ÖZLEM KARA/ İZ GAZETE - Kadınlar maalesef ülkemizde eril zihniyetteki insanlar tarafından her gün psikolojik, ekonomik, sosyal ve cinsel şiddette maruz kalıyor. Esen Armağan Özakbaş, bu şiddet türlerinden sadece psikolojik ve ekonomik şiddette yer vermiş Mimoza’da. Esen Amağan Özakbaş, Mimoza’yı kendi kendini savunan, neden var olduğunu açıklayan bir kitap olarak ifade ediyor.

“Mimoza” nasıl “doğdu”? “Mimoza”yı yazmaya ne zaman karar verdiniz? Ne kadar sürdü yazılması?

Kadına yönelik şiddet ve bağlantılı sorunların, önemli bir halk sağlığı sorunu olduğunun altını çizmek isterim öncelikle. Dünya Sağlık Örgütü, sağlığın tanımını yaparken, sadece hastalık ve engellilik durumunun olmayışı değil, fiziksel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik halidir der. Durum böyle olunca, konu kendiliğinden düşüyor kucağıma.

Tabii şiddetten söz ediyorsak, konunun hangi değişkenler üzerinden tartışıldığını ve mevzuattaki yerini anlamaya çalışmak da önemli. Evet, ben hukukçu değilim, ama yine de okuduklarımdan ve tanıklıklarımdan anlıyorum ki, kadına yönelik ekonomik ve psikolojik şiddet konusu yasal düzlemde hak ettiği öneme sahip değil gibi. Bu da beni konuya ısrarla çekti.

Aslında kadına yönelik şiddetin ekonomik ve psikolojik boyutu üzerine çalışmaya on yıl kadar önce de çok istekliydim. Ancak çeşitli nedenlerle, bu konuda çalışma ortamı yaratamadığım gibi, zamanım da olmadı.

Yeterince düşünülmeyen ve konuşulmayan bir şeyler var, ne yapmalı, nasıl etmeli derken, 2016 yılında bilgisayarımda açtığım word dosyasına “ Sevda Hanım” başlığını atarak, kurgulama macerasına girdim. Sevda ve Ahmet, beynimin bir kenarına yerleşti ve orada geliştirdi kendini. Tabii, dilediğim hızla çalışamadım, aylarca dosyayı hiç açamadığım dönemler oldu, ama vazgeçmedim, 2019 yılında yoğunlaşarak bitirmeyi başardım.

Nasıl karşılandı? Gördüğü ilgi konusunda neler söylersiniz? Tepki gösterenler oldu mu?

Doğrusu, çok yeni çıkan bir ilk kitap için, umduğumun üzerinde bir ilgiyle karşılaştım. “Kitapta beni anlatmışsınız, ne güzel anlatmışsınız, evet, işte öyle, tam da öyle oluyor, bilgi ve duygu yüklü bir kitap, altını çizdiğim pek çok cümle var” diyenler oldu. Kimi okuyucu da “Biz öylesine yaşayıp gidiyorduk, olağan sandığımız bir şeylerin ekonomik ve psikolojik şiddet kapsamında düşünüldüğünü bilmiyorduk, kitabı okuyunca, çok şeyi sorgular olduk” benzeri ifadeler kullandı.

“OKUR VE YAŞAM YERYÜZÜNDE/ OKUR DÜŞÜNÜYOR VE KONUŞUYOR” başlıklı son bölümü okurlarım için ayırmıştım. Dilediklerini yazabilecekleri boş bir sayfadan oluşuyor bölüm. Düşündüklerini yazıp bana gönderenler oldu. Gerçekten çok mutlu oldum.

Bu arada, sayısal olarak devede kulak kadar olmakla birlikte, önemsediğim olumsuz geribildirimlerden de söz etmeliyim. İki erkek okurum, kitaba konu olan şiddet türlerinden çok daha önemli sorunlar olduğunu ve o sorunların işlenmesi gerektiğini, karakterlerin iç dünyasının çok da ilginç olmadığını belirtti.

Ama sonuç olarak, geribildirimlerin tamamı, bana “İyi ki yazmışım” dedirtti.

Kitabınızda kadınlara yönelen psikolojik ve ekonomik şiddetti ele alıyorsunuz; siz, anlattığınız türden şiddette uğradınız mı?

