Ünlü öykücü Cemil KAVUKÇU, yeni öykü kitabı Boş Zamanlar’da gerçeklik ile yaşananlar arasındaki uçurumu su gibi aktarıyor bizlere.

Edebiyat, gerçeği temsil eden bir kurmaca dünya ve asıl olarak da temsil yükünü çeken büyük roman kişilerini (kahramanları) yaratmıştı. Edebiyatın gerçekten daha gerçek bir dünya kurma becerisi, temsil özelliğini hep kendi yarattığı kahramanlara kullandırır. Bir zamanlar olumlu bir ilişkiydi bu; ne ki zamanla bu temsil yeteneği de zayıfladı, git gide sönümlendi. Modern zamanlar, zenginleşip karmaşıklaşınca, herhangi bir yaratım öğesiyle bütünüyle temsil edilemez duruma geldi. Artık parçalardan tüme varılacaktı. (Semih GÜMÜŞ- Okumak ve Yazmak)

Modern öykü de geleneksel anlayışın dışında paradoks ve belirsizliği işleyerek kendine sağlam bir çıkış bulmuştur. Bu çıkışta gerçekliği taklit etme yoktur, betimlediği sosyal dünyanın hayali versiyonunu da yaratmaz. Ancak öyle bir edebi biçim kullanır ki yaşanmakta olan hayatın dağıldığını gösterir bize. Okuyucu da buralardan bütüne ulaşırsa başarılı bir öykü ortaya çıkmış olur. 

ana yazı

Parçalı anlatımdan bütünün de resmini çizdiren başarılı öykücülerden biri de Cemil Kavukçu.    Kavukçu, BOŞ ZAMANLAR adlı yeni öykü kitabıyla modern öykünün, toplumsallıktan vazgeçmeden, en iyi yazarı olduğunu kanıtlıyor. 1980’den bu yana öykü yazan Kavukçu 1987’de Yaşar Nabi Öykü Ödülü ile tanınmaya başlar. Daha sonra Sait Faik, Sedat Simavi, Erdal Öz gibi edebiyat ödüllerini sahibi olur. Bugüne kadar yirmiye aşkın öykü kitabı yazan yazar son kitabı ‘Boş Zamanlar’da ustalığının doruğundadır. Teknik mükemmelliğe ulaşırken tekniği hissetmezsiniz. Olay örgüsü detaylandırmadan uzak işlevsel ayrıntılarla verilir. Dil atmosferini öyle kurmaktadır ki metindeki derinliğe kapılır gidersiniz. 

Boş Zamanlar’da altı öykü var. Seksen sayfaya sığdırılmış bir kitap. Her öyküyü dönüp bir kez daha okumanız gerekecek. Anlamsızlığından, zor anlaşır olmasından değil; aldığınız hazzı yeniden yaşamak için. 

İlk öykü bir çocuğun gözüyle anlatılıyor. Annesi çocuk anlatıcıyı nedenini bilmediğimiz sebeplerden dolayı anneannesi, dayısı ve dedesinin yaşadığı (‘Küçücük, kümes gibi, girişi, mutfak ve helayı saymazsak tek odalı teras katındaki evi hiç sevmemiştim’) eve getirir. Mekan sanki canlı bir karakterdir bu öyküde. Asıl önemlisi kurgudaki ironidir. Herkes kendisi değildir. Yazar epifaniye sona saklamıştır. Okuyucu, anlatılan tahtakuruları mıdır, çocuğun hikayesi midir, karar veremez. Dört sayfalık öyküde her başarılı öyküde olan gizem baştan sona kendisini gösterir. Metaforlar yok, betimleme yok, doğrudan ipuçları da. Ancak yaratılan kaos mikrokozmos niteliğindedir. Ancak bir çocuk yüreği kadar hüzünlü ve acıtıcıdır. Bu öykü modern öykünün en yüksek teknikle yazılmış öyküsü belki. Anlatıcının son bölümde tahtakuruları ile annesi arasında bir benzetme kurması birçok olgunun sayfalarca anlatılmasına gerek olmadığının kanıtı gibi: ‘Delikten bir tahtakurusu çıkıyordu. Teslim olmuştu…Birden dayımın kolunu kavradım. Öldürme onu, dedim. Şaşkın şaşkın yüzüme baktı. Neden? Sanki annem gibi yürüyor, dedim, bak. Benim artık öyle bir kardeşim yok, dedi, dayım’…

