“Zafer tankların değil, insanların olacak” sloganını hem birinci hem ikinci bölümüne alan bir romanda zaferin insanların olacağını düşünürsünüz belki. Ancak cümleyi birkaç kez daha tekrarlarsanız, tankları kullananların da insan olduğunu, tankların insanları ezdiğini görürsünüz. Ve kazananın olduğu yerde bir kaybeden olacağı gerçeğinin bilincine varırsanız hiçbir ataerkil gücü kabul etmezsiniz. Onun dehlizlerinde dolaşır, belleğin açtığı yollardan geçer, silinmiş izleri hatırlatmak ve bugünün izlerinin kaybolmamasını sağlamak için adımlar atmak istersiniz. Üstünüze vazife değilmiş gibidir bu durum; ama tam da yapılması gerekendir küçük ayrıntılarda gizli büyük acıları bulup çıkarmak; onlara sebep olanları hatırlatmak. 

Adania Shibli’nin Eylül 2021’de Can Yayınları tarafından yayımlanan Küçük Bir Ayrıntı adlı kısacık romanı gerçek bir habere dayanıyor. Arapça aslından Mehmet Hakkı Suçin çevirisiyle okurla buluşan roman incecik ve dil açısından rahatlıkla okunan bir roman. Ancak anlattığı konu bakımından son derece çarpıcı ve yazarın onu 12 yılda küçük ayrıntılarla örerek yazdığı düşünüldüğünde kullanılan her bir kelimenin okuru derin anlamlara ve farklı temsillere götürebileceği de bir gerçek.

AYRINTININ PEŞİNDE

Roman iki bölümden oluşuyor. Birinci bölüm sınırlı tanrı anlatıcı ile bir komutanın gözünden anlatılıyor. Bu bölüm 1949 yılında geçiyor. İkinci bölüm ise bundan elli yıl sonra, bir kadının ağzından anlatılıyor. İki bölümün ortak noktası ise ilkinde İsrailli bir komutan ve askerler tarafından tecavüz edilip öldürülen Filistinli bir kadın… Bu tecavüz ve katledilme haberini okuyan ikinci bölümün anlatıcısı kadın haberde küçük bir ayrıntı keşfediyor ve böylece yola koyuluyor. Bu ayrıntı ise katlin gerçekleştiği günden tam 25 sene sonra kendisinin doğmuş olması… 

1949 Ağustos ayında başlıyor roman. Hatta okudukça o yılın ağustosunu gün gün bir günlük gibi takip edebiliyoruz. Tarih sayfalarını karıştırdığımızda ise İsrail bağımsızlığını ilan edeli bir yıl olmuş. Filistinlilere artan baskılar onları göçlere zorlamış durumda.

ERİL DİL

Negev Çölü’nde komutanın ve askerlerin birkaç gününü ve Filistinli kadının başına gelenleri anlatan ilk bölümde kullanılan dil son derece eril. Duygulara yer yok. Ancak burada oradaki şiddeti anlatan son derece yalın ve net bir anlatım var: 
“Kutuyu öne çekip arkasına baktı. Altına ince bacaklı bir örümcek yapışmıştı. Sağ elini uzatıp onu ezdikten sonra yatağa doğru sürünmeyi sürdürdü. Yatağın altına birkaç küçük örümcek tünemişti. İçinde kül rengi ölü bir bokböceğinin olduğu ince ağlı bir örümcek evi örmüşlerdi. Hepsini dışarıya doğru süpürüp ayaklarıyla ezdi.”

İlk bölümde “ezmek” hem gerçek hem mecaz anlamında tek gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Buradaki zihniyet kendinden başkasını kabul etmiyor. Kendinden güçlünün yanında ezilirken kendinden güçsüzü ezerek hüküm sürüyor. 
Tecavüz olayı da bu bölümde anlatılıyor ve dilin donukluğu hiç değişmiyor. Okuru sarsan tam da bu nokta oluyor. Çünkü bir böceğin ezilmesiyle bir kadına tecavüz edilip kadının öldürülmesi aynı etkide/etkisizlikte olabiliyor. 
Bu bölüm kendinden başkasına yaşam hakkı tanımayan bir zihniyetin açık bir tezahürü; çünkü canlılık, kendi canları söz konusu olmadığında burada anlatılan kişiler için herhangi bir şey ifade etmiyor.

