YAĞIZ BARUT/ İZ GAZETE- İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın (İzBBŞT) oyuncularını yakından tanımak, yaşam hikâyelerini öğrenmek ve tiyatro sanatının değerlerini topluma yansıtabilmek amacıyla başlattığımız söyleşi serisinin 16’ncı konuğu, Tavşan Tavşanoğlu oyununda ‘Lucie’ karakterini canlandıran Dalya Kilimci oldu.

Sanatçı bir ailenin içinde büyüyen ve çok küçük yaşlardan itibaren sanatın farklı alanlarında yoğun çalışmalar içine giren Dalya Kilimci ile devlet tiyatrolarından özel tiyatrolara, eğitmenlikten İzmir Şehir Tiyatroları sürecine kadarki tüm sanat mücadelesini konuştuk. Devlet Tiyatroları’nın eleştiren, söz söyleyen bir yapıdan, Türkiye’nin güncel konjonktürüne hizmet eden bir yapıya dönüştüğünü ve bu nedenle istifa ettiğini kaydeden Kilimci, İzBBŞT’de ise özgür olduğunu ve Genel Sanat Yönetmeni Yücel Erten’le çalışırken ‘oyunculuğun sonsuz bir süreç olduğu’ fikrini pekiştirdiğini vurguladı.

SANATÇI BİR AİLE

Dalya Kilimci kimdir? Okurlarımıza nasıl tanıtırsınız kendinizi?

Eylül 1988’de İzmir’de doğdum. 9 aylıkken annem ve babamın evliliğini bitirme kararı alması nedeniyle, İzmir’den Ankara’ya taşındık. Çocukluğum Ankara’da geçti. Ankara Devlet Tiyatrosu sanatçısı Ayça Önal’ın kızı, tiyatro ve sinema sanatçısı Yıldırım Önal’n torunu olarak sanatçı bir ailenin çocuğuyum. Matematik öğretmeni anneannem tiyatroya merak salıp Devlet Tiyatroları’nda suflör olarak çalışmış ve oradan emekli olmuş. Bu nedenle 3 yaşından beri benim de tek meslek hayalim oyuncu olmaktı. Annemin provalarına katılırdım çok küçük yaşlarda. Okuldan kaçıp onunla birlikte tiyatroya, seslendirmeye gider; onunla birlikte ezber tutardım. Annem, öncelikle konservatuvarda bale eğitimi alıp sonra oyunculuğa geçmiş. Kendisinin dedemden görmüş olduğu disiplin gereği, ben de önce uzun süre bale eğitimi aldım. Aynı anda buz pateni eğitimi aldığım, oradan çıkıp keman dersine gittiğim, bale yaptığım, dört yaşında okuma yazma öğrendiğim yoğun bir dönem başladı o yaşta hayatımda. Abim Dolun Doyran, tiyatroya geçmeden baleyle devam etti, şu an İzmir Opera ve Balesi baş baleti. Annem, bize aktarabileceği sanatsal eğitim için çok büyük bir hızda hareket etmeye çalışmış. Kendisini kan kanserinden kaybettikten sonra fark ettik tabii bunun nedenini. Biçilmiş bir ömürde hızlandırılmış bir eğitim ile annem bizi hayata hazırlamaya çalışmış. Bazı şeyleri küçük yaşta fark edemiyor insan.

ANNEYLE AYNI SAHNEDE

Annenizle bir oyunda oynama fırsatı bulmuşsunuz o yıllarda. Biraz bundan bahseder misiniz?

1998 yılında, ben henüz 9 yaşındayken, Ankara Devlet Tiyatrosu’nda Ecder Akışık’ın yönettiği ‘Kanlı Düğün’ oyununun kastı asıldı. Bu oyunda annem ‘Ölüm’ü oynayacaktı. Oyunda 3 tane genç kız rolü var, ikisinin karşısında isimler yazıyordu fakat diğer genç kızı kimin oynayacağı belli değildi. Ben bunu görünce tutturdum diğer genç kızı ben oynayacağım diye. Annem, ‘Olmaz kızım, konservatuvardaki öğrencileri alıyorlar, çocuk değil genç kız kastı’’ dese de o kadar çok ısrar ettim ki, illallah edip Ecder Akışık ile konuştu. O da pazartesi günü seçmeye katılmamı söyledi. Okulu asıp seçmeye girdim ve o role seçildim. Bu annemin hayatını kaybetmeden önce sahneye çıktığı son oyundu ve ben bu oyunda annemle birlikte ilk ve son kez bir sezon boyunca tiyatro oyununda oynamış oldum.

