TUGAY CAN / İZ GAZETE - Susanne Schneıder’in kaleme aldığı; Cengiz Toraman tarafından yönetilen, Serkan Koçak ile Nazlı Masatçı’nın oynayacağı Elveda Saraybosna, 26 Şubat Çarşamba günü İzmir Sanat’ta tiyatroseveler ile buluşacak.

Saraybosna’da yaşanan iç savaşı bir sığınaktan radyo yayını yapan bir Tura ve savaşa direnmek yerine kendisini dünyadan soyutlayan Elmedi’nin hikayeleri üzerinden izleyiciye anlatan oyun üzerine oyunun yönetmeni Cengiz Toraman ve oyuncuları Serkan Koçak ve Nazlı Masatçı ile bir araya gelerek Elveda Saraybosna oyununu; “savaş”, “göç” ve “saldırganlık” gibi kavramlar üzerinden konuştuk.

Savaş kavramını alışılagelmiş halinden farklı bir biçimde düşünmek gerektiğine dikkat çeken oyunun yönetmeni Cengiz Toraman, bunu yaparken aynı zamanda düşünsel konfor alanlarından uzaklaşmak gerektiğine dikkat çekti. Tiyatro’nun empati yapma sanatı olduğunun altını çizen Toraman, Elveda Saraybosna ile izleyeciyi bu tip bir empatiye sağlamaya çalıştıklarını söyledi.

Elveda Saraybosna oyununda Elmedi karakterini canlandıran Serkan Koçak ise canlandırdığı karakteri şu ifadeler ile anlattı:

Elmedi; savaş dönemi içerisinde sevdiklerini kaybettikten sonra hayatta direnmek yerine kendini kapatmış ve ölümü kabullenmiş bir karakter. Yaşadığı çok şey var. Ancak bir süre sonra çevresiyle iletişimi de kesmiş durumda. Bir süre sonra anlatmaya da başlıyor. Ancak anlatacağı o kadar çok şey var ki ama ağzından kelimeler hissiz ve düz bir şekilde çıkıyor. Kendi içerisinde yaşadıklarını kendisinden başka kimsenin anlayamacağını düşünüyor. ‘Savaş zamanı ve benim yaşadıklarımı herkes yaşıyor’ diye düşünüyor”

Oynadığı bir oyun sebebiyle tutuklanan ve cezaevinden çıkmasının ardından Elveda Saraybosna oyunu ile izleyici ile buluşacak olan Nazlı Masatçı ise yeniden sahnede olmasının verdiği heyecanı “Ben zaten bir oyun oynuyordum ve bu yarıda kesildi. Bunun üzüntüsü içerisindeydim. Kolay kolay da geçmeyecek gibiydi. Böyle bir oyuna girince heyecan vermişti bana. Bir yanım ise yarım kalan şeylerdeydi. Cezaevinin bana verdiği şey sanırım bu. Bir anda her şeyi- sadece tiyatroyu değil- yarım bırakmak zorunda kalıyorsunuz. O burukluğu atlatıp yeniden sahnede olmak ve beni heyecanlandıran bir şey. Ben cezaevine girmeden önce de oyun oynuyordum. Oyun oynamadığım hiçbir yıl olmadı” ifadeleri ile anlattı.

Masatçı, oyunda canlandırdığu Tura karakteri için ise şunları söyledi:

“Gerçekten enerjisi çok yüsek bir kadın. Bu enerjisini, bazı durumlarda bakış açısını çok seviyorum. Bir diğer yandan Tura çok güçlü bir kadın. En zor zamanda bile bir nefes verip, kendini toparlayıp yoluna devam edebiliyor. Bunu sadece kendisi için yapmıyor. Kendi topraklarında yaşayan çocuklar için, kadınlar için hayvanlar için yapıyor... Tura; geçmişe duyduğu özlem ile ülkesinin yeniden yaşanabilir bir yer olması ve insanların ölmemesi için çabalayan bir kadın. Bu karakteri canlandırmak bana büyük bir keyif veriyor. Nazlı olarak bir savaş içerisinde değildim. Bizim ülkemizde de problemler var. Ama Tura’nın yaşadığını yaşamadık. Yaşasaydım ne yapardım bilmiyorum. Ama Tura bana çok güç veriyor. Bu karakteri canlandırırken ‘Umarım böyle şeyler yaşanmaz’ dedim. Ancak böyle bir durum içerisinde Tura olmak bana gurur da veriyor diğer yandan. Bazıları pasif direniş gibi görünüyor. Ama öyle bir yerde çok güçlü de bir karakter”

‘SALDIRGANLIĞIN KOŞULLARINI ANLAMALIYIZ’

Oyunun yönetmeni Cengiz Toraman ise savaş kavramının saldırganlık kavramından bağımsız düşünülemeyeceğine dikkat çekti.

