SEVAL DENİZ KARAHALİLOĞLU / İZ GAZETE - Çingeneler, kıyıdakiler, vapurlar, martılar, deniz ve mavi, Ahmet Rüştü Doğan’ın 50 yıllık resim yolculuğunun satır başlarını oluşturuyor. İzmir’i anlattığı tablolarıyla bizi çocukluğumuza götürüyor, anılarda hayal gibi kalan İzmir’i renklerine boyuyor. Büyük ebatlı tablolar üzerine çalışan sanatçıyla, bir hayat boyu süren resim serüvenini konuştuk.

Resme nasıl başladınız?

Resme ilk olarak çocukluğumda sevdiğim kovboyların tabanca resimlerini çizerek başladım. Beni mahalleler arası yarışmalara götürürlerdi. En iyi tabancayı ben çizerdim. Sonra da manavlara kavun karpuz resimleri çizerek para kazanmaya başladım. Ortaokulda ise klasiklerden etütler yapmaya başladım. Özellikle İspanyol ressamlar ilgimi çekiyordu. Daha sonra da renkleri nasıl kullandıklarını anlamak için de Cezanne ve diğer empresyonistleri incelemeye başladım. Onların çizimlerini kopyalayarak alıştırmalar yaptım. Resim maceram böyle başladı.

Sizi resme kim yönlendirdi?

Babam alçıdan hayvan heykelleri yapardı. Severdim işlerini. Ağabeyim de sinemayla ilgilenirdi ve hayatımdaki seçimlerim de ağabeyimin payı büyüktür. Daima beni korumuş, bana destek olmuştur. Hep sanatçı olmak istedim. Buca Lisesi Edebiyat Bölümü okul birincisi olmama rağmen resim bölümünü tercih ettim. Benim okuduğum dönemde okul birincileri üniversitenin her bölümüne sınavsız gidebiliyordu.

Resim sizin için ne ifade ediyor?

Resim benim için aşkın kendisidir. Kafamızdaki her şeyi, içimizdeki tutku, sevgi, acı, sevinç gibi duyguları karşı tarafa yüklediğimiz imgelerdir. Hayatın bütündür. Bende bütün duygularımı resme yüklüyorum. Resim duygu ve bilgi işidir. Bilgi deyince, resmin bütün serüvenine bakıyoruz. Kim ne yapmış, ne üretmiş ve ben neredeyim? Bilgi, renk, çizgi, kompozisyon, süslemeler, açık ve koyu lekeler bir resmin hikayesini oluşturuyor. Resimlerin mutlaka bir alt hikayesi yani konusu olmalı ki bütün resimsel bilgiyi buraya yükleyebilesin. Zamanla resimdeki bütün unsurların dört temel kavrama dayandığını öğrendim. Bir ışık, ışığı iyi kullanan ressamlar iyi eserler yapıyor. İki renk, renk bütün resmin hakimidir. Onsuz duygular aktarılamıyor. Üç lekeler, acık ve koyu kavramı lekelerle anlatılır. Dört kompozisyon ve biçim hakimiyeti. Bütün bunları resme aktarmak için çok çalışmak yani tekniğe hakim olmak gerekiyor. Resimde ustalaşmak denilen şey bu. Ben de bunu yapmaya çalışıyorum.

Balıkçılar resimlerinizde çok özel bir yere sahip. Balıkçılar sizin için neden önemli?

Balıkçılar emekli olunca patpatlı bir motor alıp denize açılmak isteyen beni temsil ediyor. Hep onların resimlerini yapmak istedim. Eski ustaların, deniz insanlarını yansıtan resimleri beni çok etkilemiştir. Bu insanları yansıtmak için bir yıl boyunca Karşıyaka-Bostanlı’daki balıkçı barınağına gittim ama ne yazık ki bu barınak şimdi yok. Her gün balıkçılarla beraber oldum. Desenler çizdim, etütler yaptım. Balıkçılar önce bana uzaktan baktılar, sonra yaklaşıp sohbete başladılar. Onları dinledikçe yaşamlarının ne kadar zor olduğunu gördüm. Yan yana bağlı teknelerde ağlar temizlenir, yıpranmış ağlar tamir edilirdi. Bazen taze tuttukları balıkları temizler, keyifle yemekler yenir, sohbetler eşliğinde çaylar, biralar, şaraplar içilirdi. Bu insanların hiçbiri doğru dürüst para kazanmıyor. Hayatları çok zor ama yine de denizi çok seviyorlar. Bazen günlerce denizdeler. Bazen de çocuklarının kitaplarını alamayacak durumdalar. İşte bu insanlarla dost oldum, paylaştım ve resimlerini yaptım.