‘SİZİ İMTİYAZLI SANIRLAR’

Peki, sanatçı bir ailede büyümek üzerine neler söylersiniz?

Böyle bir ailede büyümenin iyi tarafları olduğu kadar zor tarafları da var elbette. İnsanlar imtiyazlı olduğunuzu düşünür, mutlaka yaptığınız işlere kulp bulunur. Üstünüzdeki sorumluluk duygusu çok fazladır. Birilerinin kızı yahut oğlusunuzdur, bazen varlığınızı kanıtlamak için kendinizi ailenizden ayrı tanımlamak istersiniz, ancak bu mümkün değildir, bunun dezavantaj değil avantaj olduğunu algılamanız biraz uzun sürebilir. Benim de öyle oldu, dedemin ve annemin de başarılarıyla gurur duymayı, onlardan bağımsız değil, içinde büyüdüğüm ortamın avantajlarını kullanarak yoluma devam edebilmeyi zaman içinde öğrendim.

‘EĞİTMENLİK DE YAPTIM’

Konservatuvar eğitimi ile de çok erken yaşta tanışmışsınız. Akademik hayatınızdaki süreçleri nasıl özetlersiniz?

Konservatuvar bale sınavına hazırlandım ilk olarak, Binnaz Dorkip ile uzun süre çalıştım. Akşamına da Devlet Tiyatrosu’nda oyun oynuyordum. Sınavlara hazırlanırken annemi kaybettim. İzmir’de yaşayan babam ile yaşamaya başladım. Ben bale eğitimi alabilmek için Hacettepe Üniversitesi’nin sistemine hazırlanıyordum fakat Dokuz Eylül Üniversitesi’nde bu süreç biraz daha farklı işliyor. Bu nedenle çok fazla devam edemedim baleye. Ancak annemden sonra da bayrağı babam ve anneannem aldı. Babam çok istiyordu benim oyuncu olmamı. Devlet Tiyatroları’nın içinde büyüdüğüm, her türlü değişimi gözlemleme fırsatı bulduğum için, ‘Buradaki sistem yavaş yavaş bozuluyor mu?’ diye bir öngörü ile acaba başka bir alanda eğitim mi alsam ya da Devlet Tiyatroları’nda değil de başka bir alanda oyunculuk mu yapsam diye düşündüğümde, babam çok kızardı. Lisedeyken de babamı kaybettim ve benimle anneannem ilgilenmeye başladı. Dokuz Eylül Üniversitesi GSF Tiyatro sınavına hazırlanırken anneannem baya hastalanmıştı. Sınava en azından ‘Deneyeyim’ düşüncesiyle girdim. Aslında hayalim Ankara’da okumaktı fakat sadece İzmir’deki sınava girebilmiştim ve 17 yaşına basmak üzereyken İzmir’in sınavını kazandım hemen ardından anneannemi kaybettim. Okuldaki ilk iki yılım çok çekingen geçti, hatta bırakmayı bile düşündüm. Ancak bununla da baş etmeyi öğrendim ve eğitimimi sürdürdüm. Okul boyunca çeşitli oyunlarda yer aldım. Yine Hülya Nutku hocamın yönlendirmesi ile Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde eğitmenlik yaptım. Eğitmenlik yapabileceğimi Hülya hocam sayesinde anladım. Öğretirken daha fazlasını öğrenme isteği bana eğitmenliği çok sevdirdi. Sınavlara birçok öğrenci hazırladım, çeşitli yerlerde tiyatro ve hareket eğitmenliği yaptım.

BU DÜZENİ KABUL ETMEDİM

Çok küçük yaşlardan beri tiyatronun içindesiniz. Devlet Tiyatroları geçmişiniz de var. Türk tiyatrosuna, buralardaki sisteme dair eleştirileriniz var mı?