Toraman, “Genel olarak savaş kavramına ilişkin pek çok söz söylendi, savaş olduğu sürece de söylenmeye devam edecek. Savaşın ortadan kalkacağını düşünmek biraz iyimser bir bakış açısı olabilir ama esas hedefimiz savaşı değil de saldırganlığı ortadan kaldırmak olmalı. Çünkü saldırganlık en nihayetinde karşı nefretini de yaratarak aksi istikamette başka bir saldırganlığı körükleyen bir şey oluyor. Aslında hepimiz savaşa karşıyız, ‘savaşa hayır’ diyoruz. Ama bunun içi sanki biraz boşmuş gibi geliyor bana. Çünkü bazı durumlarda savaşın meşruiyet kazandığı haller de vardır. Elbette bu da tartışmalıdır. Ancak en temelinde ‘Ne oluyor?’ sorusunu iyi sormamız lazım. Anadolu’da verilen Kurtuluş Savaşı da bir savaştır en nihayetinde; ama saldırganlara, işgalcilere karşı verilmiş bir savaştır. Bir halkın kendi kaderini tayin etmek adına kalkıştığı bir savaş da meşru bir savaş olabilir. Tıpkı bizim Kurtuluş Savaşı’mıza benzer şekilde. Konuşmaya en temilinden yani saldırganlıktan başlamalıyız. Saldırganlığı oluşturan koşulları iyi anlamalıyız” ifadelerini kullandı.

Oyunun savaşı ve savaşın getirdiklerini izleyiciye aktarma biçimi üzerine de konuşan Cengiz Toraman şunları söyledi:

“Televizyonlarda, sinemada görmeye alışık olduğumuz şekilde her taraftan kanlar fışkırarak şiddet öğelerinin insanların üzerine pornografik bir biçimde serildiği ve bizim de alışık olduğumuz şekilde anlatmıyor. Bunu; sözcüklerin, müziğin büyüsü ile içten sıcak bir yaşam yaşantısını gösterek yapıyor. İnsanı merkeze koyarak dışarıdaki korkunç savaşı bize bir radyo istasyonundan anlatıyor. Oyu; bir bir yanıyla eğlenceli bir diğer yanıyla iç burkan, bir yanıyla aşk dolu bir yanıyla hayal kırıklıklarını içerisinde barındıran, hayatın içerisinde bulunan ne varsa tüm bunları kendine dert edinerek bunu yapıyor. Savaş sırasında bir gecede bir apatmanın çatısına ortalam yirmi bomba düşüyormuş. Tiyatro en nihayetinde insan ile empati yapma sanatıysa herkesin sevdiği insanlar var, eşi dostu ve karısı... Düşünün ki bir yere sığınmışsınız onun da ne kadar güvenli olduğu bilinmiyor. Su yok, yemek yok. Aprtman başına 20 bombva düşüyor. Böyle bir dünyayı hayal etmek çok güç. Bzi aslında Elveda Saraybosna’da biraz da bunun yolculuğundayız. Belki şöyle bir farkla, elbette oyunumuz savaşın korkunç trajedesini anlatıyor ama bunu anlatırken”

Bosna Savaşı’na dair kişisel gözlemlerini de aktaran Toraman, “Savaş 3,5 yıl sürdü. Bu süre içerisinde 100 bin ila 110 bin arasında insan öldü. Düşünün ki tam sayısından emin olamadığımız ölen insan sayısında fark 10 bin kişi. Nazım’ın bir sözü vardır, çok severim. Ölü sayısı arttıkça, ölenlerin değeri düşer, der. Bu savaşta yerinden edilen insan sayısı yaklaşık bir buçuk milyondu. Bahsettiğimiz coğrafya Avrupa’nın göbeğiydi. Bu korkunç savaşı hepimiz seyrettik. Bu seyrettiki tırnak içerisinde söylüyorum. Sadece biz değil, tüm dünya seyretti. Sonra da Birleşmiş Milletler ve NATO kuvvetleri girdi ve savaşı sonlandırdı. Ama orada yaşayan insanların derdine bir çare olmadı” ifadelerini kullandı.

‘TİYATRO KÜÇÜK İNSANIN HİKAYESİNE ODAKLANIR’

Savaşı sadece silah tüccarlarının silah satma ihtiyacı ya da salt emperyalizm ile açıklamanın doğru olmayacağını söyleyen Cengiz Toraman “Dünya tarihinde altüstler hep oluşur. Tiyatro en nihayetinde küçük insanın hikayesine odaklanır. Çünkü büyük insanların büyük hikayelerini tarih kitapları yazar. Biz de bu oyunda küçük insanı anlatıyoruz. Galiba hepimiz hayatımızda düşünsel olarak konfor alanından çıkmıyoruz. Örneğin; bu tür korkunç bir hal ile karşılaştığımızda kendimizi bu yaşananları bir parçası değilizmişizcesine rahat ettirmeye çalışıyoruz. Sanki bunun içerisinde değilmişiz gibi” dedi.