‘Kıyıdakiler’ serisinde İzmir’in bilinmeyen yerlerinde sokaklarda geçip giden insanları görüyoruz. Kıyıdakiler ne anlatıyor?

Resimlerde yapmaya çalıştığım şey hep İzmir’i yansıtmak. Bunu yaparken dışladığımız, görmezden geldiğimiz, ama hep göz önünde olan insanları yansıtmaya çalıştım. Bu serideki resimler de bunlardan biri. Kıyıdakiler. Her gün, kış hariç deniz kıyısına gelip oltaların atarlar, akşam olana kadar o deniz kıyısında oturup sohbet ederler. Yemeklerini yerler, içeceklerini içerler. Nasıl balık tuttuklarını anlatırlar. Bu insanlar evlerinde mutsuzlar, çoğu kaçıp buraya gelir, bazıları da burada tuttukları balıkları satarlar. Karınlarını doyururlar. Çoğunun bisikletleri var. Yanlarında sadık dostları köpekleriyle gelirler. Resimlerimdeki renkler yumuşak ve erimiş haldeler. Sanki kaybedilmiş yaşamlar gibi belirsiz görünürler. Hem varlar, hem yoklar. Hüzünlü yaşamlar, sakin, durgun, az renkli yaşanan hayatlardan küçük kesitleri yansıtırlar.

Çingeneler resminizin en zengin bölümünü yansıtıyor. Çingeneler neden sizin için bu kadar önemli?

Çingeneler serisi için, çok sevdiğim ve çocukluğumda yan yana yaşadığım insanları konu eder. Sokak sokak mahallelerini gezdiğim yerlerde şimdi lüks konutların yapıldı. Mavişehir’de eskiden Çingene Mahallesi olan yerde bir yıl aralarında geçirdim. İlk gittiğimde, evlenince orada kalacağımı bilmiyordum. Mahalleli beni belediyeden sandıkları için bana çok kötü bakıyorlardı ve daha sonra beni dövmeyi planladıklarını söylediler. Ben de onların yaşamlarına saygı duyduğumu ve onların hayatlarını resimlemek istediğimi anlattım. Yaşamlarını, atlarını, arabalarını, evlerini, hayvanlarını resimlerime aldım. Canlı renklerle bu canlı hayatları yansıtmak istedim. Bu resimlerimde kendi tarzımda empresyonist renk anlayışını, hem de gerçeği aktaran tarzı birleştirerek yansıtmaya çalıştım. Son çalışmalarımda yine Çingenelere geri döndüm. Bu seferki büyük boyutlu kalabalık kompozisyonlar tasarlıyorum. Işık, renk, leke, kompozisyon, figür üzerine çalışıyorum.

Çingenelerin hayatlarının nerdeyse her karesini izliyoruz. Nasıl bu kadar ayrıntılı çalışabildiniz?

Yöre yöre dolaşarak eskiz çalışmalarını tamamladığım yerler arasında Güzeltepe, Gümüşpala, Örnekköy, Şemikler, Gürçeşme, Yeşildere ve Çingene Mahalleleri bulunuyor. Bulabildiğim bütün gecekondu semtlerini dolaşıp oradaki yaşantıları resmetmeye çalıştım. Resim çalışırken çok ilginç olaylar yaşadım. Mesela, oradaki Çingene çocuklarıyla oturup konuşmak, onları seyretmek, onları yaşamak çok farklı bir deneyim. Hem güzelliklerini sunuyorlar, hem de endişeliler. Kimisi hemen gelip soruyor. “Ağabey, ev mi yıkılacak, yol mu yapılacak, yıkım mı var, bir şey mi yapacaksın, elektriğimizi mi keseceksin. Ne olacak?” Bu gibi sorularla karşılaşmak çok ilginç, zaman zaman düşündürücü ve samimi tavırlarını göstermesi bakımından çok hoş. Kimisi de gelip “A çok güzel çiziyorsun, sen ressam mısın? Bayağı güzel çizmişsin” diyor. Güzel yani. O geleneksel tadı tekrar yaşamak çok hoş. Kimse gelip desen çalışmıyor artık.