SAYFANIN TAMAMINA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ

İkinci öykü de çocuk anlatıcının gözüyle anlatılıyor: ÇIKŞİR. Bu öyküde de modern öykünün tüm özelliklerini görmek mümkündür. Yoksulluk vardır ama gözümüze sokulmadığı gibi hiç anlatılmaz bile. Baba görünürde serttir, sevgisizdir. Kreko (evin kedisi) ve şipka (kızılcık sopası) öykünün temel karakterleridir sanki. Kavukçu yine imgelerle anlam yaratarak olağanüstü bir öykü atmosferi yaratmaktadır. 

Boş Zamanlar öyküsü Kavukçu’nun modernizmi zorladığı yer yer postmodernizm tadı veren bir öykü. Sait FAİK’in ‘yazmasam çıldıracaktım’ dediği öyküyü anımsatıyor. Birinci tekil ağzıyla kurgu ve özyaşam sanki içiçe geçmiş. Öykünün son cümlesi bir aforizmadan çok evrensel özdeyiş: Ağır olan insanın kendini cezalandırmasıdır. 

Kavukçu’nun bu öykü kitabını iki bölüme ayırmak olası. İlk üç öyküyü ayrıca incelememin nedeni de bu. Çünkü bundan sonra gelen öykü Fayık ve Diğerleri başlığıyla anlatılan birbirine bağlı üç öyküden oluşuyor. Düşle gerçeğin, sözlü gelenekle hikaye anlatılıcılığın iç içe geçtiği öyküler. Akıp giden, sürükleyici, yer yer Anadolu hikayeciliğini anımsatan bu bölüm Kavukçu’nun mizahi anlatımdaki yetkinliğini, argo ve benzetmelerin ne kadar yerinde yapıldığını gösteren bir metin. 

Son iki öykü de ‘Boş zamanlar’ öyküsünün devamı niteliğinde. Kavukçu’nun bu yeni kitabında alıştığımız yazım kurallarının dışına çıktığını görüyoruz. İki nokta, tırnak işaretlerini artık hiç kullanmıyor.  

Cemil KAVUKÇU’nun bu kitapta kazandırdığı karakterler bizden birileri, yazılanlar geride bıraktığımız, bir parçası olduğumuz kasabalara götürüyor bizi. Orada sıkışıp kalmış, bir türlü içinde bulunduğu yaşamın uzağına düşemeyen bireylerin küçük dünyalarını anlatıyor. Bizim onlarla yüzleşmemizi sağlıyor. Kavukçu, 80 yıllarında da yeni bir sesti. Hala öyle.  

*****************

ANNE BABA KÜTÜPHANESİ

Nihan Kaya ‘İyi aile yoktur’ diyor. Sizce de öyle midir? İnsanın ailesi iyi olmalı mıdır? Ya da bu iyilikten kastımız nedir? Kimine göre iyilik saygı ve sevgi görmek, kimine göre ise ihtiyacı olduğunda yardım etmektir. Nihan Kaya kitabında hepsinden bahsediyor. İyi aile dediğimiz kavramın çocukta travma yaratmayan aile olduğunu, sevgi ve saygı çerçevesinde büyüttüklerini ve çocuğun düşüncelerini ve kendisini önemseyip bağımsız bir birey gibi yetiştirmelerinden bahsediyor. 