‘BİR ALEVE BENZİN TAŞIYOR MUYUM?’

Cengiz Toraman sözlerini şöyle sürdürdü:

“Örneğin küçük bir çocuğa taciz, tacavüz ya da kadına yönelik şiddet ile karşılaştığımızda bu şiddeti uygulayan ya da bu istismarı yapan kişiye lanetler okuyor, ölmesini istiyor, onun her türlü kötülüğe uğramasını istiyoruz. Ama öte yandan şu gerçeği göz ardı ediyoruz; Bu istismarı gerçekleştiren, kadına karşı şiddet uygulayan şiddeti üreten bu kişilerin de bir ailesi vardı. Onları büyüten anne babaları vardı. Kardeşleri, eşleri, dostları, alışveriş ettiği marketler... Yani bir yaşantısı vardı. Aslında şunun farkına varmamız lazım. Bu suçları işleyen kişi de aslında birinin oğlu. Annesi var, babası var. Yani bizden biri. Biz bunun sorumlusuyuz. Bizim içerisinde olduğumuz toplum üretiyor bunu. Bu savaş için de geçerli. İntikam yemini eden herkes şunu düşünmeli: Ben de mi acaba bir aleve benzin taşıyorum? Çünkü birilerine lanet okumak kolaydır. Zor olan benim bunda ne payım var diye sorabilmektir. Bu Bosna Savaşı için de geçerli bir sorudur. Çin’de Uygur Türkleri için olan şiddet için geçerli bir sorudur. Biz insan olarak kendi konfor alanımızdan çıkmayarak sadece bu tür korkunç hadiseler de ‘biz olsaydık böyle yapmazdık’ ya da ‘Bizim ççevremizden biri olsaydı bunu yapmazdı’ denilebilecek bir konfor alanına çekilmeyi tercih ediyoruz. Oysa elimizi biraz taşın altına koymalıyız. Kendimize acı verici de olsa belli bir farkındalık seviyesine sokmalıyız. Kendimiz ile ilgili öğrenceklerimiz acı verici deneyimler olabilir, ama Hem kişiler olarak hem de toplumlar olarak bu yüzleşmeden korkmamalıyız”

Oyunun göç olgusunu da ele belirten Cengiz Toraman, 21. yüzyılda da “göç”meselesinin güncel bir sorun olduğuna dikkat çekti. Bosna Savaşı sırasında yaşanan göçlerin oyunda işlenmesi hakkında da konuşan Toraman, “Göç hayatta kalmak isteyenler için bir seçenek. Ancak gidemeyenler de var. Gitmeyenler var. Bunun getirdiği birtakım trajediler var. Mesela gitmek isteyip gidemeyenler var. Öte yandan yollar güvenli değil. Hiçbir biçimde gidemiyorlar. Biraz ortalığın toz duman olduğu bir hal var. Bunlar bu savaş olmadan önce bir arada yaşan insanlardı. İki Farklı toplumdan birbirine aşık olan, komşu olan, kardeş olan insanlar var. Göç olgusu oyunun ana gövdesine oturmamakla birlikte ele alınıyor ve dile getiriliyor” şeklinde konuştu.

Cengiz Toraman sözlerini şöyle sonlandırdı:

“İnsan bazı zamanlarda kolay yanıtlar üretebiliyor kendisi için. Bizim kolay yanıtlarımız var. Bir hadise ile karşılaşıyoruz ve diyoruz ki emperyalizmin sonucudur, saldırganlığın sonucudur. Onun sonucudur, bunun sonucudur. Ezberlenmiş cevaplarımız, ezberlenmiş reçetelerimiz var. Bizi zorlayan bir mesele ile karşılaştığımız zaman elimizi cebimize atıyoruz ve burada daha önceden cebimize koymuş olduğumuz reçeteleri önümüze koyup hayatı açıklamaya gayret ediyoruz. Bense kişisel olarak kednime zaman zaman şu soruyu soruyorum: Ne oluyor da dün kardeş olan insanlar birbirleriin kanlısı oluyor? O insanlarda bizim gibiydi. Şu ana bizim hissettiklerimi hissediyorlardı, bizim düşündüklerimizi düşünüyorlardı. Onlar da savaşa,saldırganlığa ve şiddete karşıydılar. Onların da istediği insancıl bir dünyaydı. Ne oldu da birbirlerinin kanlısına dönüştüler? Yarın bizim buna dönüşmeyeceğimizin garantisi var mıdır? Belki de vardır. Ama bunun garantisi bizim bu soruları kendimize sormamızdadır belki”

Editör: Haber Merkezi