Üst üste binmiş evler, daracık ara sokaklar ve gecekondular sizin için ne ifade ediyor?

Çocukluğum gecekondularda geçti. Resimlerimde Gültepe’nin en yoksul mahallelerini görürsünüz. Çoğunlukla işsiz ve cahil insanlar. Kadınların bir kısmı genelevde çalışıyor. Erkekler barlarda kabadayılık, çocuklar ise hırsızlık yapıyorlardı. Ben ise kitap okuyan, resim yapan, oradaki insanlara göre deli biriydim. İyi resim yaptığım için mahalle arası yarışmalara götürülen, kitap okuduğu için cebine kitap parası konan kişiydim. Ben buradaki yaşamı hiç unutmadım. Bu insanlara hep minnettar kaldım. Onları resimlerimde yansıtmaya çalıştım. Deniz ve denizin çevresindeki tepelerdeki gecekondularda yaşanan yaşamlar resimlerimde böyle yer alıyorlar.

Bizim çocukluğumuzda oyuncaklarımız yoktu, Vapurlarımız vardı diyen şairin dizelerini anımsatan şiir gibi vapurlar süzülüyor resimlerinizden.

Vapurlar, çocukluğumun en heyecanlı ve eğlenceli saatleri. Vapura binip vapurla yarışan yunusları seyreden bir çocuktan daha mutlu bir şey var mıdır bilemiyorum. Vapurlar benim hayatım. Benim çocukluğumda en sevdiğim şey, Konak'tan Karşıyaka'ya vapurla gitmekti. Denizde yunuslar atlardı ve ben de yunusları seyretmeyi çok severdim. Bu 40 - 50 yıllık kanıma işlemiş bir zevktir. Karşı tarafa hep vapurla geçmeye çalışırım. Denizi ve insanları seyretmek, orada çay içmek, çevredeki ışık değişimini görmek. Yani, içinde yaşamaktır. Zaten bunlar birebir peyzajdır. Bunlar tamamen benim yaşantım. İçime işlemiş her şey var orada. Mesela uzaktaki ve yakındaki gemiler. Turan Engin'in oğlu vapurları görünce çok hayret etti ve bana “Sen gemileri öyle bir yarıştırmışsın ki, uzaktaki gemiler daha büyük, önde gemiler daha küçük. Bu, genel perspektife aykırı. Mesela, öndeki geminin daha çok işlenmesi gerekir ve arkadakinin daha flu olması gerekirken sen, arkadakini gemiyi çok işleyip, öndeki gemiyi daha flu bırakıyorsun ama öyle bir denge yakalamışsın ki hiçbir şey yadırganmıyor” dedi. Bu benim bir istifleme özelliğim, bir yığın veya resmi düzenleme isteğidir.

Resimlerde sanki deniz, gecekondular, vapurlar sanki iç içe geçmiş gibi duruyor. Öyle değil mi?

