YAĞIZ BARUT/ İZ GAZETE- İzmir Büyükşehir Belediyesi (İBB), özellikle son 2 yıldır ‘kültür sanat kenti İzmir’ kimliğini ön plana çıkaracak çok önemli çalışmalara imza attı. Şüphesiz en önemli çalışmalardan biri de İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın (İZBBŞT) 70 yıllık aradan sonra yeniden kurulması oldu. İBB Başkanı Tunç Soyer’in seçim vaatleri arasında da yer alan Şehir Tiyatroları, İZBBŞT Genel Sanat Yönetmeni Yücel Erten’in Aziz Nesin öykülerinden uyarlayıp yönettiği ‘Azizname’ ile 1 Ekim’de perde açtı.


Biz de İz Gazete olarak İzmir Şehir Tiyatrosu’nun başarılı ve genç oyuncusu Efe Çetinel ile buluştuk; hem İzmir’i ve şehir tiyatrosunun önemini hem de kendi yaşamını konuştuk. Sanat adına geleceğe umutla bakan Çetinel, İZBBŞT’nin de sadece İzmir’de değil Türkiye’de yeni bir kültür sanat alanının açılmasına önayak olacağını ifade etti.

‘TİYATRODA BÜYÜDÜM’

Efe Çetinel’i biraz yakından tanıyabilir miyiz? Ailenizin tiyatro yaşamınıza nasıl etkileri oldu?

1993 senesinde Ankara’da doğdum. Tüm çocukluğum babam sayesinde tiyatroda ya da seslendirme stüdyolarında veyahut Devlet Tiyatrosu Opera ve Balesi Çalışanları Yardımlaşma Vakfı’nda (TOBAV) geçti. 7 yaşımdayken babam Nusret Çetinel, yönetmenliğini Erdal Küçükkömürcü’nün yaptığı Çiçekleri Sarı Kıza Yedirdim isimli bir oyunda oynuyordu. İlham Yazar bu oyunda Hızır diye bir karakteri canlandırıyordu, biraz fırlama bir roldü. Bir gün kuliste Hızır’ın makyajını bana da yaptılar, aynı İlham hocaya benzedim. Sonrasında ‘Hızır Junior’ diye sahneye çıkarmaya başladılar, ilk defa o zaman sahneye çıktım. 8-9 yaşlarımdayken Hisarbuselik diye bir dizide oynadım. O dönemlerde Ayşe Emel Mesci ile tanıştım ve kendisi 2006’da Güngör Dilmen’den Kurban oyununu sahneye koydu. Bir ailenin çevresinde dönen oyundu ve ben de ailenin büyük çocuğunu oynuyordum. Böylelikle Ankara Devlet Tiyatrosu’nda tiyatro serüvenim başlamış oldu. Bir yandan okula bir yandan tiyatroya gidiyordum. Yani çocukluktan beri tiyatroda büyüdüm; hayatımın bir köşesinde hep tiyatro oldu.

'ANNEMİN EMEĞİ BÜYÜK’

2010 yılında da Bilkent Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nü kazandım. Tabi bu sürece kadar üzerimde en büyük emeği olan sadece babam değil aynı zamanda annemdi. Hem tiyatroda hem televizyonda bir şekilde menajerliğimi yapmaya çalıştı. ‘Sanat nedir, sanatçı nedir, sanat neden yapılır, bir sanatçının duruşu nasıl olmalıdır’ gibi soruların cevabını annemde ve babamda buldum.Efe ç

EFE ÇETİNEL VE BABASI NUSRET ÇETİNEL 'BENİ BEKLEME' OYUNUNDA

‘OKUL ÇOK ŞEY KATTI’

Üniversite döneminde İngilizce öğrenmek çok büyük bir katkı sağladı. Aynı zamanda bölüm başkanı Jason Hale ile beraber Bilkent inanılmaz uluslararası bir okul olmaya başladı. Rusya’dan yönetmen gelip Çehov’dan uyarlamalar yapıyor, yabancı dilde oynatıyor. Bu tarz projelerde çalışma şansım oldu. Jason Hale, hem pedagojik hem de teknik anlamda çok etkili biriydi. Çok değerli yabancı ve Türk hocalarla çalıştık. Benim için belki de çocuklukta sahneye çıkmamdan daha değerliydi. Evet, sürekli sahnede olmak okulda bana daha farklı bir rahatlık veriyordu ama okul bana çok daha fazla şey kattı, perspektifim çok genişledi. 2017 yılında mezun oldum ve o yıl Ankara Sanat Tiyatrosu’nda Yeşim Dorman’ın yazdığı Beni Bekleme diye bir oyunu, babam ve Yeşim Dorman’la birlikte üçümüz oynadık. 