İNSANIN KIRILGANLIĞI

İlk bölümün başlarında komutanın canı bir yaratık/böcek sokması ile yanıyor ve burada iltihabi bir durum ortaya çıkıyor. Burası roman için önemli bir ayrıntı. Komutan bu yarayı sarıyor, temizliyor. Bizse duygudan yoksun, etrafındakileri ve böcekleri hiç umursamadan ezen bu adamın bir böcek sokması karşısında kırılganlığını görüyoruz. Komutanın canı var, canı acıyor, kendine bakım veriyor. Ama bu bir o kadar tek yönlü bir bakım çünkü bu kırılganlığın dışarıya hiçbir yansıması yok. Komutan başkasına karşı aynı acımasızlıkla hayatına devam ediyor. 

KÖPEK HAVLAMALARI

Bu durağan coğrafya ve donuk anlatımın en önemli canlılık belirtisi köpek havlamaları oluyor.
“Ortalıktaki tek hayat belirtisi, giderek uzaklaşan havlamalar ve kampı kurmakla meşgul askerlerin bağrış çığrışlarıydı.”
İlk bölüm boyunca ıssız coğrafyayı, sessizliği, gerilimin arttığı yerleri, sakinleyen noktaları hep köpek ulumalarıyla takip edebiliyoruz. Havlamalar bir motif gibi tekrar ederken birinci bölüm komutanın bir köpeğe darbesiyle son buluyor. Ve yere serilen köpek “Doğrulup kaçarken çaresiz ve yüksek sesle” uluyor.
Köpek havlamaları ikinci bölümde de romanı işlemeye devam ediyor. İkinci bölümün ilk cümleleri şöyle: 
“Perdeleri takmayı bitirince yatağa uzandım. Karşı tepeden aralıksız köpek havlaması geliyordu.”
Romanda ilerledikçe köpek havlamaları daha derin anlamlar kazanıyor. Acının varlığının temsili gibi… İnsanlarla değil, sesleriyle kuşaktan kuşağa taşınan bir acıya dönüşüyor havlamalar. Nitekim; kadını yola koyulmaya davet eden de yine bir köpeğin havlamaları oluyor.
“İşin gerçeği bu misyon, gücümün sınırlarını tamamen aşıyordu. Üstelik kızın çeyrek yüzyıl önce benim doğum günümde katledilmiş olması, ölümünün mutlak surette beni ilgilendireceği, hayatıma kadar uzanacağı ya da gerçek hikâyesini anlatmanın benim görevim olacağı anlamına da gelmez. Benim gibi kekeleyen, pepeleyen birinin yapacağı bir iş değil bu. Kısacası meçhul olduğunu ve kimsenin sesini duymayacağı meçhul biri olarak da kalacağını düşünerek kıza karşı kendimi sorumlu tutmamın kimseye bir faydası yok. Zaten bugünlerde herkesin mücadele etmek zorunda kaldığı binlerce dert var. Bütün bunlara geçmişten daha fazla dert eklemek için yeni arayışlara girmenin ne gereği var. En iyisi konuyu unutmak. Böyle düşünüyorum ama evin dört bir yanını karanlık basınca köpeğin havlamaları yeniden başlıyor ve altüst oluyorum.”

BEKLENMEDİK SON

Ve böylece kadın yola çıkıyor. Kimliğini değiştiriyor, kontrol noktalarından geçiyor. Bir Filistinli olarak İsrail arşivlerinde ne kadar gezinip gezinemeyeceğini bilmeden onları araştırmaya koyuluyor. 
Yolda bize geniş bir panorama sunuyor. Sade tasvirleri gözümüzün önünde net bir fotoğraf belirliyor. Yaşam alanlarının, şehirlerin, insanların fotoğrafı bu; kitabın kapağı gibi gri bir fotoğraf. Gri bir medeniyet…
Romanın sonunda bizi düşünmediğimiz bir son bekliyor. Yazar kahramanını korkulu yollardan ilerletirken geçmişi “defalarca kovmaya çalışsak” da geçmişle içimize korku salınsa da yollara düşmenin ve belleği canlı tutmanın önemini anlatıyor. Aksi takdirde bizi de düşünmediğimiz sonlar bekliyor.