Devlet Tiyatroları’nı çocukken gözlemleme fırsatı bulduğum hali ile bugün geldiği hâl çok farklı. Devletin Tiyatrosu; eleştiren, söz söyleyen bir yapıdan, Türkiye’nin güncel konjonktürüne hizmet eden bir yapıya dönüştü. Bu nedenle benim Devlet Tiyatroları’ndaki sürecim de kâbusa dönüşmeye başlamıştı. Oradaki taht oyunları, kulis savaşları içinde ne yapacağımı bilemedim. Tiyatro yapmayı çok istiyordum ama istediğim bu şekilde değildi. Biraz idealist bir tavırla istifa ettim. Bu da o dönem hem Devlet Tiyatrosu’nun kendi bünyesinde hem de dış çevrede büyük olay oldu. Evet, mesleğin tiyatroysa, bunu yaparken de para kazanabiliyorsan bu çok büyük bir lüks. Ancak içerik olarak beni tatmin etmeyen bir yapıda bulunmak istemedim, düzenli maaş ile sanatçılığın ayrıldığı ince çizgi benim kendimi durdurduğum nokta oldu. ‘Gerekirse tiyatroculuğu bırakırım ama bu şekilde tiyatro yapmayacağım’ düşüncesiyle İstanbul’a gittim. Burada hayatımı idame ettirebilmek için sevmediğim bazı projelerde, dizilerde, çocuk oyunlarında, reklamlarda yer aldım. Yine bir sürü değerli tiyatroda sahne aldım, beni çok heyecanlandıran işlerin kıyısından döndüm. İstanbul piyasasında kendime pek yer açamadım. İstanbul’da kendine yer açabilmek iyi oyuncu olmaktan bağımsız zor bir zanaat. Bunu yapabilene de gerçekten saygı duyuyorum, çok zor bir şey çünkü. İstanbul’da seçmelerine girip kazandığım tiyatroların da mantalite olarak dizi sektörüne benzemeye başladığını görünce İstanbul’da tutunmaya çalışmak bana anlamsız gelmeye başladı.

‘HAYALİMİZ GERÇEKLEŞTİ’

Bundan sonra İzmir’e geldiniz sanıyorum, İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’na katılma süreçlerinden bahsedebilir misiniz? Sizi bu öykünün içine çeken ne oldu?

‘İstanbul’da yaşamak istemiyorum’ dediğim süreçte, çekimleri İzmir’de yapılacak bir dizi ile anlaştım. Dizi iptal edildi ama ben İzmir’e dönmeye karar vermiştim. İlk geldiğimde kafelerde çalıştım. Sonrasında Uluslararası İzmir Kukla Günleri ile yollarımız kesişti. Burada Türkiye’yi temsil eden bir çalışma yaptık ve ben tiyatroya geri döndüm. Abim ve bir arkadaşımızla Bostanlı’da hem bale hem tiyatro eğitimi veren bir sanat okulu açtık. Çok emek verdik, harika bir kadro kurduk, kısa sürede çok insana ulaştık fakat pandemi başlayınca, Türkiye’nin güncel durumu ile baş edemeyeceğimizi anlayıp okulu kapatmak durumunda kaldık. Benim en büyük hayallerimden biri İzmir’de bir şehir tiyatroları kurulmasıydı ve bunun içinde yer almaktı. Hülya Nutku ve diğer hocalarım ile her karşılaşmamızda ilk sorduğum sorulardan biri bu olurdu hep. ‘Oluyor, oldu, olacak’ derken İzmir Şehir Tiyatroları’nın kurulacağı, sınavlarının yapılacağı açıklandı. Çok büyük bir heyecandı, öğrencilik zamanlarımızdan beri birçoğumuzun hayalini kurduğu şey gerçek olacaktı. Ben de yoğun bir hazırlanma sürecinden sonra sınavlara girdim ve İzBBŞT’nin bir üyesi olma hakkı kazandım. Benim için her açıdan çok değerli burada olmak. Bu kadar değerli bir kadroyla çalışmak yıllarca hayalini kurduğum bir şeydi.

‘BURADA ÖZGÜRÜZ’

Bir sezon geride kaldı tiyatronuz adına. Arkada kalan zamanı kendiniz ve belki tüm ekip adına nasıl değerlendirirsiniz?