Zaten neredeyse her kadının, yaşamının bir döneminde ya da tamamında, ekonomik ve psikolojik şiddete maruz kaldığını, ancak pek çoğunun bunun farkında bile olmadığını iddia ediyorum. Farkında olabilmek, öncelikle şiddeti tanımlayabilmekle ilgili. Bu konuda eksiklerimiz çok. Örneğin ben, küsmenin psikolojik şiddet olarak değerlendirildiğini yakın zamanda öğrendim.

Yine psikolojik ve ekonomik şiddetin de, bir tür ölüme neden olduğunu ve bunu sosyolojik/ psikolojik açıdan, bu bakışla tanımlamayı deneyebileceğimizi iddia ediyorum. Buna göre düşünürsek, ben Mimoza'yı yazabilecek kadar yaşıyorum demek ki, bu güzel, ama belki de şu an bilemediğim pek çok şeyi yapamayacak kadar da ölmüşümdür, kim bilir...

“Mimoza”daki karakterler aslında yaşamınızda olan kişiler mi?

Karakterlerim kurgusal olmakla birlikte, yaşamımdaki pek çok kişiden esinlenerek biçimlendirildiğinden, sorunuza “hayır, yaşamımda böyle kişiler yok” demek doğru olmaz. Zaten yaşamımızda olmayanı anlatmak zor olsa gerek. Kendim de içinde olmak üzere, tanıdığım, bildiğim pek çok insanın verisiyle kurguladım karakterlerimi. Tabii mutlaka okuduğum kitapların, izlediğim filmlerin de katkısı olmuştur, oralardaki insanlar da yaşamımızda.

Çizdiğiniz karakterler; psikolojik, ekonomik şiddette karşı bireyler fakat kitapta da yer aldığı gibi hayatın bir ucundan bu şiddetti az da olsa yaşıyorlar. Sizce gerçekte de böyle mi? Yani kadınlar sokakta karşı çıktıkları sorunları evde yaşıyorlar mı?

Sokaktaki eylemlilik, bambaşka bir sorumluluk alanı. En temel hak olan “yaşam hakkı” elinden alınıyorsa insanların, tartışmasız en önemli konudur bu. Fiziksel ve cinsel şiddet de öyle, öncelikle ve acil olarak çözülmesi gereken sorunlardır. Yani gerçekte, sokaktaki eylemlilik, elbette bu öncelikler üzerinedir. Bu durumda kadınlar sokakta karşı çıktıkları sorunları evlerinde yaşıyor mu sorusuna “ hayır, sanmıyorum” diye yanıt verebilirim. Ama bu iyi niyetli bir varsayım sadece. Ancak bilimsel bir çalışmayla topluma genellenebilir bir sonuç çıkarılabilir.

“Mimoza”nın nasıl bir etki yaratmasını/ nasıl bir sonuç doğurmasını umuyorsunuz?

Mimoza, kendi kendini savunan, neden var olduğunu açıklayan bir kitap. Kadına yönelik ekonomik ve psikolojik şiddeti tüm boyutlarıyla ele almıyor. Üst düzeyde öğrenim görüp para kazanan kadın ile erkek arasında da gereken eşitliğin sağlanamadığı, çoğu zaman bir arada bulunan ekonomik ve psikolojik şiddet nedeniyle yıllar içinde sadece kadının değil, erkek ve çocukların da bu durumdan zarar gördüğü vurgulanıyor.

Günlük yaşamda alışılan, olağan kabul edilen pek çok konunun, aslında şiddet bileşeni olduğunun, ancak burada doğrudan ve sadece erkeğin suçlanması yerine, sorunun sosyokültürel kaynağının altı çiziliyor kitapta.

“Ah, kimselerin vakti yok, durup ince şeyleri anlamaya” dizelerini hatırlarken, Mimoza’nın birilerini durdurup, bazı “ince şeyleri” düşündürmesini istiyorum.

Şimdiden, küçük de olsa güzel bir kıpırdanış görüyorum.

İktidarın, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme tavrını bir kadın/ bir edebiyatçı olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, 6284 Sayılı Yasanın uygulanmasının sağlanması, sadece kadının değil, çocukların ve başka bireylerin de şiddetten korunması yönünde etkin önlemler alınmasını getirir ki, bu da yaşamsal öneme sahiptir. Elbette İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin tartışılabiliyor olması bile üzücüdür.