İNSANLIĞIN DENGİ: KARINCALAR

Edisyon Kitap, Derin Düşün serisinde farklı konularda kısa kısa kitaplar yayımlıyor. Her biri 64 sayfalık olan bu kitaplar Danimarka’daki Aarhus Üniversitesi araştırmacıları tarafından kaleme alınmış. Serinin beşinci kitabı Karıncalar’ın yazarı Joachim Offenberg bir mirmekolog – yani karınca uzmanı. Aarhus Üniversitesi Ekolojik Bilimler, Karasal Ekoloji Bölümü öğretim üyesi olan Offenberg, halen bu alanda araştırmalar yapıyor ve dersler veriyor. Kitap ise ayağımızın altında dolaşan, mutfak tezgahlarında görmekten hoşlanmadığımız, kendilerinden büyük yükleri taşımalarına hayran kaldığımız, çalışkanlıklarıyla ünlü karıncalara yeniden bakmamızı sağlıyor. Karıncaları izlemenin meditatif etkisi bu kitapta yerini onları tanımanın merak ve şaşkınlığına bırakıyor.

Doğrusunu söylemek gerekirse Karıncalar’ı okumaya başlamadan önce insanlığın böyle bir rakibi olduğunu bilmiyordum. Okumayı bitirdikten sonra ise “rakiplik” yerini “müttefikliğe” bıraktı. 
Offenberg, karıncaların “sadece sayısal anlamda değil, aynı zamanda evrimsel çok yönlülük bakımından da adil biçimde insanlığın dengi” olduğunu söylüyor. Üstelik homo sapiens olarak 200 bin yıllık ömrümüzü düşünürsek karıncaların 100 milyon yıldan uzun süredir dünyada olmaları bizden eski olduklarını gösteriyor. 

Malum karıncalar her yerdedir. İzlerini bırakırlar. Çalışkandırlar ve birlik olmayı bilirler. Üstelik yazarın söylediğine göre öngörülemeyen bir gelecekle bile başa çıkmaya uyum gösterebilirlermiş; bu, bizim duygusal açıdan en zorlandığımız alan. 
Sinerji yaratmayı becerebilen bu canlılar bir nevi yeraltı metropollerinde yaşıyormuş. O içini bilmediğimiz yuvalar pek de öyle küçük ve sıradan çukurlar değil yani. Yaşadıkları yerlerden içlerindeki kast sistemine, uzmanlık alanlarından çiftleşmelerine, insanlığın bulduğu pek çok şeyi farklı biçimlerde -teknoloji olmadan- ama başarıyla gerçekleştirmelerine şaşırabilirsiniz kitabı okurken. Kölelik düzenleri, darbe yapma yetileri, çeşitlilikleriyle dünyaya yayılıp var olabilme becerileri…
İnsanın kibriyle birlikte bizlerden farklı bir canlı grubunun bunları becerebilmesi biricikliğimizi biraz sarsar gibi görünse de kitabın yazarı Offenberg, karıncalarla ortak olmamızı öneriyor bize. Onların eşsizliğimizi sarstığını söylüyor ve onları kontrol edebilmek için hayatlarını daha detaylı bilmeye çağırıyor bizi.