Sonrasında yine Ankara Devlet Tiyatrosu’na geçtim. Bertolt Brecht'in Küçük Burjuva Düğünü isimli oyununu Cem Emüler ile birlikte yaptık ancak devlet tiyatrosunun içinde dönen ve kurumsal yozlaşmanın sebep olduğu ‘mesleğini yapamama’ tatminsizliğini yaşamaya başladım.

‘AYAKLARIM GERİ GİTTİ’

Sanatçıyı memurlaştırmaya çalışan bir anlayıştan mı bahsediyorsunuz; nasıl bir tatminsizlik?

Aslında şöyle; tabiri caizse ‘isteyenin borusunu öttürebildiği’ içten içe bir memurlaşma zaten vardı. Bunu herkes görebiliyordu ve ciddi bir itibarsızlaşmaya da yol açılmıştı. Repertuar konusunda çok geride, tiyatroya kimin girip çıktığı belli değil, Edebi Kurul denilen şey nasıl işliyor kimsenin haberi yok; yani vasıfsız bir çalışma ortamı oluşturuldu. Bu da profesyonelliğe çok aykırıydı. Dolayısıyla artık orada bir tat alamamaya başladım. Açık söylüyorum ayaklarım geri geri gitmeye başladı.

İZMİR’E KOŞA KOŞA GELDİM

İzmir’e nasıl geldiniz?

İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları (İZBBŞT) sınav açınca koşa koşa geldim. Şehir Tiyatroları gibi bir kurumda yer almak, İzmir’deki 70 yıllık hayali gerçekleştirmek ve bir de bunun ilk oyununda oynamak, tarihe adını yazdırmak gerçekten çok gurur verici bir şey… Böyle olunca ayakların geri gitmiyor, sanat adına bir şey yaptığını hissediyorsun, bu çok önemli...

‘İYİ İŞLER BÖYLE ÇIKAR’

Topluma karşı da bir sorumluluk hissediyorsunuz tabii.

Elbette… Hem topluma hem sahneye hem aileme ve kendime karşı hissettiğim geniş bir sorumluluk alanı aslında. O sorumluluğu hissedebildiğiniz kadar tiyatro yapabilirsiniz.
İzmir Şehir Tiyatrosu’nda genel sanat yönetmeninden teknik ekibine kadar o kadar dinamik, birbirine sahip çıkan bir oluşum var ki bu da beni çok memnun etti. Şu çok temeldir; ekibin tamamının içindeki uyum sahneyi fazlasıyla etkiler. Ekibin böyle olması ‘iyi bir şeydir’ anlamında da söylemiyorum, ‘bu iş başka türlü asla yapılamaz’ diye düşünüyorum. Çünkü iyi işlerin hep böyle çıktığını gördüm. O yüzden de çok memnunum; İzmir Şehir Tiyatroları’nda olmaktan ve mesleği burada yapmaktan…

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, kültür sanat alanında sadece tüketmeyi değil aynı zamanda üretmeyi de vaat ediyor. Bu anlamda önemli çalışmalar da yürütülüyor. Siz İzmir’deki üretimi Ankara’dan gelen bir tiyatrocu olarak nasıl görüyorsunuz?

Üretim konusunda bütün şehirler aslında kısır. Bunun belediyecilikle değil, paraların nereye harcandığıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de bugünkü koşullar altında herhangi bir şey yapmak zaten çok zor. Öte yandan bilgi çağında yaşıyoruz ve ben Avrupa’da sahne sanatlarında neler yapıldığını rahatlıkla görebiliyorum. Belli ki buna çok ciddi bir bütçe ayrılıyor ve insanlar yıllarca çalışıyor. Peki Türkiye, sanatçının tok yaşadığı bir ülke olsaydı daha iyileri yapılamaz mıydı; çok daha iyileri yapılırdı. Ama bizde bir şeyi üretmek adına tüm imkânlar zorlanıyor. 3 parça kumaşla 7-8 oyunu götürmeye zorlandık hayatımız boyunca. Gönül ister ki çok fazla özel tiyatrolar, farklı farklı kumpanyalar olsun. Rekabet olsun. Seyirciye seçme şansı vermek çok önemli. Ne kadar iyi tiyatro olursa o kadar fazla seyirci ve bilinçli sanat tüketicisi olur.