Resimlerimin kaynağını deniz, denizdeki vapurlar, denizin kıyısına yerleşmiş ve benim yaşadığım o gecekonduların yığılmaları ve tatil yerlerinde gezinen bisiklet oluşturuyor. İzmir'in kendine ait o düş havasını, o güzelim havayı vermek için yapılan çalışmalar bunlar. Tamamıyla, masalımsı, düşsel, imgesel, kimi zaman çocuk resmine benzeyen, kimi zaman naif resim olarak adlandırılan kimisinin de burada “renkler erimiş” dediği farklı bir iş çıktı ortaya. Gerçekten de öyle çıktı. Bu resimlerimi Dikili Festivali’nde sergilediğimde, sergiyi gezen Vedat Türkali bana “Senin resimlerinde gecekondular, vapurlar, sokaklar var ama hiç insan yok. Resimler insan yaşamından izlerle dolu. İnsan gözükmemesine rağmen, insana ait bütün yaşanmışlıklar hissediliyor. Onların seslerini, acılarını, sevinçlerini görebiliyorum. Kullandığın imgelemlerle bunu çok iyi yansıtıyorsun. Resimlerinde yaşanmışlık var. Samimi ve güzel resimler” demişti. Gerçekten, resimlerde benim yaşadığım her şey vardı. Çocukluğumu olduğu gibi yansıtan samimi çalışmalar oldu. Vedat Türkali resimlerimi İstanbul’daki Evim Sanat Galerisine göstermemi istemişti. Ama ben o dönem buna cesaret edememiştim ve büyük ustanın bu tavsiyesini uygulamadım. Bu en büyük pişmanlıklarından biridir.

Neden mavi?

Mavi insanı dinlendiren, var eden, yaşatan, sanki tekrar doğuran bir kavramdır. Beni çok derinden etkileyen bir renktir. Mesela, masmavi bir gökyüzü. Mavinin diğer renklerle birlikteliği de çok güzeldir. Gün doğumları, gün batımları, yağmurlu havalar.

50 yıl sonra geri dönüp baktığınızda resminizi nasıl tanımlıyorsunuz?

Yaptığım bu çalışmalar bende açıklık ve gizem ilişkisini sorgulayan bir bakış oluşturdular. Tarihsel yapı, felsefe, kimlik parçalanmaları, fantastik öğeler, toplum dışına itilmiş sıra dışı kişilikler; bana resimlerimin farklı bir duruşu ve kimliğinin olması gerektiğini öğrettiler. Ben resim yaparken edebiyattan beslenirim. Eserlerinden beslendiğim yazarlar, kendi kimliklerine yani kendi özgün sanat dillerine sahiptir. Yapıtlarında zengin imgeler kullanarak, güçlü anlatılar yakalıyorlar. Bize düz anlayışı, tersten okumayı öğretiyorlar. Ben de resimlerimde kendime ait bir dil oluşturma çabası içindeyim. Alışılmış ışık, perspektif, renk, kavramlarını yıkmaya çalışıyorum. Bunları tersten okuyorum. Bazen lekeci, istifçi, minyatür, çocuk resimlerini andıran imgelerle yüklü çalışmalar yapıyorum. Bütün kavramları harmanlayıp, yerel tatlar ve alışılmış konular üzerine yükleyerek evrensel olmaya çalışıyorum. Basit gibi görünen ama birçok yük taşıyan sade resimler yapıyorum. Renk, doku, boşluk, çizgi, zıtlık, ışık resmin temel öğelerini kullanarak kurgusal ama duyarlı, renge dayalı, samimi resimler yapmaya çalışıyorum.

İzmir aşığı bir ressam olarak biliniyorsunuz. Bir ressamın gözünden İzmir aşığı olmak ne demek?

İzmir beni çok mutlu ediyor, renkli masalımsı bir ülke gibi kimi zaman çok sıcak, kimi zaman da grilere boğuluyor. Yağmur yağdığı zaman, İzmir'in ne kadar gri olduğunu biliriz, gökyüzü zengin grilerle doludur. Ama güneş batarken de dağları, deniziyle bir an farklılaşır ve her şeyiyle kıpkızıldır, ya da gün ortasında bir anda masmavi olur. Orhan Veli'nin dediği gibi “kendimi denize atmak istiyorum”. Hani mavilerin içine. Onun şiirleri gibi İzmir. Mesela, ressam Güven Zeyrek, “senin resimlerin bana tam İzmir'i anımsatıyor. Sen tam bir İzmirlisin” diyor. Gerçekten de İzmir düşsel bir yer. Bin bir gece masalı gibi her rengi, her tonu bulabilirsin. Mavisiyle, deniziyle, vapurlarıyla yaşanacak, yormayan, zorlamayan, insanı mutlu eden bir şehir. Resimleri gören insanlar “ah, senin vapurların” diyebiliyorlar. Dünyada nereye gidersem gideyim, Paris'te bile İzmir'i arıyorum.

Editör: Haber Merkezi