DAHA FAZLASINI BİLME ARZUSU

Tarihçi, yazar ve çevirmen Sadık Usta’nın kaleminden, düşünce dünyamızda “daha fazlasını bilme” kıvılcımının parladığı ilk andan bugüne felsefenin öyküsü: Şüphenin Tarihi – Felsefeye Giriş, Kafka Kitap etiketiyle raflarda yerini aldı. Başta gençler olmak üzere felsefeye ilgi duyan her yaştan insana hitap eden kitabında Sadık Usta, son derece yalın bir dille insanlığın düşünce tarihini anlatıyor. Felsefenin günlük yaşamda ne işe yaradığını bilmek, felsefi-düşünsel merakını gidermek, düşünme yönteminin yasalarını kavramak isteyen, felsefe yapmanın ne olduğunu merak eden herkes için kaleme aldığı kitapta Sadık Usta, akla takılan tüm soruları yanıtlıyor.
Sadık Usta’nın Dünyayı Değiştiren Düşünürler adlı kapsamlı felsefe tarihi serisinin ardından yeni serisinin ilk kitabı bu.
İnsanı diğer türlerden ayıran en önemli özelliğin düşünme yetisi olduğu bilsek de bu meziyeti temel alan “felsefe” kavramıyla daima mesafeli bir ilişkimiz olmuştur. Peki, esasen attığımız her adımda bir izi olan bu disiplini araştırma ya da hayatımıza uygulama gayretinden geri durmamıza sebep nedir? Sadık Usta, insanlığın düşünce tarihini olabilecek en yalın dille anlatmaya koyulduğu bu yeni seride akla takılan tüm soruları yanıtlıyor. Zihinde şüphe kıvılcımlarının ilk belirişinden bugüne, benzersiz bir öyküyü kaleme alırken felsefe kürsülerinin korkutucu dilinden fersah fersah uzakta durarak okurla müthiş bir sohbete koyuluyor.
Herkesin felsefe öğrenebileceğini; herkesin felsefeci ve hatta bazılarının filozof da olabileceğine inanan Sadık Usta, bunun için sorgulamanın, araştırmanın, merak etmenin, derinlemesine okumanın, mevcut durumu eleştirmenin ve her anlatılana kanmamayı öğrenmenin yeterli olduğunu ifade ediyor.

(Tanıtım Bülteninden)


KELİMELERİN İZİNDE

abus

1. (yüz için) asık, çatık, somurtuk.
2. (kişi için) asık yüzlü, somurtkan.

"Başını haritadan kaldırdı ve bakışlarını ter dökmekte olan ve çadırın girişinden süzülen ışığın etkisiyle yüzleri parıldayan kıdemli askerlerin abus suratlarına çevirdi." Küçük Bir Ayrıntı – Adania Shibli (Çev. Mehmet Hakkı Suçin)


SATIRLARIN İZİNDE

Çünkü insanlar başka nasıl tanımlanabilir ki? – Sürekli tekrar içinde olurlar. Ne kadar az tanımlanırlarsa o kadar az bağımlı olurlar – yanılsama ne kadar büyükse, önlerinde o kadar çok seçenek olur, kafalarının içinde kendi imkânlarından, potansiyelden, henüz gelişmeyen olay zincirlerinden oluşan olasılıklar döner.

Meziyet, bu belirsizlik durumunu keşfetmek ve sürdürmektir, ne onun ne ötekinin tarafında olmaktır, şeffaf bir kaptaki formaldehitin içindeki bir müstahzar gibi hiçbir duvara dokunmadan ve kayıtsız bir şekilde hayal edilirmişçesine izlenmeye izin vermektir. Hayal edilmeye izin vermek – işte yolculuk bunun içindir zaten.

Son Hikâyeler – Olga Tokarczuk (Çev. Neşe Taluy Yüce, Timaş Yayınları)


YAZARIN İZİNDE 

OLGA TOKARCZUK

•    29 Ocak 1962 yılında Sulechov’da dünyaya gelen Olga Tokarczuk, edebiyat kariyerine başlamadan önce Varşova Üniversitesi’nde psikolog olarak çalışmış, burada Carl Jung üzerine çalışmalar yapmıştır. 
•    Polonya’nın en başarılı ve meşhur yazarları arasında olan Tokarczuk, Koşucular romanıyla 2018 Man Booker International Ödülü'nü kazanmış, Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde ile de 2019 ödülünün finalistleri arasına gimiştir. 
•    2015’te Polonya Kültür ve Doğal Alan Bakanlığı tarafından özel bir edebiyat ödülüne layık görülmüştür. 
•    Bunun yanı sıra yazar, Polonya’nın en prestijli edebiyat nişanı olan Nike Ödülü'ne layık görülmüştür. 
•    Yazarın dokuz romanı ve üç kısa hikâye derlemesi, pek çok dile çevrilmiştir. 
•    Yazarlığın yanı sıra Tokarczuk, Polonya Yeşiller Partisi üyeliğini sürdürmekte ve aktivist faaliyetlerde bulunmaktadır. 
•    2018 Nobel Edebiyat Ödülü'nün sahibi olmuştur.

