Her yazarın farklı bir cevabı vardır, siz neden yazıyorsunuz desek cevabınız ne olur?

Yazarken kendi kişiliğimin tamamlandığını hissediyorum, okurken de öyle. Yani bana o an “bir şey eksik” gibi geldiğinde okumakla, yazmakla tamamlanıyor. Hayatımda yap boz tablosunun bir parçası, olmadığında olmuyor.

Bu yaşadığımız pandemi sürecinde sizce sanat nasıl etkilendi?

İlk önce kendim nasıl etkilendim onu söyleyeyim. İki, üç ay boyunca hiçbir çalışma yapamadım.. İnsanlar orada hastalanırken onlar yokmuş gibi davranıp bir konuya konsantre olamadım. Pandemi ile ilgili yazsanız konuyu tam bilmiyorsunuz. Kendi konunuzu yazsanız yoğunlaşmakta zorluk çekiyorsunuz. Üç ay hiçbir şey yapamadım. Sanat nasıl etkilendi derseniz, bütün sanatçılar da benzeri süreçler yaşamışlardır gibi geliyor bana. Ama burada kirasını ödemek zorunda olan tiyatrolarımız, yazarlık kursu, oyunculuk kursu, resim kursu, müzik kursu veren atölyeler var. Bunların hepsi kira vermek zorunda. Bunların mekanları da bir oda değil ki. Derslikler, sahneler onlar hakikaten çok zor durumda kaldı.

Editör: Haber Merkezi