‘TÜRKİYE’YE ÖRNEK OLACAK’

İzmir Şehir Tiyatrosu’nun da buna hizmet edeceğini düşünüyorsunuz yani.

Tabii ki. Özgür ve özgün sanata dair şeyler hemen olmuyor, gerçekten kan ter akıtmak gerekiyor çünkü ‘hak verilmez alınır ülkesi’nde yaşıyoruz. Bu anlamda ben ileriki süreçlerde İzmir Şehir Tiyatrosu’nun uluslararası festivallerde rolü olacağına hatta İzmir’de uluslararası festivallerde başrol oynayacağına inanıyorum. Bu vizyonda bir tiyatronun da tüm kente ve tüm sanatçılara katkısı olacak. Ayrıca İZBBŞT’nin sadece İzmir’de değil Türkiye’de yeni bir kültür sanat alanının açılmasına önayak olacağını görüyorum. Çünkü İstanbul’da da artık fırsat alanı kalmadı. Arkadaşlarımız ya mesleği bırakıyor ki bu çok acı bir şey ya da TV dizilerinde ne iş gelirse oynamak durumunda kalıyorlar. İstanbul’da şehir tiyatroları sınav açamıyor, devlet tiyatrolarının durumu zaten belli, özel tiyatrolara kuruş ödenek verilmiyor hepsi kendi yağında kavrulmaya çalışıyor. Genç insanlar İstanbul’da da yer bulamıyor, azıcık aldıkları paralara öyle pahalı bir kentte de yaşayamıyor. O yüzden İZBBŞT’nin gerçekten sanat anlamında ciddi bir başlangıç olduğunu düşünüyorum.

‘AZİZNAME BİR TOKATTIR’

İZBBŞT’nin açılışını Azizname’yle yaptınız. Türkiye’de çok uzun yıllardır oynanan bu oyun için ‘Yine mi Azizname’ diye eleştiriler de yapıldı aslında ama oyunun güncelliğini hiç yitirmemesi ve Türkiye’de hiçbir şeyin değişmediğini gösteriyor olması bence kıymetli. Siz ne dersiniz?

Maalesef öyle… Yücel Erten hocamızın bu tür eleştirilere verdiği, “Türkiye değişsin ben de Azizname’yi sahneye koymayı bırakayım” yanıtı çok haklı. Azizname, ‘çok iyi oynuyoruz’ denilerek sahnelenmiyor ki! Hâlâ daha güncelliğini koruduğu için sahneleniyor. Azizname taşlamanın ötesinde en güzel tabiriyle bir tokat niteliği taşıyor. Ve bu tokat yıllardır yenilebilen bir tokat! Evet seyirci güldürüyü seviyor ama içten içe de ‘kendinize gelin’ anlamını taşıyor. Azizname hakikaten bir arpa boyu yol gidemediğimizi gösteren bir oyun. 

‘70 YILIN BİLİNCİNDEYDİK’

Provalar nasıl geçti peki?

Azizname 3 saatlik bir oyun ve yoğun çalışma gerektiriyor. Biz bir buçuk ayda zaman zaman insan bünyesini zorlayacak türden provalar yaptık. Ama biz bu süreçte çok keyif aldık çünkü hepimiz 70 yıllık bir hayali gerçekleştirmenin bilincindeki insanlardık. Hepimiz bu sorumluluğu bildiğimiz için canla başla, dostlukla ve samimiyetle çalıştık; aile olduk. 

‘BÜYÜK BİR ÖZVERİ VAR’

Yücel hocanın etkisi ne oldu bu süreçte?

Bu bahsettiğim şeyler zaten temel olarak Yücel hocanın etkisidir. Burak Şentürk ve Ufuk Aşar gibi tiyatronun ağabeyleri ve büyük ustalarının da büyük etkisi var tabii. Büyük ustaların, sana tepeden değil de ailenin parçası olarak baktıklarını hissetmek çok güzel bir şey. Yücel hoca her yaş aralığında oyuncuyla çalışmış birisi ve bu konuda da gönlü çok bol, çok zarif. Evet biz bir oyun çalıştık ama bir yandan bizim gibi genç oyuncular için bu bir buçuk ay koskoca bir okul oldu. Yücel Erten’le ne zaman çalışsak o okul devam edecek. İZBBŞT’de gerçekten çok iyi bir ekip kurduklarını da düşünüyorum. Bize emanet edilecek bir tiyatro kurdular ve bunu birçok insanın egosunu yenip de gösteremeyeceği özveriyle yaptılar. Bu noktada Yücel hocanın çoğu zaman hepimizden daha genç olduğunu görmek de hepimize büyük bir ders oluyor, gerçekten çok farklı bir enerjisi var.