Burası bence ayrı bir okul gibi oldu bizler için. Benim de hep hayalini kurduğum buydu. Belki aradığımı bulamadığım için diğer yapıların içinde kendi varlığımı sürdüremedim. Oyunculuk bir kere de öğrenip bitirebileceğimiz bir şey değil. Burada Yücel Erten ile çalışmaya başlayınca, oyunculuğun sonsuz bir süreç olduğu fikrimi iyice pekiştirdim. Bu yüzden, geçen bir sezon benim için çok eğitici oldu. Tavşan Tavşanoğlu’nun provaları için ilk defa bir araya geldiğimizde Yücel Erten yönetiminde ne kadar özgür olabildiğimizi gördüm. Kabul görür görmez ama oyuncu olarak bir fikri rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Karşılığında aldığımız cevap da çok üsluplu şekilde, gerçekten bir tiyatro bilgisi ve tecrübesiyle dolu oluyor. Bu beni çok heyecanlandırdı çünkü daha önceki tecrübelerim hiç böyle değildi. Burada bütüne hizmet etmeye çalışan bir kurumuz. Burası star tiyatrosu değil, bizim buradaki amacımız İzmir seyircisine daha önce görmediği bir şey göstermek ve sınırları zorlamak.



DALYA KİLİMCİ’NİN ENLERİ

Tiyatroya dair en büyük hayaliniz nedir?

İnsan olmamızın en büyük zaafı elimizdeki olanakları değerlendirmeden hep daha fazlasını isteme ve sahip olma arzusu. Bu yüzden hayaller kalıcı olamıyor ne yazık ki. Hep daha fazlasını ve daha iyisine sahip olmayı hayal ediyoruz. Benim hayalim, şu an içinde bulunduğumuz çatı altında, çekinmeden, sansürlenmeden, yeni yaratımlarda bulunmaya devam etmek. Üretmek, vazgeçmemek, tam olarak yaptığımız işin kalitesini koruyup, eskiyi yıkmadan ama yeniye fazlasıyla yer açan bir tiyatro olmak.

Bugüne kadar oynadıklarınız arasında en sevdiğiniz rol ya da oyun hangisi oldu?

Oyunun bütününü oynamadım ama İzmir Şehir Tiyatroları sınavına hazırlanırken Heather Raffo’nun ‘Arzunun Onda Dokuzu’ diye bir oyun çalıştım. Oyun tamamen gerçek dokuz farklı hayat hikâyesinden oluşuyor. Oyundaki Ümmü Geda karakteri beni şu ana kadar en zorlayan ama en keyif aldığım rollerden biri oldu.

Oynamadığınız ancak oynamayı en çok isteyeceğiniz oyun hangisi?

Okulda çok fazla rol çalışma fırsatı yakaladım. Hocalarımız bize çok fazla oyun okumamız, karakter çalışmamız için çok fırsat verdi. Bir dönemde Antik Yunan oyunlarından başlayıp, klasik oyunlar, Shakespeare ve modern oyunlardan roller çalışmamız gerekirdi. Bu süreçte beni heyecanlandıran çoğu metindeki karakterleri oynama fırsatı buldum. Şimdi ise bana İzmir Şehir Tiyatroları’nda verilen, verilecek olan herhangi bir rolü en iyi şekilde canlandırmayı hayal ediyorum.

Birlikte oynamayı en çok isteyeceğiniz oyuncu kimdir?

Annem ille birlikte çalışma fırsatı buldum. Hayatın mucizesi işte. Dedem Yıldırım Önal ile de aynı sahneyi paylaşabilseydim keşke.

Tiyatroya veya yaşama dair en çok ilham aldığınız isim kimdir?

Açıkçası kişilerden çok fazla ilham almıyorum. Kişiler bana güven ve destek verebiliyor, onlardan etkileniyorum elbette ama bana daha çok ilham veren şey yaşamın kendisi oluyor. Klişeleri seviyorum. Okuduğum bir şey, izlediğim bir şey, tecrübe ettiğim bir an, yazdığım metin… Bunlar bana ilham oluyor.

Editör: Haber Merkezi