(Kaynak: https://timas.com.tr)


KİTAPLARIN İZİNDE

Aynalı – Fuat Sevimay (İthaki Yayınları, Aralık 2021, Roman)

Kenar Mahalle’nin çeşit çeşit yolları, o yollarda kimi iyi kimi kötü, kimi dertli kimi gamsız yolcu. İçlerinde bir şey, biri kalp diyor öteki yürek. Bozacısı hurdacısı, tezgâhtarı işsizi, hademesi öğretmeni, dillisi dilsizi, Yetim’i Leblebi’si, kadını erkeği, genci ve yaşlısı koyun koyuna.
Fuat Sevimay, Aynalı romanıyla insanı tüm yönleriyle ele alırken sonunu kimsenin kestiremeyeceği bir hikâye sunuyor okura. Çarpıcı konusu, ustaca örülmüş kurgusu ve özenli diliyle üstünde durulması gereken, uzun zaman unutulmayacak bir roman.
“Aynalı’dan yansıyan sensin. Zeynep’in kaderi senin kaderin. Kalender’in aşkı senin aşkın. Kaderi ve aşkı sorgulayacaksın. Sorgulamamayı öğreneceksin. Ve sonra yine sorgulayacaksın. Ve sonra.... Ve sonra...”


Göçenlerin Ardı Kapı Duvar – Ferhat Eroğlu (Sel Yayıncılık, Kasım 2021, Öykü)

Ferhat Eroğlu, ilk öykü kitabı Göçenlerin Ardı Kapı Duvar'da, yaşamları tarihin sayfalarına geçmeyen, kayboluşlarının izi dahi bulunmayan karakterlerin peşinde dolaştırıyor okuru. '90 sonrası Türkiye'sinde, Ankara'nın varoşlarında, şehrin bağırsaklarında geçen bu öyküler, yazarın tarihçi yönünün de etkisiyle, tarihe ve yaşadığımız topraklara farklı aynalar tutuyor.
"Ne yaşadıkları acı hayat hakkıyla anlaşılabildi, ne ölümleriyle ilgili tutulan evraklar önemsendi, ne de arkalarında palamut çarşafından gayri evrak-ı metruke kaldı."


Denemek Sapmak / Çekmeceler Kitabı: 2 – Enis Batur (Sel Yayıncılık, Ekim 2021, Deneme)

Sesler ve görüntüler, kalıcı izler mi? Büyük, baş edilmez bir korku bana onları toplattırıyor öteden beri. Toplamaktan vazgeçebilecek ölçüde dinginlik bulacağım bir eşik çizeceğim, umudum beni hırpalıyor, yoruyor. Beklemekse, içeride bir yerde, ola ki henüz uzakta, kendimin bekçisi, korkuluğu, totemi olabilirim de. Kendimin maketi, taşlaşmış gövdesi, hareketsizliğinde kıpır kıpır ifadesi. Bir tek bilgi yetiyor ama, dik tutmaya çalıştığım duyguları yıkmaya: Nöbeti devraldım, devredeceğim, bunu yadsısam bile: Birikmiş imgelere kattığım imgeler: Burada daha önce bunlar yoktu, onları ben üstüste, yanyana, içiçe dizdim. Benim yazım bu.


İradenin İyimserliği / 2000’lerde Türkiye’de Kadınlar – Der. Aksu Bora (İletişim Yayınevi, Kasım 2021, Araştırma-İnceleme

İradenin İyimserliği, 2000’lerin Türkiyesi’nde kadınların varoluşunun cephelerini anlatıyor. Emek pratiklerinde, sanatta, sporda... sanal âlemde... milliyetçi ve muhafazakâr muhitlerde... edebiyatta, sinemada ve televizyon dizilerindeki temsillerinde... ve elbette feminist siyasi etkinliklerinde... kadınlar hakkında yazılan hikâyeler ve kendi hikâyelerini yaratan kadınlar...
Aksu Bora’nın hazırladığı derlemede onun yanı sıra Ahu Antmen, Sema Aslan, Emek Çaylı Rahte, Zehra Çelenk, Gözde Çerçioğlu Yücel, İlknur Hacısoftaoğlu, Binnaz Saktanber, Burcu Şenel, Funda Şenol Cantek, Nagehan Tokdoğan, Figen Uzar Özdemir, İlknur Üstün, Özlem Yeniay ve Nevin Yıldız’ın yazıları yer alıyor.



 

Editör: Haber Merkezi