Peki seyircilere ne söylemek istersiniz?

İzmir’de çok meraklı, sıcak, takip eden ve bütünü iyi yakalayabilen bir seyirci kitlesi var. Seyirci olmadan tiyatro olmaz ve tam da bu nedenle herkesin daha bilinçli sanat tüketicileri olmasını diliyorum. ‘Tiyatro eğlencedir’ mantığından çıkıp ‘Tiyatro; ekonomik, politik ve tarihsel kökenleri olan bir ritüeldir” diye düşünmek gerekiyor çünkü o zaman keyif alınıyor. Öyle ki herhangi bir güldürüyle Azizname’yi ayırt edebilmek çok kıymetlidir ve öyle olunca da Aziz Nesin bu hikâyeleri boşuna yazmamış diyorsunuz. 

HÜLYA NUTKU VE ÖZDEMİR NUTKU

İZBBŞT’nin kurulması için yıllarca mücadele eden ama açılışa çok az bir süre kala vefat eden Hülya Nutku hocamızı da anarak bitirelim söyleşimizi.

Hülya Nutku, İZBBŞT’nin kurulmasındaki en önemli etkenlerden biridir. Özdemir Nutku’yla birlikte Türk tiyatrosuna da çok önemli katkıları oldu ve her ikisinin de kaybı çok büyük, onlar tiyatronun hafızasıydı. Ancak bu işe aşık gençlere bıraktıkları miras sayesinde bu hafıza hiçbir zaman kaybolmayacak, üstüne yeni bilgiler eklenerek yepyeni bir dönem olacak. Biz bugün; ‘Eskinin tiyatrosu artık zor’ demeyip geçmişten beslenen ama yenisi için neler yaparız diye düşünen ve bunun için mücadele eden insanlarla birlikteyiz. Geleceğe sanat adına bu yüzden umutla bakıyorum.


EFE ÇETİNEL’İN ‘EN’LERİ

Tiyatroya dair en büyük hayaliniz nedir?

Türkiye’de nitelikli ve kendi içinden oluşmuş, kendi kültüründen, müziğinden ve yaşantısından yoğrulmuş bir tiyatro anlayışının oluşmasını çok istiyorum. Tiyatroyu nitelikli yaptığı için ödenek alan ve ürettiğinin karşılığını alan tiyatroların olması en büyük hayalim.

En sevdiğiniz rol ya da oyun nedir?

Hepsi çok değerli açıkçası ancak keyif almadığım bir oyun olmuştu onu da şimdi söylemeyeyim. (Gülüyor) 

Birlikte oynamayı en çok istediğiniz oyuncu kimdir?

Babam Nusret Çetinel ile oynamak çok güzel ve önemli bir tecrübeydi. Ama Bülent Emin Yarar ve Durukan Ordu’yla aynı sahneyi paylaşmayı çok isterim. 

En çok hangi oyunu oynamayı istersiniz?

Özellikle Çehov’un Vişne Bahçesi gibi bir oyunda oynamayı isterim. Çağdaş modern yazarların oyunlarında da oynamayı isterim.

En çok ilham aldığınız isimler kimlerdir?

Durukan Ordu’nun arı gibi çalışkanlığı benim için çok önemlidir; bir tiyatrocu nasıl çalışır ondan öğrendim. Mesleğe yaklaşma konusunda limitlerinin olmaması gerektiğini Tuncel Kurtiz’den, Ayşe Emel Mesci’den öğrendim. Jason Hale’dan bir aktörün teknik olarak duygularını nasıl kontrol edilebileceğini ve bunun tadının nasıl çıkarılabileceğini öğrendim. Işıl Kasapoğlu’ndan bir oyuncunun yönetmene ihtiyaç duymadan kendi kendini nasıl yönetmesi gerektiğini öğrendim. En son olarak tiyatronun bir ülke için ne kadar önemli olduğunu ve kendini bu işe adamanın ne kadar büyük bir sevinç olduğunu Yücel Erten’den öğrendim. 
 

Editör: Haber Merkezi