Kimi haklarını neredeyse doksan yıl önce kazanmış kadınlarımızın bugün karşı karşıya kaldığı eve hapsedilme, nefret ve cinayetleri neye bağlıyorsunuz?

yazık ki çok boyutlu bir gerileyişin dehşet verici sonuçlarından bu. Laik eğitim ve öğrenimi sarsan politikalarla, yıllar içinde yaşanan toplumsal dönüşüm, hukuksal boşlukların da çanak tutmasıyla, kadına yönelik şiddetin her türünün hızla tırmanmasına yol açıyor.

Sokaklardaki eylemlerde duyduğumuz bir slogan var: “Dünya yerinden oynar kadınlar özgür olsa!" Sizce burada tanımlanan nasıl bir özgürlük? Bunu iki kadın (sağlık çalışanı ve yazar) bakış açısıyla nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kadının en temel sorunu, kendini gerçekleştirememesi. Gerçek anlamda özgür olması ise bilimde, sanatta ve yaşamın diğer alanlarında, kendi yetenek ve istekleri doğrultusunda üretken olabilmesi, yapabileceğinin en iyisini yapması için olanak tanınmasıdır. Bu olabilse, dünya yerinden oynar mı bilmem, ama daha mutlu olacağımız kesin.

Ataerkil bir toplum yapısına sahibiz. Eril zihniyetteki bireyler kadınların ekonomik özgürlüğüne, yaşam özgürlüğüne karışıyor. Özgürlüklerimizi, hayatımızı bu zihniyetten nasıl geri alabiliriz?

Sorunuzdaki “eril zihniyetteki bireyler” ifadesini çok sevdim. Çünkü, ataerkil toplum yapısını kadın, erkek, birlikte oluşturuyoruz. “Zorba erkek, mağdur kadın” türü klişe ifadelerden arınmak gerek. Hepimiz, yaşamın bir yerinde, hem şiddet uygulayan hem de şiddet mağduru olabiliyoruz. Sorun çok boyutlu, çözümü de öyle. Önce ve sadece “ insan” demeyi öğrenip, eşitlik ve özgürlüğü getiren sosyokültürel yapıyı kurabilmeliyiz.

Sizden yeni bir kitap gelecek mi? Gelecekse konunuz yine kadınlar, onların yaşadığı sıkıntılar veya şiddet mi olacak?

Gelelim günün en zor sorusuna mı? Kaçacak yerim yoksa yanıtlayayım bari. Söyleşinin başında da açıkladığım gibi, Mimoza’yı içeriğinin üstelemesi ortaya koydu. Yine, “Bu anlatılmalı, ille de böyle anlatılmalı” dediğim bir konu olursa, çaresiz oturup yazabilirim, bilemiyorum. Yazma eylemini zorlamaktan yana değilim.

Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Az önce, “Keşke Mimoza adına nasıl karar verdiniz?” gibi bir soru da olsaydı diye geçti içimden. Sormuşsunuz gibi düşünüp yanıtlayayım en iyisi.

Yazarken, kurguya öyle kaptırmıştım ki kendimi, kitabın adı ne olabilir diye çok da düşünmedim, “Nasılsa bitince bir şey yazıveririm başa” dedim. Kitap bitti. Usulen koyuverdiğim başlıkla kalakaldım tabii. Düşündüm taşındım, yok, daha iyisini bulamadım. Neyse, sonuçta olduğu gibi sundum kitap dosyamı yayınevine.

Şimdi, genel yayın yönetmeni Berkan Balpetek’e ne kadar teşekkür etsem azdır. Günlerce araştırdı ve en uygun adı buldu; Mimoza. Kadın direnişinin simgesi. Bir kitap dosyası, güzel bir kitaba nasıl dönüşür, “Yayına hazırlama” denilen süreç nasıl bir şeydir öğrenmiş oldum kendisinden.

Diğer teşekkür borcum da sevgili editörüm Yunus Bekir Yurdakul’a.

Ve tabii bu keyifli söyleşi için size de çok teşekkür ederim Özlem Hanım.

Editör: Haber Merkezi