İnsan ailesinin iyi olup olmadığını büyüdüğünde fark ediyor. Onları yetiştirdiği için bazı zamanlarda ailesine minnet ediyor, bazen ise “Keşke bunu daha farklı yapsalardı da böyle hissetmeseydim” ya da “Neden bu insanlar benim ailem ki?” diye hayıflanıyor. Evet insan ailesini seçemiyor ama çocuklarını seçebiliyor. Yaşlanınca bize baksın diye, ileride yalnız kalmayalım diye, evde ses neşe olsun diye çocuk sahibi olmayı tercih edebiliyor. Ama çocuğuna çocukken hissettirdiği ya da yaşattığı şeylerin yetişkinlikte onu nasıl etkileyeceğini bilmiyor.

Kitapta toplumun bize koyduğu “ebeveynlik” rolü ve “çocuk” rollerinden bahsediyor. Bir yetişkine davranma şeklimiz, saygı duyma şeklimiz ve empati duygumuzun bir çocuğa karşı da olması gerektiğini tartışıyor. Kendi çocukluğumuza müdahale edemesek de kendi çocuklarımızın çocukluğuna müdahale edebileceğimizden bahsediyor.

Kitapta Alice Miller’ın, Thom Hartmann’dan ve Kurtlarla Koşan Kadınlar kitaplarından örnekler var. Son sayfalarına da Alice Miller’dan kitap önerileri ekliyor. Sadece ebeveynlerin değil herkesin okuyabileceği bu kitap ne olursa olsun çocuklarımıza iyi bir gelecek sunamasak da iyi bir çocukluk verebileceğimizi bize gösteriyor. 

İyi Aile Yoktur, Nihan Kaya, İthaki Yayınları, 2021

Doç. Dr. Ümüt Arslan, instagram: umutarslanizmir
Psikolojik Danışman Öznur Aydın, instagram: pskdanoznuraydin

*****************

SORSAYDIN SÖYLERDİM

                                                                       Handan Gökçek 

Öykü, roman, çocuk edebiyatı ve tiyatro oyunu üzerine eserleriniz var hangi türde yazmak sizin için daha zor ya da daha kolay….?

Benim için hepsi bir yol hikayesi… Maceralarla dolu, sonunda nereye varacağımı bilmediğim, hangi duyguları yaşayacağımı tahmin edemediğim bir yol. Her zaman elimde yalnızca bir mesele olur, bir soru sorarım kendime ve cevabını aramaya başlarım. Sorular ve cevaplarla ilerlerim o yolculukta. Elbette çocuklar için yazmak diğerlerinden çok daha büyük bir sorumluluk olduğu için belki biraz o türde zorlanıyorum. Ama diğer türler için de çok kolay diyemem. Her edebi tür kendi içinde belli zorlukları ya da kolaylıkları var. Öykü daha kısa soluklu bir tür, bir çeşit çığlık atmak gibi, roman ise o çığlığın uzadığı nağmeye dönüştüğü bir yapı. Tiyatro oyunu ise bütün hikayeyi belli bir mekanın içine sığdırmaya çalışırken anlam bakımında sınırsızlığı yakalamaya çalışıyorsunuz. Yazmak kendine ait bir oda, bir çeşit büyü kendi zihninizdekileri, gündüz düşlerinizi hiç tanımadığınız insanların zihinlerine aktarmak, aynı duygu birliğinde zamanı ve mekanı aradan çıkararak buluşmak… 

sorsaydın söylerdim

Dönem romanı yazmak konusunda neler söylersiniz… 

Türkiye’nin yakın tarihini arka plan olarak kullandığım üç dönem romanı var. Ah Mana Mu – Elenika – Ve yokmuş… Sanırım ben okuyarak yazmayı seviyorum. Yazar, tarihsel gerçekliğin üzerine, tarihsel olmayan kurguya dayalı insan faktörünü ve onun yine tarihe konu olmayacak insan çevresini yerleştirerek eserini meydana getirir. Tarihsel gerçeklerin içinde bildiğimiz bütün kahramanların belli özelliklerini kullanarak temsili kahramanlar yaratır. Ben bu oyunu seviyorum. Ve elbette Yaşadığımız toprakların üzerinde geçen hikayelere karşı bir zaafım var. Tarih okumayı da seviyorum ayrıca. Gerçek ve kurmacanın iç içe geçtiği zamanı kırarak başka mekanlar ve bambaşka zamanlarda dolaşmayı ve dolaştırmayı önemsiyorum. 

Okurlarınız ile mutlaka karşılaşıyorsunuzdur ve tiyatro oyunlarınız sayesinde izleyiciler ile okurun karşısında yazar olmak ve izleyicinin karşısında yazar olmak arasındaki fark nedir ?

Okur ile çok sık karşılaşmıyorsunuz. Kitap fuarları, imzalar ve çeşitli söyleşilerde karşı karşıyasınız. Siz okurun karşısında tek başınasınız, onların arasında olamıyorsunuz hep aranızda bir mesafe var, hep karşılarındasınız. Elbette bu da bir yazar için çok keyifli onlarla birebir söyleşerek temas ediyorsunuz ama bulunduğunuz yerde hep yalnızsınız. Tiyatro oyununda ise izleyicilerin arasındasınız, oyunun yazarının yanında oturduğunu bilmiyor izleyici, onlardan birisiniz. İzleyicinin oyunu izlerken fısıldaşmaları, beden dilleri ve mimiklerini izleyerek tepkilerini çözmeye çalışıyorsunuz, bu bir yazar için çok daha keyifli. Aranızda mesafe yok, yalnız değilsiniz. O yüzden hemen hemen her oyunuma gidip bir köşeden izleyiciyi izlemeyi seviyorum. 

*****************

HİKAYELERİN BÜYÜSÜ

Altını ellerinin arasında sıkı sıkı tuttu, ayağa kalktı ama kendini güçsüz ve umarsız hissediyordu; dizlerinin üzerine çöktü, altını çukura bıraktı ve üstünü toprakla örttü. Hayır, altını alıp götürmeyecekti. Bu bir dürüst olup olmama sorunu değildi, İnsanın düşlerini gerçekleştirmesine engel olan iki şey olduğunu anlamıştı: Birincisi düşlerin zaten asla gerçekleşemeyeceği düşüncesi, ikincisi de kader çizgisinin ansızın tersine dönmesiyle bu düşlerin en beklenmedik anda gerçekleşebilir olması…

                                                                                                 Paulo COELHO

                                                                                             Şeytan ve Genç Kadın

*****************

YAZARIN BÜYÜSÜ

"Falakaya yatırıldım, soğutucu denen bir yere kondum. Kafama bir çuval geçirilmiş halde sürekli çıplak tutuluyordum. Burada üç ay geçirdim. "Sonra 'tamam' dediler. 'Yeterince korktu. Bir daha asla hükümete karşı çıkamaz.'

Haklılardı. Tamamen korkmuş haldeydim. Bu korkudan kurtulmak yıllarımı aldı. Çünkü hapisten çıkabilirsiniz ama hapis içinizde kalmaya devam ediyor. Kendinize sansür uyguluyorsunuz, çenenizi kapalı tutuyorsunuz.

 Bu korkuyla 7 yıl yaşadım.

Sonra 'Bu şekilde devam edemem. Kaybedecek bir şeyim yok' diye düşündüm.

Brezilya'da geçmişin gelecek olma tehlikesiyle karşı karşıya olunduğunu düşünerek, ses çıkarmaya karar verdim.

                                                                                                            Paulo COELHO


UYKUDAN ÖNCE

Heves, empati ve ilk arkadaşlık hakkında kalbinizi ısıtacak öykü arıyorsanız Rebecca COBB’un ‘MERHABA ARKADAŞIM’ adlı çocuk kitabını öneriyoruz. Çocukluğun neşesini yakalayan çizimleriyle bu kitabı yavrularınıza zevkle okuyacaksınız. 

…Arkadaşımla birlikte oynamayı çok seviyorum. Oyuncaklarımı onunla paylaşmayı ve birlikte bisiklete binmeyi seviyorum. Eve gidince arkadaşımı çok özlüyorum. Acaba o da beni özlüyor mudur?...

                                                                                                                      Merhaba Arkadaşım

                                                                                                                       Rebecca COBB

                                                                                                                         

Editör: Duygu Kaya